Simge Çerkezoğlu
Lefkoşa’nın simgesi Rüstem Kitabevi yeni bir çehreye bürünüyor, özünden taviz vermeden bir kültür merkezine dönüşüyor. Her gittiğimde yeni bir sergi ile beni karşılayan mekânı konuşmak üzere, Rüstem Kitabevi’nin Kültür & Sanat Danışmanı Halil Duranay ile görüşüyorum. Halil kendi dünyasını, kurduğu Kült Yayınevi ile okurlara aralarken, Rüstem Kitabevi de hayatta sevdiği tüm değerlerin vücut bulmuş hali olarak karşısına çıkıyor. Halil’in hikâyesi bana hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını hatırlatıyor.
“Türkiye ve Kıbrıs arasında seçim yapmam gerekse Kıbrıs’ı seçerim”
Halil Duranay’ın hikâyesi Türkiye’de başladı, Kıbrıs’ta yeniden şekillendi…
“İstanbul’da doğdum. Çocukluğum, ergenliğim Darıca’da geçti. Darıca küçük deniz kenarında, taşra bir balıkçı kasabasıdır. Çok sıkıcı bir yerdir. İstanbul’un bittiği noktada Tuzla’ya yakın bir konumda olduğu için ben İstanbul’da çok zaman geçirdim. 1999 depremini de tam merkezde yaşadım. Tüm bunlardan sonra üniversite için yurt dışına gitmeyi zihnime yerleştirdim. 2004 yılında üniversite için Ada’ya geldim. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde siyaset bilimi eğitimi aldım. İnsan gittiği yeri ya çok sever ya nefret eder ya, işte ben Kıbrıs’ı çok sevdim. Yüksek lisansımı İletişim Fakültesi’nde kültürel çalışmalar üzerine tamamladım. Doktoram ise devam ediyor. Hayatta Türkiye ile Kıbrıs arasında tercih yapacak olsam her zaman Kıbrıs’ı seçerim. Kendimi burada çok rahat, keyifli, mutlu hissediyorum, sakin bir hayat yaşıyorum. Çok bilinçli olarak gelmedim ama dönmeyi düşünmedim.”
“Siyaset eğitimi alarak yaşadığım toplumu çok iyi okuyabildim”
Sanata olan ilgisinin geçmişten geldiğini anlatan Halil, müzik, resim ve edebiyatla hep yakından ilgili olduğunu söylüyor.
“Sanata olan ilgimin ailemden gelen bir şey olduğunu söyleyemem. Ailem çok olağan insanlardır. Hatta evimizde hiç kütüphane bile olmadı. Türkiye’de taşrada yaşamak insanı milliyetçilik ve dincilik ablukasına sıkıştırır. Belki de siyasete yönelme nedenim büyüdüğüm yerdir. Kendime ve birlikte büyüdüğüm arkadaşlarıma baktığımda Darıca’da yaşadığımız baskılardan ötürü arayışlara girdiğimizi düşünüyorum. Amatör olarak çizerliğim var, resim yapmayı, resim seyretmeyi hep çok sevdim. Zaman içinde avangart (yenilikçi, deneysel) sanata izleyici ve okuyucu olarak yöneldim. Türkiye’de yaşadığım dönemde fiilen müzik yaptım. İki müzik grubum vardı, kayıtlar yaptık. Bir dönem avangart rock müzik ile ilgilendim. Gitar, davul, klavye çaldım. Daha sonra efektler ile ilgilenmeye başladım. Ses deneyleri yaptık, deneysel müzikler yarattık. Siyaset eğitimim sanatta da işime yaradı. Yaşadığım toplumu çok iyi okumama olanak yarattı.”
“Gonzo gazeteciliğine göre tarafsızlık diye bir şey yoktur”
Sanata, edebiyata olan ilgisi zaman içinde Halil’i bir yayın evi kurmaya yönlendirdi. Kült Yayınevi’nin ayırt edici özellikleri kadar kuruluş süreci de hayli ilginç.
