Özellikle siyaset dünyamızın duayenleriden bir isim, Hakkı Atun. 25 Mart 2019 tarihinde Hakkı Atun beyin "Bir Öz Yaşam Öyküsü-2, Hakkı Atun'un Politika Anıları" isimli kitabı üzerine yaptığımız röportajdan bazı bölümleri sizlerle paylaşacağız sayfamızda.
Bu kitabından önce "Öz Yaşam Özyküsü-1" ismini verdiği kitabında çocukluk, gençlik, aile anlarını okura sunmuştu. Bu kitabına ise "Politika Anılarım"diyerek belli bir çerçeve çizniş yazın yolculuğuna. Politikacılarımızın anılarını yazması hem toplumsal bellekhem de politik geleneğimiz açısından nasıl bir önemi vardır sorumla sözü Hakkı beye bırakıyorum...
Yeterince okunsa mutlaka daha çok katkısı olacağını düşünüyorum. Ben bu kitabı yazmak babında bir görev olarak kabul ettim. Hatta toplumuma karşı bir borç olarak kabul ettim Çocuklarıma ve torunlarıma karşı. Ondan sonra da bu kitabı yayınlar yayınlamaz Cumhurbaşkanından başlayarak Meclis Başkanına, Başbakana, Başbakan Yardımcısına hepsine dağıttım. İçinden yetiştiğim Ulusal Birlik Partisi'ne bilhassa, o zaman Özgürgün dönemiydi, ona da takdim ettim. Bilhassa Ulusal Birlik Partisi'nden sitem etmem gerekiyor çünkü, kitabı verdikten sonra herhangi bir ilgi gösterildiğine dair bir işaret alamadım. En son yeni başkan olan Ersin Tatar'a da götürdüm. Dedim ki bu Ulusal Birlik Partisi'nin tarihçesidir aynı zamanda. Bu devlet nasıl kuruldu, Denktaş bu konuda neler yaptı, ondan sonra babasından başlayarak, yani Rüstem Tatar, ilk ekonomik konularımızı gündeme getiren kişiydi senin baban demiş olmama rağmen gereken ilgiyi gördüğümü söyleyemem. Ve bunu büyük bir eksiklik kabul ediyorum çünkü, nerden nereye geldiğimizi bilmemiz lâzımdır.
Toplumsal bellek ve siyasi geleneğimiz açısından mutlaka bir faydası olacaktır. İnsanın en güçlü tarafı, özelliği, hafızasıdır. Geçmişte yaşanılanlardır. Dolayısıyla aynı şey insan için geçerli olduğu kadar kurumlar için de geçerli olması gerekir. O zaman kendine daha iyi bir özgüven duyarsın. Ben bu kitabımda öz eleştiri de yapıyorum, yaptığımız hatalardan da bahsediyorum. Hiçbir kurum hiçbir kişi mükemmel değildir olamaz. O günün koşullarına göre bir karar verir ama ondan sonraki koşullar, onun işlemediğini ortaya koyar. Örnek vermek gerekirse, ilk on yıl görev yapan kişiye emeklilik vermemiz son derece hatalı idi. Bu şu bakımdan hatalıydı; kamu sistemini ve yönetimini işbilenleri hemen bir kenara ittik. Ve şimdi en büyük sorunumuz kamu yönetimiyse ve bunu yediden yetmişe herkes söylüyorsa demek ki bu hatalıydı.
Aynı zamanda bu insanlarımızı 10 yıl üzerinden genç yaşta emekli edilirken serbest çalışma yaşamında yeniden iş almaya başlıyorlardı emeklilikleri yanında. Böylece serbest çalışma hayatında iş bulmaya çalışan nice insanın ekmeğini de bir bakıma kesmiş oluyorlardı diye düşünüyorum...
Bu uygulamamızda olayın şu boyutu da vardı. Emekli olmak isteyenleri emekli edersek onların yerine o günlerde daha istihdam dışında üretici duruma geçmemiş bir toplumda bu da bir istihdam politikasıydı tabii. Yani bir olumlu tarafı da vardı diye düşünüyorum. Nitekim emekli olanların bir kısmı özel sektörde bu sefer çok önemli görevler yaptılar. Yani bir işe yaramadı değil, yaradı ama neticede devletin bütçesine veriği yükü de düşündüğün zaman ve bunun şimdi ödenmeye devam ettiğini düşündüğün zaman bunun doğru bir yanı da ortaya çıkıyor. Bütçemizdeki en büyük zaafiyet nedir, kamu harcamalarının fazlalığıdır. Bunu da örnek olarak vermiş olayım.
Bu konudaki anılar, toplumun yaşamsal sosyal ve siyasi anlmda geçirdiği süreçlerin belgelenmesi açısından da önemlidir. Kitap 5 ana bölümden oluşuyor. Bu bölümler arasında benim en çok dikkatimi çeken konulardan bir tanesi Göç unsurudur. 1977 yılında çıkarılan İskan ve Topraklandırma Yasası kapsamı içerisinde bu görevde yer almıştı Hakkı bey. Mücahitlik döneminden sonra Otonom ve Federe Devlet oluşumuna gidiliyor ve burda kadrolar gerekiyor. O kadroların neyi nasıl yapacağını bilmesi gerekiyor, bazen bazı şeyler el yordamıyla bulunuyor bazen de bilgi desteği alınarak yapılıyordu. Güney'den göç eden Kıbrıslı Türklerin iskân edilmesi dönemini "ateşten gömlek giymek gibidir" diye nitelendiriyordu Hakkı Atun bey...
