“haklı olduğumuz yerde hiç bir bahar çiçek açmaz”
Yehuda Amichai
Ünlü İsrail’li yazar, düşünce adamı ve barış aktivisti Amos Oz, fanatizmi insanlık tarihi kadar eski bir olgu olarak görüyor ve kaynağında “haklılık duygusunun” yattığını söylüyor. Fanatik, kendini her durumda haklı sayar ve haklı saydığı için de inançlarında sonuna kadar diretir. Sadece inançlarında diretmekle kalmaz, “kötü” bulduğu herşeyi yok etmek ister.
Fanatik, uzlaşma kavramından nefret eder. Uzlaşmayı kişiliksizlik, ahlaki çürüme, satılmışlık, teslimiyetçilik, hatta ihanetle bir tutar.
Oysa uzlaşma yaşamla içiçe geçmiş bir olgudur. Uzlaşmanın olmadığı yerde yaşam da olamaz. Bu yüzden Amos Oz’a göre uzlaşmanın karşıtı “onur”, “haysiyet” vs. değil, ölüm ve fanatizmdir.
Uzlaşma elbette insanın kolaylıkla ya da büyük bir sevinçle yaptığı bir şey değildir ama “mükemmel” olan ölüm karşısında doğası gereği mükkemmel olmayan yaşama sahip çıkmak istiyorsak, sürekli olarak uzlaşma arayışı içinde olmalıyız.
Fanatik kişinin gözünde uzlaşma arayışı içinde olanlar “ihanet” içindedirler. Bu yüzden Amos Oz “hain” sözcüğünü, “değişmek istemeyenlerin değişenlere yakıştırdıkları bir sıfat” olarak tanımlar.
Fanatik insan dünyayı sadece kendi ölçülerine göre anlamlandırdığından beğenmediği her şeyi değiştirmek ister. Bu nedenle sürekli olarak her şeyi ve herkesi değiştirmekle iştigal eder. Bir tek kendine dokunmaz, kendini değiştirmek aklının ucundan bile geçmez. Bu yüzden ya “kahramanca” ölür ya da komik duruma düşer.
Fanatizm hastalığının nasıl tedavi edilebileceği konusuna da kafa yoran Amos Oz, kendini başkasının yerine koymanın ve her durumda mizah yeteneğini korumanın faydalı olabileceğini söyler. İstediğiniz kadar haklı olun, “olayların ve kendinizin komik bir boyutu olduğunu hiç bir zaman unutmayın” der.
Fanatizme karşı “mizah hapı” dağıtamayacağımıza göre, ya da kendimizi kolayca başkasının yerine koyamayacağımıza göre -koyabilseydik zaten fanatik olmazdık- o halde kendinden menkul “haklılık” anlayışını sarsmanın yollarını aramalıyız.
Bu noktada fanatizme karşı “relativizm” işe yarayabilir. Kendi haklılık anlayışımızın farklı haklılık anlayışlarından sadece biri olduğunu görmek, katı tavırlarımızın yumuşamasına yardımcı olabilir. Kendi pozisyonumuzun, ne kadar mutlak olursa olsun, göreceli bir pozisyon olabileceğini düşünmek, bizi uzlaşmaya sevk edebilir.
Kıbrıs Sorununu bu açıdan okursak, aslında iki farklı “haklılık” anlayışının çatışmasından doğan bir sorun olduğunu söyleyebiliriz. Fanatik bir tavırla “haklı” olduğumuzdan hiçbir şüphe duymazsak, uzlaşmaya elbette kapalı olacağız. Hatta uzlaşma arayışlarını “satılmışlık”, “teslimiyetçilik”, “tükürdüğünü yalamak” olarak adlandıracağız. Yok eğer bütün haklılıkların kendi içinde göreceli olduğunu düşünebilecek bir noktaya gelirsek, o zaman uzlaşmaya yönelmekten korkmayabiliriz.
Hep “haklı” olduğumuzu düşünürsek, uzlaşmaya yanaşmayacağımız aşikardır. O zaman da, şairin dediği gibi, “hiç bir bahar çiçek açmaz.”
Tıpkı Kıbrıs’ta dün ve bugün olduğu gibi...