“HALK VAR, TOPLUM YOK”

Sosyolog ve Siyasal Bilimler Uzmanı Hakan Gündüz, Kıbrıs’ın kuzeyinde empati kalmadığı, ‘nefret’ tepkisi olduğu tespitini paylaştı: “Artık burada halk var ama toplum yok."

Ödül Aşık ÜLKER

Sosyolog, Siyasal Bilimler Uzmanı Hakan Gündüz, Kıbrıs’ın kuzeyide empati kalmadığını ve Kıbrıslı Türklerin “yamyamlar” gibi kendi toplumunu yediğini söyledi.

Zihinsel gelişmişliğin en önemli özelliğinin empati olduğunu vurgulayan Gündüz, “Nefret tepkisi var, ‘zaten siz...!’ diye başlar her cümlemiz. Bu, sosyal psikolojik olarak da bir vahamettir. Sonuçta aynı gemideyiz. Yamyamlar gibi kendi toplumumuzu yedik. Bunun adı ‘toplumsal yamyamlık’tır”diye konuştu.

Hakan Gündüz, Kıbrıs’ın kuzeyinde ne kültürel, ne siyasi, ne amaç, ne ülke bilinci, ne de kimlik anlamında, neyin, ne olduğunun tam belli olmadığı bir yapı olduğunu kaydederek, toplumsal anlamda bir çöküş yaşandığının altını çizdi.

“Kimse, büyük çürümüşlüğün toplumsal bir düzeyde olduğunu ve herkesin bunun içinde aynı olduğunu algılamak istemiyor” diyen Gündüz, “Artık burada halk var ama toplum yok. Bize yakıştığını düşündüğümüz yerlere doğru göç ediyoruz, farklı insan kesimleri de buralara gelmeye devam ediyor. Halk var, toplum yok...” dedi.

Türkiye’deki seçim sonuçlarını da değerlendiren Hakan Gündüz, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal olarak nefes alamayacak duruma geldiğinin altını çizerek, seçim sonrasında daha batılı bir tavır beklentisi olduğunu söyledi.

“Radikal, sert, adaletten uzak, suça toleranslı, suça müdahale etmeyen, hepimizin ürperdiği yapının icraatlarının devam etmeyeceğini düşünüyorum” diyen Gündüz, “Türkiye’nin bir yere tutunması lazım, bu da doğu olmaz. Kasa boş, ekonomik çarklar durmuş, akıl ve bilimden yoksun para politikaları ile hiçbir şey yapamazsınız. Bu konudaki ısrar fiili anlamda tükendi. Türkiye’nin, ekonomik anlamda, %70lerde batı ile olan ekonomik ve siyasal entegre olmuş olma gerçeğine dönüp, bu merkezde hareket etme zorunluluğu vardır” ifadelerini kullandı.

“Daha batılı bir tavır beklentisi var”

Soru: Türkiye’de seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gündüz: Türkiye’de iktidarın değişmesini bekliyorduk, arzu ediyorduk, umut ediyorduk. Türkiye’de, ilk defa, değişme dinamiği bu kadar yüksekti. Muhalefetin %60’lık önemli bir potansiyel yakaladığını düşünüyorum ama olmadı.

Muhalefetin kritik hataları oldu. En başta ilk tura yaklaştıkça süreci okuyamadı. Onları aşağıya çeken değişimleri tespit edip önlem alamadı. CHP’nin seçim kazanma konusundaki becerisi kıttır. Aksi Erdoğan ekibi bu kadar yücelmezdi zaten. Erdoğan’ın en büyük destekçisi Bahçeli değil, Kılıçdaroğlu ve ekibinin varlığıdır. En büyük koltuk değneği Kılıçdaroğlu’dur, Kılıçdaroğlu ne yaptıysa, Erdoğan’ın iktidarının devamı sağladı.

Sonuçlar açısından, çok büyük olaylar, çok büyük toplumsal dalgalanmalar olabilirdi. İşlerin bu kadar sakin gitmesi, doğal olmayan bazı durumların varlığı düşündürücüdür. Doğal olmayan bir süreç yaşandı...

