Geçen hafta geçiş noktasında yaşanan problemden ötürü on yıl sonra ilk kez Şiir Otobüsü bensiz kalkınca kendimi Larnaka’ya attım. Güneşli güzel bir gündü. Arkadaşımla flamingoları görmek için tuz gölüne gittik. Hala Sultan Tekkesi’ni çok severim eskiden beri. İçim huzurla dolar oraya gidince. Tekke’nin bahçesinde aynı kökten çıkmış iki hurma ağacı vardı (Vardı diyorum hüzünle çünkü artık yok) İki sevgili gibiydi o ağaçlar. Büyülenirdim hep onları görünce. Tekkenin gizemi ve büyüsüne bir başka boyut kattıklarını düşünürdüm. Yıllardır gitmemişim tekkeye, ağaçların orada olmadıklarını görünce bir yakınım kaybetmişim gibi içim acıdı. Bekçiye sordum. Böceklenmişlerdi o yüzden kestiler dedi. Ne kadar kolay. Kurtarılamaz mıydı o ağaçlar diye düşündüm. Zeytin fidanları vardı onların yerinde. Kadim aşıkların yerinde genç zeytinler. Mekanlarla, insanlarla kurduğum duygusal ilişkiler hep acı verir bana zaten. Yaşadığımız bu barbarlık çağında tahrif edilen tarihi mekanları düşünüyorum. Suriye’deki Palmyra örneğin. Nasıl da büyülemişti beni. Yıkım haberleriyle bir ölüm yasına düştüğümü hatırlıyorum. Ayasofya’nın başına gelen Hala Sultan Tekkesi’nin ya da güzelim Kariye’nin başına gelse örneğin. Hala Sultan bir kiliseye dönüştürülse. Düşünmek bile istemiyorum böyle bir şeyi. Kıbrıs’ta Afrodit, Panaiya ( Meryem Ana) ve Hala Sultan. Bu üçlü, kadın kültünün ölümsüz simgeleri. Hem Kıbrıslı Türk, hem Kıbrıslı Rum kadınlar adak adarlardı Hala Sultan’a. Hala daha öyle bana kalırsa. Tekke’nin dışındaki ağaçlar dilek ağacına dönüştürülmüş. Biz de birer çaput bağladık arkadaşımla. Filiz Naldöven’in anlattığı ve beni çok güldüren bir anekdot vardı Hala Sultan ile ilgili. Tekkenin içine girenler bilir. Koyu renk bir perde vardır ve perdenin ardında havada duran bir taş olduğu söylenir. Bakmak yasaktır perdenin ardına. Gören hamile kadınlar çocuğunu üşürürmüş filan. Filiz’in anekdotunda belli ki Linobambaki kökenli bir kadın Hala Sultan’a mumu ile geliyor ve onu yakıp adağını adamak istiyor. Hoca izin vermiyor tabii. Eskiden de var mıydı bilmem ama mum yakılmamasına dair yazılı bir uyarı var şimdi tekkede. Kadın, mum yakılmasına izin verilmeyince çaktırmadan elindeki mumu perdenin arasından atıverir ve şöyle der: “ Hala Sultanmu, Hala Sultanmu, Geldim adayım sana adacık, gomadı beni hocacık, attım sağa mumcuğumu aldıng gabul eyledin, aldıng gabul eyledin” Filiz çok güzel anlatırdı bunu.
Geçenlerde Seferis’in Kıbrıs Günlükler’inden birkaç şiir çevirdim. Bunlardan birisi “Üç Katır” adlı şiir. Bu katırlardan ikisi Şam’dan gelen Ümmü Haram (Hala Sultan)’ı taşıyan katırlar. Hala Sultan’ın üstünde binili olduğu katır tökezleyip düşüyor ve ceza olarak öldürülüyor. Hala Sultan’ın ölümünü gören diğer katırın ise kalbi duruyor bu acı karşısında. Bu katırların sahibi olan iki kardeş ise idam ediliyor. Yazıyı bu şiirle bitireyim.
ÜÇ KATIR
-Ve kraliçe Margarita adlı
muhteşem katırın üstüne bindi, kocası Kral Peter’e
ait olan, muhteşem katıra bir kadın nasıl oturursa öyle
oturdu; ve Putserulla adlı yaverine mahmuzlarını getirmesini
buyurdu. Ve ona dedi ki: “ Sana işaret ettiğimde ayağımı çevir ki
bir erkek gibi oturayım ve mahmuzlarımı taşıyayım”
Makhairas Kroniği-
Uykusuz bir gecede Şam’da
Hala Sultan’ın gölgesinin geçtiğini gördüm
Peygamber’in muhtrerem akrabası
Toynakların tıkırtısını duydum gümüş dinarlar gibi
Sonra onu gördüm, tuz dağlarını geçer gibi
Larnaka’ya doğru katırına binmiş halde
Orada, serin dallar arasında bekledim
Mersin çalısının meyvesini ısırarak
Bir beyazlık aldı gözümü
Belki tuz, belki hayaleti onun. Ve sonra
Çalılıklarda bir fısıltı
“işte orada kaydı benim hayvanım. Bu taş vurdu
saydam boynumdaki enseme ve teslim ettim muzaffer ruhumu
Takdir-i ilahi ile dopdoluydum
Bir katır taşıyamazdı onca yükü
Unutma bunu, ve kınama katırı.
Bunları söyleyip sır oldu, Buna rağmen
Hala zihnimde bana bakıp durur katırı,
Kalbi durup ölen diğer katırla birlikte
İki tabuttan azat ettiğinde onu
Kotsovend’ideki celladın
adaletsizce idam ettiği iki kardeş
Ama onların en ulusu, ne diyebilirim onun için?
Öyle bir ülkede ki kalelerin ardında yaşayanlar
Geçen yılın toprağı gibi unutulur
O hala özgürce yelken açıyor şöhretin kanatlarında
Kraliçe Eleanora’nın ünlü mahluğu
Karnının üstünde, altın çıkıntılar; eyerinde doyumsuz rahimler,
Şaha kalkışında, narlar kadar olgun, cürümkar memeler
Neopolitanlar, Cenevizliler ve Lombardlar
Kapkanlı bir gümüş tepside
Hanedan masasına getirdiler
Katledilmiş kralın gömleğini
O berbat kardeşi John’un hallettiği
O gece nasıl kişnediğini hayal edebiliyorum
Türünün kayıtsızlığının ötesinde
Bir köpeğin uluması gibi
Tuzaklarla dolu, altın butlu, ahırda
Katır Margarita
GEORGE SEFERIS
Çev: Neşe Yaşın