Haklılığa Dair

Zaman içinde, kısa süreli "kayıp"larının verdiği güçle kendine sağlam bir dayanak oluşturmayı başaran haklı bireyin eski yaraları onun baş motivasyon kaynağı haline gelmiştir.

 

Pınar Özdiren
pozdiren@gmail.com

Haklı olan değil de güçlü olan mı kazanır gerçekten? Haklılık gücü beraberinde getirmez mi zaten? Peki ya haklı olduğunu bile bile kaybetmeyi kabullenmek kaçınılmazsa, bu ağır yükü kaldırmak sadece en güçlü insanların omuzlarına layık değil midir?

Çoğu meselede haklılığın verdiği güçle cesaretlenen birey, onu haksız duruma koymaya çalışanlar dahil olmak üzere, herkesi korumaya yetecek kadar yürekli olur. Bu onu diğerlerinden yüce kılan en önemli özelliklerden bir tanesidir. O kimin istediğinin olduğuna aldırış etmez. Asıl hedefi her zaman kendi içini rahatlatacak şekilde davranmak olduğundan olaylar nasılsa onun lehine sonuçlanacaktır. Fakat bu kazanç anlık bir rahatlamadan ibaret değildir. Aksine hayli zaman gerektiren karmaşık bir süreç olduğundan sabırlı olmak şarttır.

Haksız bireyin elindeki geçici güç çelimsiz zihnine kelepçe, gözlerine ise adeta sisten bir duvar olmuştur. Hakikati göremeyecek kadar naif olduğundan, kazandığına dair bir yanılsamanın içine düşmeye mahkumdur. Hayatını kısa süreli zaferlerin peşinden koşup, yakaladıklarınıysa neşe içinde kutlayarak harcamaya devam ederken hapsolduğu döngünün çıkmazlığı ilerde onun kabusu olacaktır. Ona yenilmeye tahammül eden taraf ise verdiği tavizin meyvelerini ileride bir güzel toplamaya hazır bir şekilde sakince tebessüm eder. Nihai hamlesini ilk başta belirlemesi bile öngörü yeteneğinin diğerinden katbekat daha fazla olduğunun en aşikar göstergesidir. 

Zaman içinde, kısa süreli "kayıp"larının verdiği güçle kendine sağlam bir dayanak oluşturmayı başaran haklı bireyin eski yaraları onun baş motivasyon kaynağı haline gelmiştir. O, acıyı çoktan tatmış ve hiçliğin varlığını en derinlerinden hissetmiştir. Artık her şey kaybedildiğinde göre (haklıyken yenilgiyi kabullenme haricindeki) bütün yüklerden arınan haklı taraf, artık hiç olmadığı kadar özgürdür. Karşısına her çıkan açık saçık bıraktığı eski yaralarına bakarak onun ne kadar büyük badireler atlattığını tahmin eder. Onun için yaralarını gizlemek, ona uçmayı vadeden kanatlarını yaralamaya eş değerdir. Sahte dostları bu sebepten karşısındakinin bir kaç darbe ile yıkılacağına inanmaktadır. Önünde saygıyla eğilirken arkasından epeyce güler ve onu nasıl alt edeceklerini heyecanla tartışıp durmadan edemezler. Fakat acılara alışkın bireyin gittikçe artan gücünü hep unuturlar.  İşte bu güçlü kılığına girmiş güçsüzlerin, bir diğer değişle hem suçlu hem de “haklıların", ortak özelliğidir: Göz ardı etmek. En büyük aptallıklardan biri düşene vuranlardan olup da kendinin asla düşmeyeceğine inanmaktır. Bize “Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.”veya “Her şey yolunda gidiyorsa, kesin bir terslik vardır.” tarzı kurallar sunan Murphy Kanunlarına ve bir Türk atasözü olan “Ne ekersen onu biçersin.” Cümlesiyle kısaca açıklanabilecek karma yasasına baktığımızda bunun dünyadaki en büyük saçmalık olduğunu anlamak pek zor olmaz.

Peki ya gittikçe güçlenen haklı kaybedenimiz, haksız kazanan hapsolduğu döngüde önüne çıkan ilk engelde takılıp rotasının dışına düştüğünde onun yanı başında olacak mıdır? Veyahut olduğunu varsayarsak o da mı kendisine yapılanın aynısını yapacak yoksa ona bir yardım eli mi uzatacaktır? Büyük ihtimalle cevap hiçbiri olur. Çünkü haklı kaybeden ne onun gibi davranacak kadar aşağılık ne de ona yardım eli uzatıp da büyüme evresini engelleyecek kadar şeytandır. O tam aksine koruyucu olma özelliğini sürdürür. Haksız kazananımızın gerçekler sahasına sürüklendiğinde geçireceği evrim onun dünyasında bir devrim boyutunda olacaktır. Bu süreç minik bir tırtılın kelebeğe dönüşüp de kozasından çıkmaya çalışırken verdiği mücadeleye benzer. Haklı kaybedenimiz mücadele ortasında müdahalenin yeri olmadığını bilir ve bu nedenle beklemelidir, tıpkı başkalarının ona göstererek öğrettiği gibi. Haklı olup da kaybeden taraf, bir zamanlar haksız olup da kazananlardan biri olduğundan rakibini kendisine benzetmektedir. Tek çözüm ise eski rakibine dönüşüp, yeni rakibine ve böylece kendisine yardım etmektir.   Bütün bu olacak olanların farkında olup olayları akışına bırakarak kendisini kısa süreli kayba uğratan onun ta kendisidir ne de olsa. Son hamlesini bütün yaşadıklarına rağmen yılmayıp yine kendisi olmayı unutmayarak ortaya konmuştur. Tıpkı eskiden de olduğu gibi dudağının sadece bir yanını işgal eden bilgece gülümsemesi ve evreni anımsatan gözlerindeki parıltı yine belirecektir elbet.

Çünkü tıpkı tarih gibi insanlar da kendi içinde tekerrür eder. Zaten tarihi yazanlar da belli birtakım insanlardan ibaret değil midir esasında? Tek değişmeyense sadece haklı olanın değil, aynı zamanda öngörülü ve bilge olmayı başarabilenin de hep en son güleceğidir. Bütün bunlar geçmişteki yaralarını sahiplenip onları kendi avantajına kullanan, hikâyenin yalnızca başını değil, gelişme ve sonucunu da sorgulayan ve önemli ayrıntıları ayırt edip unutmayan kahramanlar için geçerlidir.

Unutmayın ki haksız galibiyetleri kutlayan ezikler olmaktansa, hakkını savunduğu sürece bir müddet kaybetmiş gözükmeyi dert etmeyen efsanelerden olmak hakiki gücün en büyük temsilcisidir.

 

 

 

Dergiler Haberleri