Sonuçta Erdoğan kazandı, ama bu seçimden sonra Erdoğan İktidarı dediğimiz yapının değişeceğini düşünüyorum. Bakanlar Kurulu’nun kimlerden oluştuğu ve yurtdışına yapılacak üçüncü devlet ziyareti de önemli. Birinci ziyaret bize olur genelde, ikinci Azerbaycan’a, üçüncü de birinci müttefike... Üçünci ziyaret, bu sürecin nereye doğru evrileceğine ışık tutacak. Erdoğan, bir sene önceki, batıya karşı aşırı sert tavrıyla gitseydi, seçim bu kadar sakin bitmezdi. Bu sukûnet, bir uzlaşma gözlemlememize neden oluyor. Daha batılı bir tavır beklentisi var, sonuçta ülke ekonomik ve sosyal olarak nefes alamayacak duruma geldi. Bu sürdürülebilir bir durum değil. “Batı prangasından kurtulduk, bağımsızlaştık, şimdi dünya devleti olacağız” söylemleri basit propagandalardır. Türkiye’nin bir yere tutunması lazım, bu da doğu olmaz. Kasa boş, ekonomik çarklar durmuş, akıl ve bilimden yoksun para politikaları ile hiçbir şey yapamazsınız. Bu konudaki ısrar fiili anlamda tükendi. Türkiye’nin, ekonomik anlamda %70lerde batı ile olan ekonomik ve siyasal entegre olmuş olma gerçeğine dönüp, bu merkezde hareket etme zorunluluğu vardır.

“Hepimizin ürperdiği yapının icraatlarının devam etmeyeceğini düşünüyorum”

Erdoğan, sağlığı el verdiği müddetçe devam edecek, ki bu beş yıl olur mu bilemiyorum, eğer gözlemlenenler doğruysa ve sağlığı ciddi şekilde bozuksa, bir süre sonra istirahata da çekilebilir. Ben, tüm bunlar ışığında radikal, sert, adaletten uzak, suça toleranslı, suça müdahale etmeyen, hepimizin ürperdiği yapının icraatlarının devam etmeyeceğini düşünüyorum. Önümüzdeki dönem, Erdoğan sonrası bir geçiş dönemi olacaktır. Ne kadar süreceğini göreceğiz.

“Kıbrıs’ta çıkan sonuç, çok şaşırtıcı değil”

Soru: Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan TC vatandaşlarının verdiği oylar ne anlama geliyor?

Gündüz: AKP iktidarında yorulanlar son dönemde burada yaşamaya başladı, daha çağdaş bir yapıda yaşamını sürdürme hayali olanlar buraya geldi. Bir de dirayetli bir Kürt nüfus var. Ayrıca 74’ten günümüze buraya gelip, bu coğrafyada, Erdoğan iktidarının yarattığı kültürel yapıdan daha az etkilenen, daha başka bir yaşam şekli benimseyen kesimlerin varlığı da bu sonucu doğurdu. Burada çıkan sonuç çok şaşırtıcı değil.

“Bencilce davranıyoruz”

Soru: Toplumda bir duyarsızlaşma, sadece bireysel ya da zümresel çıkarlar için harekete geçme var. Eylem yapan kesimlere yönelen tepkiler olduğunu da görüyoruz. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Gündüz: KKTC halkı, kendisiyle ilgili bir çıkar çatışması kapısını çalana kadar, her türlü sosyal olaya tepkisiz ve umursamaz davranıyor. O yüzden, genel olarak verilen tek tepki eylem yapanı suçlamak. O kadar bencilce davranıyoruz ki, tek derdimiz günlük yaşam koşullarımızın bozulmaması. Gelecek bile değil, günlük saatlik...

Hep eylem yapan kesimi suçla... “Sen tamam mısın?”, değilsin. Hem de hiç değilsin. Kimse, toplumsal anlamda nasıl bir çöküş içinde olduğumuzu ve aslında bu yozlaşmanın, büyük çürümüşlüğün toplumsal bir düzeyde olduğunu ve herkesin bunun içinde aynı olduğunu algılamak istemiyor. Hep “onlar” suçlu.

“Halk birbirine nefret kusuyor”

“Eylem yapılacak da ne olacak, boşuna?” deniyor. Boşuna değil aslında, çünkü bizim yönetim biçimimiz saçma sapan bir tarz yarattı, grev ve eylem yapılmayınca, yapması gerektiği uygulamayı yapmıyor.  Madem yapılabilir, neden eylem olmadan yapmıyorsun? Sokağa çıkınca da “niçin sokağa çıktınız? siz zaten doymazsınız” şeklinde halk birbirine nefret kusuyor. Herkes, bir diğerinin kazancıyla ilgili, bilip bilmeden yorum yapıyor.