“2010 yılında dijital yayın yapan Gonzo Corpus isimli bir dergi hazırlamaya başladık. Adını Gonzo gazeteciliğinden almıştı. Gonzo gazeteciliği Vietnam savaşında ortaya çıktı. Metinleri öznel olarak üretmek, biraz da onu kurgulamakla alakalıydı. Hunter Thompson’ların yarattığı bir ekoldür. Gonzo gazeteciliğe göre tarafsızlık diye bir şey yoktur. Yazan zaten bir taraftır. Haberi roman gibi anlatır. Uydurmalar da ekler. Hunter Tompson Gonzo gazeteciliğine bir Vietnam hikâyesi ile başladı. Savaşa gittiğini, cepheden haberler geçtiğini iddia etti. Bu haberlerle ortalık karıştı, büyük sansasyonlar yarattı. Aslında Amerika’dan dışarıya bile çıkmamıştır. Vurgulamaya çalıştığı kimsenin eleştiremediği bu savaşı, yarattığı soyut hikâye üstünden eleştirmeyi başarmış olmasıydı. Bu, zaman içinde bir yönteme dönüştü. 1960’lı, 70’li yıllarda toplumsal hareketlerde çok etkili olan bir tekniktir. Biz de dergiyi çıkarırken bunları referans aldık. Hiçbir ideolojiye yaslanmayan, herhangi bir ideolojik, dini vs. jargonu kullanmayan ve bütün klişelerin karşısında yer aldık. Toplumda çürüyen, kokuşan ne varsa, bunları gerektiğinde absürt, gerektiğinde ironi, gerektiğinde sert bir dille eleştirmekten çekinmedik. Her üç ayda bir tema belirlerdik. Onun üzerine serbest metinler yazıp, röportajlar yapardık. Delilik, ölüm, karanlık, konformizm başlıklarında çalıştık… Yalnızca bir dergi değil, vicdani bir tavırdı ve dergi de zaman içinde Kült Yayınevi’ne evirildi.”
“Kült Yayınevi siyasi tarafı olan, hayat felsefesi bulunan tavırdır”
Kült Yayınevini biraz araştırdığınızda https://kultnesriyat.com bir manifestosunun olduğunu, sadece kitap yayınlamaktan öte anlamlar ifade ettiğini görebiliyorsunuz.
“Kült, sadece kitap basan bir yayın evi değil, bir harekettir tabii. Siyasi tarafı olan, hayat felsefesi bulunan tavırdır. Bu tavrın bir ürünü olarak da avangart sanatı çok önemsedik. Dada, gerçeküstücülük ekseni bizim için çok önemli oldu. Ayrıca post modern metinler üzerine çalıştık. Birinci ve ikinci dünya savaşında fütürizm, gerçeküstücülük, çok etkin şekilde alternatif şeyler yarattı. Fakat Türkçe dilinde bu metinlerin çoğuna ulaşamadık. Çevirisi yoktu. Enis Batur 1980’li yıllarda bir gerçeküstücülük antolojisi hazırladı ama Gergedan derginin özel bir sayısı olarak kaldı. Ben ve arkadaşlarım ise en kıyıda, köşede kalan, en uçtaki insanları bulduk. Onların metinlerden oluşan içerikle Kült yayınevini oluşturduk. Ben bugüne kadar yedi kitap çevirisi yaptım. İki de kitap yazdım. Derlediklerim, ‘Dada Bakir Bir Mikroptur’, dünyada ve Türkçe literatürde Dada üzerine hazırlanmış en kapsamlı antolojidir. 2014 yılında basıldı. Dada’nın 100. yılı dolayısıyla 2016 yılında genişletilerek ikinci baskısı ‘Dada Bir Armadillodur’ ismiyle tekrar basıldı. Mektuplar, yazılan küçük defter notlarına kadar yüz elli yılı kapsayan dev bir seçki hazırladık. Yayınevinin ajandasını her zaman biz belirliyoruz. Para kazanalım gibi bir derdimiz yok. Paramız oldukça, zaman yettikçe istediğimiz kitapları çeviriyoruz, kitap yazıyoruz. Dışarıdan dosya falan almıyoruz. Türkiye’nin ilk göçebe yayınevidir. Bürosu yoktur. Kitap olmayan, ince kitapçıklar konusunda Türkiye’de bir kültür başlatmıştır. Bu şekilde başka yayınevlerine de ilham verdik. Tabii dar bir kitleye hitap ediyoruz. En fazla baskımız bugüne kadar beş yüz adet oldu. Ancak bu insanlar yayınevimizi bir ifade alanı olarak görüyor. Bizi okuyor, takip ediyor.”
İki kitap kaleme alan Halil’in üçüncü kitabı basılmak üzere bekliyor. Elbette her biri nev-i şahsına münhasır kitaplar.
