Simge Çerkezoğlu
Can Dündar’ın son kitabı “Abim Deniz”, Deniz Gezmiş’in derinlerine dalan, bize bundan önce yayınlanan kitaplarından farklı olarak, onun iç dünyasının kapılarını açan bir eser…
Küçük kardeş Hamdi Gezmiş’in anlatımı ile Can Dündar tarafından kaleme alınan kitapta onun kardeşiyle yaptığı sütlaç kavgası da var, Deniz’i ilk gördüğü anki hali de…
Kıbrıs Türk Eğitim Vakfı tarafından düzenlenen etkinlik için ülkemizde bulunan Hamdi Gezmiş hem ağabeyi Deniz’in hem de kitabın hikayesini bizimle paylaştı. Can Dündar’ın gıda zehirlenmesi nedeniyle gelemediği etkinlik öncesi konuştuğumuz Hamdi Gezmiş, yeniden ve yeniden duygu dolu anlar yaşadı…
************************
DENİZ’İN DERİNLERİ
Bunca yıl farklı kaynaklardan hem ağabeyiniz hem de arkadaşları ile ilgili onlarca kitap yayınlandı. Bunlardan bazıları doğruydu, bazıları yanlıştı ya da eksikti. Neden bu kitabı yayınlamak için bu kadar çok beklediniz?
Tüm bu yıllar içinde düzgün çalışmalar da yapıldı. Bunu inkar etmemek lazım. Elbette bu çalışmalar tarihe not düşen, açıklamalar getiren kitaplar oldu. Bunun yanında özellikle son yıllarda sahte birtakım günlükler ya da daha önce yayınlanmış Deniz Gezmiş fotoğraflarını spekülasyonlarla ilk kez yayınlamış gibi göstermek isteyenler de oldu. Bazı kişiler bunlardan maddi, manevi prim sağlamaya çalıştı. Bazıları aileden görünmeye çalıştı. Bu çabalar bilgi kirliliği de yaratıyordu. Böylece kafamda hep olan bu projeyi hızlandırmaya karar verdim. Düşüncemi gazeteci, yazar Can Dündar’a açtım. Onun kaleme almasını istiyordum. O da bundan büyük memnuniyet duyacağını ifade etti. Hep beraber yoğun bir çalışmaya giriştik. Bekleyişin nedeni ise bir efsane olarak kalması bana aslında daha uygun geliyordu. Anılarının çok böyle ortaya saçılmasını istemiyordum. Bende hakim olan düşünce buydu. Fakat işte bunların uzun süre derli toplu bir arada tutulması saklanması da iyi oldu. Doğru zamanı bekliyorduk ve zamanı da gelmişti.
Böylece Deniz Gezmiş’in sadece mücadele yönü değil onun hayatına dair, size ve ailenize özel anılarını da okuyucularla paylaşmış oldunuz…
Tabii bu kitabın önemli tarafı ağabeyimin siyasi duruşunun ötesinde insani yapısı ve o dönemde ailede yaşananlar, gelişen olaylar, geçmişten geleceğe yaşananları içermesi. Bunun yanında kökenlerimize kadar giderek her şeyi anlatmış olmam. İstedim ki insanlar bizi olduğumuz gibi tanısın. Övünmek amacıyla değil, kim olduğumuz bilinsin, doğru bilinen yanlışlar düzeltilsin istedim.
Siz bu kitapta okuyucuya Deniz’in derinlerini verdiniz. Biraz daha kitabın içeriğine dönecek olursak okuyucu başka kitaplardan farklı olarak bu kitapta neler buluyor?
Deniz ağabeyimin bir sürü mektubu vardı kitaba da bu mektupları koyduk. Bunların tümü ölümüne çok yakın tarihlerde yayınlanmıştı. O mektuplarda neler hissettiği, neler okuduğu, nelerle ilgilendiği yazıyor. Bağımsızlık vurgusundan hiç vazgeçmediği de apaçık görünüyor. Öldüğünde 25 yaşındaydı, elbette eksiği, hatası vardı. Her insanın vardır. Ama o çizgisini de hep korudu. Neyse öyle kaldı. Her zaman gerçekçi düşünen ve yaptığı işlerden anlam çıkarılabilecek birisi oldu. Deli fişek gibi bir insandı.
