İmzalandıktan sonra adeta bir sır gibi saklanan ekonomik protokol ve üç adet yasa değişikliği tasarısı 20 Mayıs 2022 günü Resmi Gazete’de yayınladı. Hükümet edenler tarafından reddedilmiş olsa da aslında basına sızan pek çok düzenlemenin, protokol içinde yer aldığını gördük. Haklar ve özgürlükler açısından ciddi sıkıntılar yaratacak yasa tasarılarına geçmeden önce, protokole dair birkaç kelam etme niyetindeyim. Hepimiz biliyoruz ki, yıllardır bu tip anlaşmalar yapılır, büyük tartışmalara neden olur ama pek çoğu uygulanmaz ya da uygulanamadan hükümet edenler ülkeyi seçime götürmek zorunda kaldır. Bu meselede de benzer bir süreç yaşanacağını düşünüyorum. Ama her şeye rağmen, bu denli teslimiyetçi ve Kıbrıs Türk toplumunun özgürlükçü ve laik yapısını bozmaya dönük, iradesini Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine devreden bir metne imza atılması kabul edilebilir değildir.
Protokolün giriş kısmında belirtilen “işbirliği alanları” bize bu durumu net bir şekilde ortaya koyuyor.
- Tarafların KKTC’nin iç güvenliği alanında somut ve etkin bir yol izleyecekleri belirtiliyor. Garantörlük Anlaşması gereği, adanın kuzeyindeki varlığını meşrulaştıran bir devletin, bizim “iç güvenliğimizde” niye söz sahibi olacağını kavramak kolay değil. Buradan anlıyoruz ki hem protokolde geçen hem de yasa tasarıları aracılığıyla belirtilen pek çok noktada, Polis Teşkilatı’nı diledikleri gibi şekillendirmek hedefindeler.
- KKTC’ye yapılan yardımlarda etkinlik, etkililik ve verimlilik açısından “ortak izleme ve değerlendirme mekanizmaları” geliştirilecek. Kısacası: “Size para veriyoruz, idare edemiyorsunuz, bizim istediğimiz emirleri doğru düzgün yerine getiremiyorsunuz. O yüzden bu işin izlemesinde ve kontrolünde biz de söz sahibi olacağız” diyorlar.
- Kültürel değerlerin korunması için, ortak kültürel ve toplumsal bağları güçlendirmek ve din hizmetlerinin geliştirilmesi için işbirliğini genişletmekten bahsediliyor. İlerleyen sayfalarda anladığımız kadarıyla buradaki amaç; toplumun sahih dini bilgiye sahip olması, din hizmetlerinin Türkiye’deki gibi Diyanet İşleri Başkanlığı gibi Din İşleri Başkanlığının yeniden dizayn edilmesidir.
- İşbirliğini güçlendirmek amacıyla vatandaşlığa kabul şartları kolaylaştırılacak, yabancı yatırımcılar için gerekli olan ortak yatırımcı (KKTC vatandaşı olan ortak gerekliliği) ve sermaye miktarına yönelik kısıtlar azaltılacak. Yabancı yatırımcı diye tanımladıkları aslında AKP iktidarının sermayesine daha kolay ülkeyi peşkeş çekebilecekler, satılmadık toprak parçası bırakmayacaklar. Hem toplumun siyasi iradesi hem de ekonomik gücü daha kolay devredilecek.
- Sosyal politikalar ve iletişim başlığı altında adeta “Millileştirme – Müslümanlaştırma” ideali ardında milliyetçilik – muhafazakarlık aşılayacaklar. Metindeki “Türk – İslam - Osmanlı” vurgusu bunu çok net açıklıyor.
- Özelde sivil toplum örgütleri, genelde toplumsal muhalefeti susturmaya dönük adımlar atacaklar. Ki protokolle birlikte yayınlanan 3 yasa tasarısı da bu yolda attıkları ilk adımlar. Varılan anlaşmada, sivil toplum örgütlerinin yürüttükleri faaliyetlerle, KKTC – TC arasındaki tarihi kültürel bağın zedelendiği tespit ediliyor ve bu çalışmaların bertaraf edilmesi kararlaştırılıyor. Sosyal medya başta olmak üzere, tüm iletişim platformlarda dezenformasyona karşı etkin bir işbirliği sağlanacağı belirtiliyor. Bir nevi iktidarı eleştirir veya toplumun içinde var olan sorunlara yönelik – insan hakları odaklı çalışmalar yaparsanız, bunları paylaşırsanız avlanabilirsiniz. Bunlar engellenerek, aslında bir süredir temelleri atılan “havuz medyası” yaratılacağı ve alternatif alanların bir şekilde etkisizleştirileceğinin hedeflendiğini söylemek mümkün. Aynı şekilde sendikaların hareket alanlarını kısıtlamayı, sendikal hakları budamayı ve aslında mücadele edebilme araçlarımızı elimizden almayı amaçlıyorlar. Bu alanda kısıtlamak istedikleri en önemli hak, toplu sözleşme ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı. Sokakta varlık göstermemiz istenmiyor.