“Kült’ün ilk çıkan kitaplarından birini ben yazdım. Likantropi, küçük bir cep kitabıdır. Kültün de manifestosudur, ne olduğunu anlatan kitaptır. Bir 21. yüzyıl okumasıdır. Performans metnidir. Bilinç akışı bir metindir. Bir de benim seyahatlerimde tuttuğum notlardan oluşan ‘Karanlık Çağ Diyetleri’ kitabım var. Gezi hareketi döneminin farklı ülkelerdeki yansımasını anlatıyorum. Bildiğimiz bir seyahat kitabı anlamında değil. Şimdi de ‘Fantom Sancı’ isimli yeni bir kitap hazırladım. Daha önce yaptığım Nietzsche okumalarıyla, onun felsefesi, benim yaptığım okumalara dair aldığım notlarla ilgili.”
“Rüstem’in müthiş bir ruhu var”
Halil, kendini akademisyen olarak tanımlamaktan kaçınıyor ama üniversitelerde dersler veriyor. Yıllardır aşina olduğumuz Rüstem Kitabevi yeni bir çehreye bürünürken de projeye dahil olarak, hayatında da yeni bir dönem başlatıyor. Artık antikacılık, yayıncılık yanında galericilikle de uğraşıyor.
“Akademisyen değilim, tam zamanlı olarak yaptığım bir iş değil çünkü ama akademide olmayı seviyorum, bilgi transferinin devamlılığını sağlıyor. Antikacılıkla da yakından ilgileniyorum, Hippo diye bir antikacı açmıştım. Kapandıktan sonra da Rüstem’e dahil oldum. Ali Rüstem buradaki renovasyon projesine iki yıl önce başladı. 1937 yılından babası Kemal Rüstem’in kurduğu Kitabevi ile başlayan süreç, 1950’li yıllarda yayıncılık serüveni ile devam etti. Bina zaten yüz yılı aşmış durumda, aileden kalan bir yer. Şimdi ikinci nesil olarak, Ali Rüstem burayı kültür merkezine dönüştürmek istiyor. Geçen yıl konu üzerine çalışmaya başladık. Mekâna kitapçı ruhunu kaybettirmeden, kültür formunu ekleyerek yeni bir çehre kazandırdık. Ben bu proje ile haz aldığım her şeyi bir yerde bulmuş oldum. Kitap, antika, sanat gibi… İnsanlar için de farklı konseptleri bir araya getirmiş olduk. Rüstem’in müthiş bir ruhu var. Önemli bir şey yapıyoruz, bence Ada’nın, özellikle kuzeyinin kültür algısını baştan kurguluyoruz. Ayrıca yine burası için bir de müze projemiz var. Onunla ilgili de çalışmaya devam ediyoruz”
“Bir Sanatçının Not Defteri sergisi Ocak sonuna kadar devam edecek”
Galericilik özelinde Rüstem’de atılan adımları, yeni açılacak sergileri Halil bizimle paylaşıyor. Sanat, Rüstem sayesinde artık hayatın içinde var oluyor, ulaşılmaz olmaktan çıkıyor.
“Yaptığımız tam olarak butik galericilik. Tematik sergiler açıyoruz, mekâna, ruhuna uygun eserler sergiliyoruz. Bugüne kadar beş sergi açtık. Arada küçük koleksiyon sergileri de yaptık. Şu anda Günay Güzelgün’nün ‘Bir Sanatçının Not Defteri’ sergisi Ocak sonuna kadar devam edecek. Küratörü Zehra Şonya. Büyük bir serginin ilk ayağı olduğunu söyleyebilirim. Güzelgün’nün burada iki sergisi daha açılacak, sanatsal yaşamından tüm çalışmalarını kapsayacak. Böylesine değerli bir ressamın ilk sergisine ev sahipliği yapmak bizim için çok özel. Ayrıca programımızda nü bir fotoğraf sergisi var. Programda Amerika’da yaşayan Kıbrıslı bir sanatçının sergisi de var. Bu şekilde ajandamızı belirliyor, çalışmaya devam ediyoruz. Sanat denilince insanın aklına burjuva uğraşı geliyor. Biz sanatı snop olmaktan kurtardık. Biz yüksek perdeden açılışlar yapmıyoruz, özellikle bürokratik çevrelerin gelmesini, kurdele kesmelerini tercih etmiyoruz. Sanatı tüm bunlardan arındırdık. Kıbrıslılar müthiş estetik zevke sahip insanlar, onları sanatla daha fazla buluşturmak gerekiyor. Keşke Lefkoşa’ya on galeri daha açılsa… ”