********************
DENİZ’İN SON GÜNLERİ
Kitapta Deniz Gezmiş’in özellikle de son günlerinde Ahmet Arif’i, ki o zamanlar henüz genç bir yazardı, ilgiyle okuduğunu öğreniyoruz. Özellikle şu mısranın altını çiziyor; “Nasıl da yılları buldu bir mısra boyu maceram…” Acaba olacakların hep farkında olarak mı yaşadı?
Mutlaka ağabeyim ileri görüşlü bir insandı. Gelecekte kendisinin daha çok anlaşılacağını biliyordu ama tabii o kadar güçle kısa vadede sonuç elde edilemeyeceğini hem o hem de diğer arkadaşları biliyordu. Her şeyin farındaydılar. Hep söylüyoruz bir kıvılcım çıkarmak, bir ışık tutmak için o kuşağın en cesaretli, en bilgili, en kültürlü, en lider vasıflı insanları kendilerini feda ettiler. Bu bir gerçek, belki kısa vadede yenildiler ama onlar da biliyordu ki uzun vadede kazanacaklardı. Zaten böyle bir umut olmasa idam sehpasında dahi geleceğe yönelik umutlardan bahsetmezlerdi.
Sanırım sürecin bu şekilde sonuçlanacağını da tahmin ediyordu. Bir anlamda bile bile ölüme yürüdü…
Bence biliyordu, zaman zaman bizlere de belli ediyordu. Kitapta da var, mektuplarda da bu görülüyor, hissediliyor. Temmuz 1971’de başlayan mahkeme süreci daha sonra Ekim ayında sonuçlanıyor. Sonra da malum meclisteki, senatodaki süreçler başlıyor. En başından itibaren böyle bir sonuca hazırlanmamız gerektiğini de mektuplarında belirtiyor. Fakat bundan da en ufak bir korku duymuyor. Belki korkmak insani bir duygu ama sadece o değil tabii, diğer arkadaşları da bu durumu metanetle karşılıyor. İdam sehpasından önce de yazdığı mektupta en ufak korku ifadesi yok. Cümleleri çok net, elleri bağlı olduğu için dikte ettirmiş ama belli oluyor. Kitapta da okuyoruz. İmzasını atarken bile tereddütsüz atmış.
Ağabeyiniz, kardeşiniz Deniz Gezmiş’in bugün Türkiye’de direnişin simgesi olduğunu düşünen kesimler var. Siz de bu şekilde hissediyor musunuz?
Mutlaka bu biraz dünyadaki Ernesto Che Guevera örneğine benziyor. Sadece belli görüşteki insanlar değil de toplumun çok böyle değişik yelpazesinden insanlar onda aradığı şeyleri buluyor. Kimisi kahramanlık, kimisi yurtseverlik, kimisi cesaret, kimisi düşüncelerine bağlılığı ve onlardan taviz vermeyişini benimsiyor… Sonuçta herkesin onda bulduğu bir şey var. Bu da onu buralara taşıyor.
*********************
KIBRIS’A İLİŞKİN ANI
Kıbrıs’la ilgili ağabeyiniz Deniz’le ortak bir anınız var mı? Kıbrıs konusundaki duruşu nasıldı?
Tabii hatırlıyorum, soyismi aklımda yok ama Kıbrıslı bir Hasan ağabeyimiz vardı Bayrampaşa’da. Ben de o dönem ağabeyimin yanında gözaltına alınmıştım. O Hasan ağabeyimizle şakalaşıyordu. Ona Kibrisli diyordu. Zaten biliyorsunuz kitapta da bahsediyorum. Çok şakacı biriydi. Herkese göre esprileri vardı. 1960’lı yıllarda Kıbrıs’la ilgili mitingler yapılıyordu. Nitekim kitapta da var ağabeyim de bu mitinglere katılmıştı. Ben o yıllarda ortaokuldaydım, bizi okuldan alıp zorunlu götürürlerdi. Yönlendirmeydi tabii. Yine de ağabeyim bu mitingleri de anti emperyalist gösteriye dönüştürmeye gayret ediyordu. Belli bir modeli kabul etmiyordu, illa ki kendi kafasındaki modeli uygulamak isterdi.
Bazen baktığınızda ağabeyiniz Deniz Gezmiş’in çok milliyetçi duruşlar sergilediğini düşündüğünüz ya da onu eleştirdiğiniz oluyor mu?