“Erozyon, toplumsal bir erozyondur”

Öğretmenler, yıllardan sonra, uzun süreli bir eylem yaptı. Öğretmene ciddi eleştiriler geldi. Ben dördüncü kuşak öğretmenim. Ailemde, nenemin dedesi üniversite mezunu öğretmendi, ilk öğretmenlerden... Büyük dayım, nenemin kardeşi öğretmendi. Babam öğretmendi. Tüm bu kuşaklarda, öğretmenlik statüsünün ne anlama geldiğini gördüm, dinledim. Arif Fevzi Hoca dedemin torunu olmanın; hem öğretmen, hem maarif müfettişi, hem de Kamu Hizmeti Komisyonu üyesi Zeki Gündüz’ün yeğeni olmanın; dayım Savaş Öztürk’ün yeğeni olmanın, Peyami Gündüz’ün oğlu olmanın mesleki saygınlığı bugün bile gelip beni bulur. Babam 17 yaşında Mansura’da öğretmen olmuş, üniversiteden önce. Bir senede kazadığı parayla tahsiline başlamış. 17 yaşında bir öğretmen kahveye girdiğinde herkes ayağa kalkarmış. Oralardan, buralara geldik. Kimi eğlence sektöründeki iş kolları kadar saygınlığı olmayan bir meslek grubu haline getirdik öğretmenliği.  Bu erozyon, toplumsal bir erozyondur, sadece mesleki bir erozyon değil. Ama bu, toplum tarafından bir türlü algılanmıyor. Nefret, temel beslenme şeklimiz oldu sonuç da bu.

“Toplumsal yamyamlık”

Eylemler yapılır, hak vermek için düşünmeyiz bile. Zihinsel gelişmişliğin en önemli özelliği empatidir. Hayvanlar empati yapamaz, insan yapar. Yapanlara “medeni” diyoruz, bizde empati yok.  Nefret tepkisi var, “zaten siz...!!” diye başlar her cümlemiz. Bu, sosyal psikolojik olarak da bir vahamettir. Sonuçta aynı gemideyiz. Yamyamlar gibi kendi toplumumuzu yedik. Bunun adı “toplumsal yamyamlık”tır.

Toplumu nasıl tanımlarız? Tarihi bir geçmişe sahip, tarihi geçmişin getirdiği kültür, yaşam biçimi, değerler ve kimlikle bir arada olan büyük bir mozaik... İşte bu yok. Kıbrıs Türk toplumu ya da Kıbrıs Türkü, her ne dersek, 1571’den beri kökleri adada olan ve o kültürle gelip, sonrasında Türkiye’den ya da başka yerden gelip buradaki kültürle yoğrularak, kendini bu topluma ait hisseden toplum artık yok. KKTC’de, bu coğrafyada bir halk var. Halkla toplum birbirinden farklıdır. Halk için vatandaşlık yeter. Ama toplum için bahsettiğim şeyler olmalı, ki artık bunlar ortadan kalktı. Belki bilinçli kaldırıldı, ama biz de buna izin verdik. Gidişatın buraya geleceği çok belliydi. Şimdi, kültürel anlamda da, siyasi anlamda da, amaç anlamında da, ülke bilinci, kimlik anlamında da, neyin, ne olduğu tam belli olmayan bir yapı içindeyiz. Böyle bir yapı içerisinde, toplumsal eylemlerin de sağlıklı yapılması ya da bir sivil grubun yaptığı bir eylemin toplum tarafından da benimsenmesini beklemek fazla iyimserlik olur.

“Toplum olarak, atanmışlığı kabul ettik”

Soru: “Yönetim grev olmadan harekete geçmiyor” dediniz. Neden söylenenler dikkate alınmıyor?

Gündüz: Bu da bizim siyaseti getirdiğimiz noktadır. Biz, toplum olarak, atanmışlığı kabul ettik. Cumhurbaşkanı atandı, kabul ettik. Başbakan atandı, kabul ettik. Toplumun iradesi olan yönetsel irade devri yerine atamayı kabul ettik. Biz yönetmek istemiyoruz... İşimize gelen, en uygun kişi biri yönetsin istiyoruz. Bu da kültürel bir durum, gelenek aslında. Yapamıyoruz, başaramıyoruz. Lider istiyoruz. Yarım yamalak da olunca sonuç ortada.