- Toplumun diledikleri gibi şekillendirilmesi için tabi ki eğitime de ihtiyaç duyulduğunu biliyorlar. Bu doğrultuda ders kitaplarının içeriğinin gözden geçirilmesi ve ortak değerleri güçlendirici, tarihi bilmeyen nesillerin hedeflenen şekilde eğitilmesinin önemini vurguluyorlar. Sorgulayan, eşitliği – adaleti önemseyen, düşünen, eleştiren ve hakikate ulaşmak isteyen değil, biat eden, muhafazakar ve faşist bir neslin yetişmesini hedefliyorlar.
Protokolde yer alan bazı ödevleri yerine getirmek için hızlı bir şekilde 3 adet yasada değişiklik tasarısı hazırlayıp yayınladılar. Bunlar Ceza Yasası, Özel Hayatın Gizliliği ve Hayatın Özel Alanının Korunması ve Müfsidane Yayınlara dair yasalar. Her üçündeki ortak nokta yasaların, sosyal medya başta olmak üzere internet ortamında yapılan yayınları da kapsayabilmesi için uygulamasını kolaylaştırmak.
Ayrıca gerekçelerine bakıldığında, bir hukuk garabeti ile karşılaşıyorsunuz. Hepsinde amaçlananın, kişilerin özel hayatlarının korunması – kişilerin var olma özgürlüğünün ortadan kaldırılmasının önlenmesi olduğu iddia ediliyor. Ama özellikle Ceza Yasası – Müfsidane Yayınlar yasalarında kişilik haklarını korunmaktan ziyade ifade özgürlüğünün - toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının daha kolay ihlal edilmesine neden olunduğu görülüyor. Mesela geçen günkü eylemde olduğu gibi, eğer üzerinde devlet yetkililerinin hoşuna gitmeyen bir yazı yazan bir pankartın taşındığı bir eyleme katılırsanız (pankartı taşımasanıza gerek yok) suç işlemiş olabilirsiniz.
Ceza Yasası’nın mevcut halinde KKTC hükümetini küçültmek suçken, şimdiki yasada hükümet üyeleri de eklenmiş. AİHM içtihatlarında siyasilerin, kamuya mal olmuş kişilerin eleştiri bakımından – özel hayatlarının korunması anlamında daha az korunaklı ve rahatsız edici dahi olsa eleştiriye daha fazla tahammüllü olması gerektiği belirtilmişken, biz hakların daha da budanmasına zemin yaratıyoruz. Belli ki irademizi teslim eden hükümet edenler, eleştiriler karşısında çok etkilenmiş ve vatandaşlarını susturmak, susmazlarsa hapsettirmek istiyorlar. Tabi ki söz konusu olan sadece yerel yöneticiler değil. Yine ceza yasasının 68. Maddesinde yapılan değişiklik ile, önceden yabancı devlet yetkililerine zem ve kadih suç sayılırken, şimdiki halde TC devlet başkanı, cumhurbaşkanı ve bakanları ayrıca belirtilmiş. İşin trajikomik tarafı, yasa maddesinin yan başlığı “yabancı devlet yetkililerine zem ve kadih” olmasına rağmen, madde içerisinde KKTC Cumhurbaşkanı da yazılmış. Belli ki hızlarını alamamışlar.
Müfside Yayınlarda yapılan değişiklikler de aslında, geri kalmış yasanın uygulanmasını kolaylaştırmak. 1921 tarihinde mevzuata dahil edilen ve aslında pek çok unsuru ile özgürlükleri yok sayan bir yasayı, modern - insan haklarını gözeten hukuk anlayışı çerçevesinde yürürlükten kaldırmayıp, 2022 yılında uygulanmasını kolaylaştırmakla ne amaçlanıyor? Hatta dava açılması ve kişilerin mahkum edilmesi halinde verilecek cezalar da 6 aydan 5 yıla çıkarılmış.
Yapılması gereken, her üç yasanın da insan hakları ile bağdaşmayan maddelerin çıkarılması ve haklar – özgürlükleri koruyucu, insanların fikirlerinden, yazıp çizdiklerinden, gittikleri eylemlerden cezalandırılmadığı modern bir noktaya kavuşturulması iken, maalesef tam tersi yapıldı. Neden? Çünkü imzaladıkları işbirliği protokolü, hakların kısıtlanıp iradenin tamamen devredilmesini emrediyor.