Hayır, bence milliyetçi değildi. Yurtseverdi evet ama yurtseverlik ayrı milliyetçilik ayrı. Babamın bir sözü vardı kitapta da yer verdik; “Deniz, aşırı yurt ve insan sevgisinin kurbanı oldu.” Gerçekten de öyleydi. İnsanları çok severdi. Tüm canlıları. Yurdunu da çok severdi. Bu duygusu çok güçlüydü. Milliyetçilikle alakası yok ama aksine ben de hatırlıyorum, o dönemleri yaşadım 1969’dan 1973’e kadar üniversitedeydim. 1968 kuşağının yaşadıklarına tanık oldum. Unutmuyorum üniversite işgalinde kendisi geri planda duruyordu. Gerçek lider oydu oysa. Resmi işgal konseyi başkanlığına ise bir Karadenizli, Bozkurt’un oğlunu ve Kürt kökenli Kemal Bingöl’ü başkan olarak önermişti. O dönemde böyle milliyetçi ayrımlara karşıydı. O birliği sağlayabiliyordu. Öyle bir gücü vardı. Zaten gerçek liderler birlikteliği sağlayan insanlardı. O dönemde birçok kafası çalışan cesur insanları toplu olarak katlettiler. Gerek idamlar, gerekse de Kızıldere katliamı buna örnektir. Burada öldürülen gençlerin hepsi lider olma vasfına sahipti. Zaman zaman da düşünüyorum bu acaba bilinçli bir politika mıydı diye. Zaten 1970’li yılların sonunda ülkede kargaşa ve bölünme hâkim oldu.
***************************
DENİZ GEZMİŞ VAKFI
“Ağbim Deniz” kitabı başka bir projeyi daha, Deniz Gezmiş Vakfı projesini de beraberinde getiriyor. 28 Şubat Deniz Gezmiş’in doğum gününde sanırım bu konuda ilk adım atılmış olacak…
Ben kafamda kitap projesini oluştururken bunun ticari olmasına da hep karşı durdum. Marka yapmak istediler. Çok mücadele verdik, başarılı da olduk. Üstünden ticaret yoluyla rant sağlamaya çalışanlara tepki gösterirken kendimiz de böyle bir kitap hazırladığımız zaman bunun telif bedelini ne yapacağımızı düşündük. Bunun bir kuruşunun dahi cebimize girmemesi gerekiyordu. Vakıf kuralım dedik. Neyse az ya da çok aileye düşen geliri vakfa aktaralım. Bu vakıf da eğitime, araştırmaya destek versin, paneller organize etsin, yarışmalar yapsın, ödüller versin dedik. Çevrede de çok ilgi gördü. Biz de 28 Şubat tarihinde bunun başvurusunu yapmaya hazırlanıyoruz. Sonrası için tabii binamız da olacak. O zaman bir odasında elimizdeki objeleri, giysileri, eşyaları ve mektupları sergilemeyi düşünüyoruz. Bir anlamda vakıfla birlikte onu kurumsallaştırmak da istiyoruz.
Ulucanlar Cezaevi Müzesi de bugün benzer bir amaca hizmet ediyor… Gidebildiniz mi?
Biliyorum ama gidemedim. Ayağım hep geri gitti. Ama istiyorum. Belki ileride giderim. Aradan kaç yıl geçti hala yaşadıklarımızın etkisinden kurtulamadım. Ankara’ya bile aylarca gidemedim. Travma, çok ciddi bir travma yaşadık. Kolay mı? İnsan ister istemez acı çekiyor. O günlerde gençtim belki başka şeyler de yapmak istedim ama bugün artık daha gerçekçi düşünüyorum. Bireysel kinin anlamı yok. Zamanla bu günlere geldik.
*******************************
Can Gezmiş
Hamdi Gezmiş’in oğlu Can Gezmiş… Üzerine fazla sorumluluk yüklememek adına ona Can adını vermeyi uygun görmüşler…
Babamın hep böyle bir planı vardı. Sadece uygun zaman ve zemini bekliyorduk. En sonunda Mayıs gibi karara vardık. Tüm yaz boyunca ben, babam ve Can Dündar çalıştık. Oturduk araştırdık. Ülke içini, dışını dolaştık. Ortaya güzel bir şey çıktığı kanısındayım. Benim için de gurur verici bir eser oldu. Genç yaşımda bunları tecrübe ettim.