Kıbrıs sorununun çözülmesi gerektiği, Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği üyeliği ile dünyaya entegrasyonunun siyasi veya dönemsel bir tercih olmadığı açıktır.
Siyasi kararı kavrayabilmek için, ortaya konan tavrın tarihsel ve sosyolojik arka planını gözden kaçırmamak gerekiyor.
Kıbrıs Türk milliyetçiliği tarafından gerek Kıbrıs Türk halkına gerekse Türkiye yönetimlerine on yıllardır dayatılan ayrılıkçılığın arkasını da görmezden gelemeyiz. Kıbrıs Türk halkının özgün ve bağımsız bir kimlik olarak varlığına olan inançsızlığı yanında, Kıbrıs Rum toplumu karşısında ekonomik ve siyasi anlamda ezik ve edilgen toplum olunduğu önkabulü ile düşünce üretiliyor. Bu duruş aslında düşman veya dost ilan edilen baskın milliyetçi akımlar tarafından da bir veri olarak kabul edilip, kullanılıyor. Ezik ve edilgen duruşlarını çoğu kez Türkiye’nin kültürü, bürokratik, askeri ve ekonomik gücü arkasına saklanarak kendi insanlarına karşı kullanmayı büyük iş sanıyorlar.
Kıbrıslı Türk ayrılıkçı milliyetçileri tarafından yaratılmış olan bu çarpık kültür, bir halkın kendini yok sayması üzerine kurulu. “Halkı olmayan bir devlet” düşüncesinin siyaset bilimindeki yeri hiçlik hükmüdür. Yani halkını sürekli göç ettiren, kendi vatandaşını koruyamayan, kendi halkı için varolmayan hiçbir devletin yaşama şansı yoktur.
KKTC’nin, Kıbrıs Türk halkının kendi iradesi ile adada çözüm olana kadar kendi kendini yöneterek yaşaması mantığı üzerine kurulmamış ve Kıbrıs’ın kuzeyinde bir Türk devleti ihtiyacı üzerinde şekillendirilmiş olması, halk ile devlet arasında sürekli bir uyum sorunu ve gerilim olgusu yaratmıştır.
Örneğin Kıbrıs Türk sağının, dönemsel de olsa Kıbrıslı Türklerin çözüme olan inancının kalmamış olduğuna dair verileri sevinçle karşılamaları aslında madalyonun bir yüzüdür. Üstelik diğer yüzünde çözüm olmazsa olmasın bizim yönetimimiz, devletimiz var gül gibi geçinip gideriz, yazmıyor. Tam tersi, ekonomik sorunların devamı, yeni iş imkanlarına dair olanaksızlık, geleceğin daha iyi olacağına dair inançsızlık ve en nihayetinde giderek göç eğilimini ortaya çıkaracak umutsuzluk yazıyor.
Eğer, “bir Kıbrıslı Türk bile kalmazsa kalmasın” kervanında Kıbrıs Türk sağı da yer alacak, Kıbrıslı Türk milliyetçiler de buna razı olacaksa, bu tarihsel hata ve hastalıklı düşünce mutlaka kendilerini de dönüp vuracaktır.
Dünyanın hiçbir yerinde, kendi siyasi iradesini kendi eliyle yok eden, bunu üç gün daha hükümette kalmak uğruna ihtiyaç duyduğu mali desteği almak için yapan bir siyasi anlayışın olmadığı açıktır.
Kendi kendini yok etmek, kendi kendini yok saymak, kendini imha etmenin adı Kıbrıslı Türk siyasi literatürüne UBP olarak geçecek.
Ve bunun adı devleti var etmek için kendi insanını yokeden, ezen, öldüren, yirminci yüzyılda pek çok örneği olduğu gibi bir faşist bir uygulama olacaktır.