“Hakan öldü” dediler.
Sabah sabah geldi haber…
Canlı yayındayken…
İnanamadım.
Gırtlağım düğümlendi.
Konuşamadım.
Ara verdim, telefona sarıldım.
Doğruymuş…
Hakan Çakmak ölmüş!
Bitirdim.
Yıkıldım.
Gözümde yaş…
Ekrana geldi Hakan’ın resmi.
Vedalaştım.
“Güle güle güzel dost…”
***
“Hakan öldü” dediler.
Nasıl ölmesindi ki?
Bu ülkede…
O, elinde kamera, bu toplumun sanatçısını toplumuyla buluşturmak için ter dökerken, birileri küpünü doldurmakla meşguldü.
Belgeselini çekerken şairlerin, ressamların Hakan, birileri bu ülkenin topraklarını yağmalıyordu.
Hakan Çakmak şu konser senin, bu konser benim, ruhunu sanatla beslerken, bankaları hortumluyor, semiriyordu birileri…
Nereye yabancı bir sanatçı gelirse oraya koşup iki cümle röportaj peşinde pestili çıkarken Hakan’ın, mevki, rütbe paylaşımındaydı kimileri…
***
Nasıl ölmesindi ki Hakan?
Kültüre, sanata sahip çıkarak ‘var oluş’ kavgasına karınca kararınca katkı koymak isterken o, toplumun köküne kezzap suyu dökmekle meşguldü bazıları…
Bu topraklara tutunmanın yolunu sanatçısına, tarihine, değerlerine sahip çıkmak diye görürken Hakan Çakmak, o toprakları allem-kallem edip koçanına geçirmekle iştigal ediyordu birileri…
Kumarhane parasına, bet parasına, kerhane parasına, kara paraya boyun eğerken bazıları, ‘aman bir değerimizi daha kayıt altına alalım’dı Çakmak’ın tek gailesi…
Her barışçı eylemde hem ruhen, hem bedenen yerini alırken Hakan Çakmak, ‘hamasetle karışık arabeske bulaşık’ çıkar ilişkileriydi revaçta olan artık…
***
“Hakan Çakmak öldü” dediler.
Nasıl ölmesindi ki Hakan bunca yalanın, bunca talanın, bunca umut kırıklıklarının, bunca rezilliğin arasında?
Evlatlarına ve bütün çocuklara ‘huzur dolu bir ülke’ bırakmaktı gailesi Hakan’ın, oysa ‘gözü doymazlar’ yüzünden yaşanılır olmaktan çoktan çıkmıştı bu ada yarısı…
Göç ederken beşer-onar, yüzer-biner gençler bu ülkeden, küçük bir zümre yiyordu kaymağı, utanmadan, sıkılmadan…
Rüşvetin, cinayetin, kaçakçılığın, usulsüzlük ve –en fenası- ahlaksızlığın ‘sıradanlaştığı’ bir batakhaneye dönmüştü burası…
Faşizme de, kökten dinciliğe de, savaş tüccarlarına da, emperyalizme de taban tabana zıt bir dünya görüşü vardı Hakan’ın ve bıkmadan, usanmadan beslediği özgürlük, eşitlik, adalet, barış hayalleri…
Onuruyla yaşadı, bu onursuzluğun para, makam, şöhret getirdiği düzende…
Satılmadı, satılmanın sıradanlaştığı bu dönemde…
***
“Hakan öldü” dediler.
Her gün ölüyordu aslında…
Bakarak bu karanlık tabloya…
İçin için kan ağlıyordu yüreği…
Aydın olmanın, ilerici değerlere sahip çıkmanın dayanılmaz ağırlığını taşıyordu omzunda…
Toplumun bitişini, sahnenin karardığını görmek istemiyordu asla…
Nasıl ölmesindi ki Hakan?
Rahat uyu güzel insan…