Bu toplum bu yönetim biçimini kabul etti. Yıllarca protokollere imza atıp uygulamadık. İmza atıp uygulamayınca, şahsi anlamda da, temsili anlamda da aslında kendi iradenin hiçliğini ilan eden biziz. Şimdi taraflar zaman tablosu yaptı. Bu tabloya göre ilgili yasalar mutlaka geçecek. Öğretmenlerin itirazlarının temeli 2012’de yapılmış bir çalışmadır. Konu bir senedir meclistedir, “komisyondan geçecek” emri geldiğinde uyanıp, eylem yapmaya başlıyoruz. Kıbrıs Türkü’nün genel hali budur. Konuyu kapıya getirmeyeceksin. Madem ki, Türkiye ile bu ilişki devam edecek, projemizi yapıp gitmeliyiz. Projeyi, bilmeyen, toplumu tanımayan yapar sen de altına imza atarsan, bir, iki, üç sonuç bu. Biz çalışmıyoruz, proje üretmiyoruz. Ya biz götürelim ya da yaptıkları doğru ve uygun değilse, değiştirelim, bilimsel çalışmalarla ikna edelim. Bu bizde yok. “Yaşa efendim. tamam efendim, vatan efendim, millet efendim, sakarya efendim”le bu kadar. Toplumu bu yüzden yok ettik. Yasa var, uygulamıyoruz. Anayasa var, haberimiz yok. Meclis kürsüsünden çıkıp konuşuyor vekil, anayasayı, yasayı bilmediği belli, okusa bile anlamadığı belli. Böyle yasa yapıcılar, uygulayıcılar var. Haliyle, bu devlete de, “bize yakışan bir devlettir” aslında. Vatana, devlete sahip çıkmak, parti ve Türk bayrağı sallamak değildir. Türkiye’de bir filozofun, “biri vatan, millet, Sakarya diyerek politika yapıyorsa, o ülke tehlikededir” diye bir cümlesini okumuştum. Bir bakın, ağızlarından “vatan, millet, Sakarya”dan başka bir şey çıkmayanlar, her zaman yönetimde. Sonuç? Geldiğimiz nokta... Bütün bunlara “evet” dediğimiz için, bu günleri yaşıyoruz, haklarımızı bilmediğimiz için, arkadan iyi eğitilmeyen kuşaklar getirdiğimiz için, neyin ne olduğunu tam farkında olan nesiller yetiştiremediğimiz için bunlar oluyor. Üniversite mezunu olmak, diploma sahibi olmak yeterli değil. Bunun en güzel kanıtı bizim ülkemizdir. Bütün sektörlerde bir arpa boyu yol gidemiyoruz, geri gidiyoruz.

“En iyi bildiğimiz işi yapıyoruz. Rumdan kalan toprakları satıyoruz”

Soru: Ekonomik kriz, çöküntü var. Toplum nereye gidiyor?

Gündüz: Üretemeyen toplumun var olma şansı yoktur. Biz, hiçbir zaman üretime destek vermedik. Üretimden koptuk, koparıldık. Sonra bu hoşumuza da gitti. Üretmek zordur, üretmek dünyanın en kutsal işidir. Üreten, her zaman ezilse de, insanlığın en kutsal işini yapar. Ama biz istemedik, biz çoban, rençber ataların hazır yiyen kuşakları olmayı tercih ettik. Aslanın önüne, her gün yarım kuzu koyarsan, gidip avlanmaz. “Üretmesinler, mesele olur, memurlaştırın” denildi. Hepimiz memurlaştırıldık, hoşumuza da gitti. Ekonominin düzelmesi için, üretmek ve satmak lazım. Hiçbir şey üretmediğimiz için, her şey dışarıdan geliyor. Var olan, gelen para, olduğu gibi geri gidiyor. Böyle bir ortamda ekonomi düzelmez. Üniversiteleri batırdık, turizm öldü, turist yok. Şimdi, en iyi bildiğimiz işi yapıyoruz. Rumdan kalan toprakları satıyoruz. 74’te ganimet bir müddet bizi rahatlattı, Annan Planı döneminde de hareket oldu. Şimdi de, dünyanın her yerinden değil, belli odaklardan yatırımcıların yoğun bir mal alışı var. Bundan dolayı hazineye bir para giriş oluyor. Biz de onlardan alınan vergilerden aldığımız maaşlarla, her şey tamam zannediyoruz. Pahalılık oluyor ama maaşlar da geliyor. Böyle bir ortamda ekonomiyi sağlıklı yorumlamak çok mümkün değil.

“Halk var, toplum yok”

Çocuklarımız geri gelmiyor. Gelenler de, Rum tarafına geliyor, buraya gelmiyor. Bir müddet önce, Türkiye’den plansız, programsız ve yığınlar halinde, farklı kültürlerden, onlara da bir şekilde haksızlık yapılarak getirilenlere tepki gösterirken, şimdi artık Pakistan’dan, Afrika’dan gelenler var. Yani artık burada halk var ama toplum yok. Bize yakıştığını düşündüğümüz yerlere doğru göç ediyoruz, bu insan kesimleri de buralara gelmeye devam ediyor. Halk var, toplum yok...

Röportaj Haberleri