Tabii en can alıcı soru bu ve bunu gayet isabetli olarak sormuş oluyorsunuz. Bu kitabın can damarı o uygulamadır. Çünkü ondan sonra o devlet o uygulamanın üzerine oturmuştur. Yani toplum gerek güneyden gerek kuzeyden bilahare iş gücü babında getirilen 30 bin kişi (Türkiye'den) toplam 100 bine yaklaşıyor, bunları tekrar ev, iş, toprak sahibi yapmak başlı başına bir işti. Onun için hatırlattığın gibi ateşten gömlekti diyorum. Çünkü bütün bu insanlar bütün manevi varlığını, anne babasının mezarını da bırakarak belki becerebildiyse yanına yalnız geçmişin fotoraflarını alarak gelmişti. Her şey güneyde kalmıştı. Böyle bir pisikolojik yapı içerisindeki insanlarla uğraşmak o bakımdan zordu, ateşten gömlekti. Çünkü son derece sabırlı olmayı gerektiriyordu. Ama son derece bunu inanarak yaptığımızı söyleyebilirim... Burada rahmetle anmam gereken kişilerin başında elbette İsmet Kotak geliyordu. Ben önce onun ikinci müsteşarlığına atandım çünkü İsmet Kotak bey, Çalışma Rehabilitasyon ve Sosyal İşler Bakanı idi. Çok önemli bir bakanlığın başındaydı. Kooperatifler ona bağlıydı... Uygulama gerçekten bilhassa güneyde mal bırakanları tazmin etmek ve bir an önce onları rahata kavuşturmak , geçici bazı yöntemlerle ilk adım olarak yapılmakla birlikte esas felsefe Ecevit döneminde yani bir demokrat sol parti olarak herkese birşey vermeyle yola çıkıldı. Ben Bakan olduktan sonra Türkiye'den gönderilen talimatlar yanındai iki tane çok değerli uzmanın bize desteği oldu. Dolayısıyla buna rağmen hâlâ daha eleştiriye neden olan herkesin güneydeki malına karşılık eşdeğer sahiplerinin yeterince tazmin edilmediğiydi. Bundan dolayı olmuştur bu. Bunu bir nevi toprak reformu olarak çok bilinçli olarak uyguladık. Bunun da emin olun ekonomimizin dengelenmesinde herkesin karınca kararınca ev sahibi toprak sahibi olmasında bir faydası mutlaka olmuştur.
Bizim Anayasamız da Yasamız da buna dayalı olarak yapıldı. Buna ek olarak Türkiye'den de 30 bin işgücü geldi. Boş kalabilecek köyler vardı, işlenemeyecek tarlalar vardı onlar Türkiye hükümetinin bilhassa proje tahdinde ve bir protokolle gönderdiği göçmenler olunca onlara öncelikli kaynak vermek durumundaydık. Çünkü hemen Türkiyelilere kasıtlı birşey verilmiyor denmeye başlanmıştı. Ve kendi aramızda bir husumet yoluna gidilmişti. Hâlâ daha bunu işleyen bir beşinci kol var maalesef... Dolayısıyla bu uygulama önce tahsis'ten oldu, eşdeğerin olması için görmediğiniz, görerek değerlendiremediğiniz bir toprağı dağıtmak, bir evi dağıtmak ben soruyorum kolay mı? Dolayısıyla komiteler kurularak ve şahadet bilgi alarak o yerleşim yerinin bilir kişi heyetinin katkısıyla bir puanlama sistemi getirdik. Ama bu yasayı, iki ayda geçirdiğimiz İskân Topraklandırma Eşdeğer Mal Yasası, Meclis'te ne kavgalara sahne oldu, öyle olmaz böyle olması lazım ve en sonunda bir mutabakat sağlanarak geçti. Nejat Konuk son derece demokrat anlayışlı bir Başbakandı ben de onun İskân Bakanıydım. Ve ilginçtir son olarak yakın zamanda yaşadığım bir anımı paylaşayım sizinle. Bir alışveriş merkezine girdim. Bir vatandaş iddialı olarak yüzüme bakınca ben de elini sıktım eski bir politikacı olarak. "Tanıdınız mı beni?" dedim baktım tereddüt eder gibi geldi "ben Hakkı Atun" dedim. Hemen bana henüz daha malına karşılık mal alamadığını söyledi. Yani bu hâlâ devam eden bir şikayet konusudur. Evet bu konuda yüzde yüz adaleti sağlamak mümkün olmadı. Elimizden geleni yaptık. Koçan verme hatalıydı dediler, vermek zorundaydık. Bugünkü düzeyi yakalayamazdık. Bankalar kredi vermezdi, ipotek almazdı, bütün bunları aşmasak bugünkü durumumuza gelemezdik.