Hamitköy ve Akçiçek’te kazılara devam…

Sevgül Uludağ

KAZILARDA SON DURUM… KAZILARDA SON DURUM…

 

Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürütmekte olduğu kazılara aşırı yağışlar elverdiği oranda kesintisiz biçimde devam ediliyor.

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi’nden aldığımız bilgilere göre, Hamit Mandrez’de (Hamitköy) hapishane yakınlarında yürütülmekte olan kazılarda trençlemeye devam ediliyor ve bu bölgede üçüncü bir toplu mezar aranıyor. Daha önce, bilindiği gibi bu bölgeye yakın bir alanda iki toplu mezar bulunmuştu. Bu toplu mezarlara, 1974’te savaşta öldürülmüş olan ve özellikle Kızılbaş yöresinden naaşları toplanmış olan Kıbrıslırum askerler gömülmüştü…

Üçüncü toplu mezar da yine aynı bölgede aranıyor.

Aynı şekilde Siskilip’te (Akçiçek) trençleme devam ediyor.

1963 “kaybı” bazı Kıbrıslıtürkler’in gömülmüş olduğu sanılan Strovulos’taki sıra kuyulardaki kazılar da sürdürülüyor.

Strovulos’taki bir kuyuda 10 metre derinliğine ulaşıldı ve kuyudaki su dışarıya transfer ediliyor.

Lefkonuk’ta (Geçitkale) bir okurumuzun göstermiş olduğu alanda ve Yerani’de (Turnalar) kazılara ise çamurdan ve aşırı yağışlardan dolayı kazılara geçtiğimiz Perşembe gününden bu yana ara verilmiş bulunuyor.

Kazı ekiplerindeki tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.


BASINDAN GÜNCEL…

 

“Bir kez daha savaş ve barış üzerine…”

Yusuf NAZIM

 

Savaş yoksullar için vatanseverlik, zenginler içinse bir iştir.

Adam, sanki bilinmeyen bir dilde konuşmaktadır.

Biraz dikkat edildiğinde, hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Açık seçik Arapça’dır konuşması. Küçük bir çocuğun eşliğinde ürkek adımlarla yürümektedir.

Bir babadır o. Savaşta kaybettiği çocuğunu aramaktadır.

Nice acıların yaktığı, ihanetin kuruttuğu, ölümlerin kavurduğu bir ateş denizinden savrulmuştur. Savaşın, barutun, yok etmenin coğrafyasından kurtulup gelmiştir.

Demokrasi ve özgürlük götürme heveslilerince ülkesi kan gölüne çevrilmiştir onun. Akıl almaz dramların yaşandığı, ailelerin parçalandığı, ocakların dağıldığı bir ülkedir burası. Ölüleri yüzbinlerle sayılan, göç edeni milyonlarla ifade edilen, yanmış, yakılmış, harap olmuş bir coğrafya…

*  *  *

Suriyeli babanın, yıllardır sürdüğü iz onu, Türkiye’de bir şehrin kenar mahallesine kadar getirmiştir. Küçük bir çocuk ona yol göstermektedir. Bir mobilya atölyesinin önüne gelirler. “İşte burada,” der çocuk.

Baba ürkek adımlarla girer içeri. Birisiyle selamlaşır, konuşur, bir şeyler söyler ona. Konuştuğu kişi, hızar sesleri arasında, eliyle içeriyi işaret eder. Tiner kokulu atölyenin derinliklerinden bir oğlan çocuğunun başı gözükür…

Gerisini tarih kitapları nasıl yazacaktır, bilinmez.

İçerden bir çocuk değil, bir yavru çıka gelir. Kan revan içinde bir savaşta kaybolmuş; acının, vahşetin, ihanetin, yok olmanın girdabından kurtulmuş babasıdır karşısındaki…

Bir anda atölyedeki tezgâhların üzerinden fırlayıverir. Bir kuş gibi kanatlanır adeta, havalanır, uçar, babasının üzerine atlar. Birbirlerine sarılırlar, öperler, koklarlar, kucaklaşırlar…

Dakikalarca sürer baba oğulun kucaklaşması. Onları bu kadar sarmaş dolaş yapan, Orta Doğu’yu cehenneme çevirmiş bir savaşın korkusudur. Yıllar süren ayrılıktan sonra baba ile oğlu böylesine kenetleyen insan olmanın, terin, tenin, özlemin, barışa duyulan hasretin kokusudur…

 

Savaşsız bir dünya için

İnsanlık, ölümü yenmek ve yaşamı çoğaltmak adına muazzam çalışmalar yapmaktadır.

Bir yanda çocuk ölümlerinin azaltılması, tedavisi mümkün olmayan hastalıklara çare bulunması; kanserin, AIDS’in, genetik hastalıkların yok edilmesi için büyük mücadeleler vermektedir. Bunun için laboratuvarlar kurulmakta, araştırma enstitülerinde milyarlar harcanmakta, üniversitelerde büyük bilimsel çalışmalar yürütülmektedir.

Ne yazıktır ki aynı insanlık, yaşamı bitirmek ve ölümü çoğaltmak üzerine de benzer çalışmalar içerisindedir.

Toplu şekilde insanlar nasıl öldürülür? En hızlı, en acısız, en kolay ölüm nasıl gerçekleşir? İnsanlar topluca ölürken, binalar, yollar, köprüler nasıl ayakta kalır? Tüm bunlar üzerine AR&GE çalışmaları yapılmakta, çok büyük paralar harcamaktadır. Acı olanı ise, bunun için bilimin ve bilim insanlarının kullanılmasıdır.

*  *  *

Savaşların değişmeyen tek geçeği varsa o da, canlılarla başlayıp ölülerle bitmesidir.

İnsanoğlu, hemcinslerini ve beraberinde doğayı da öldürmek için niçin silah üretir? Bu nasıl bir dünyadır? Bunca tank, uçak, savaş gemisi, bombalar, roketler, silahlar, mermiler, gaz ve zehir, kimyasal ve biyolojik silahlar neden üretilir?

Dünyadaki en kutsal savaş açlıkla olan savaştır. Buna rağmen, dünyada açlık çeken 800 milyon insanı, tam 83 kez doyuracak kadar para her yıl neden silahlanmaya harcanır?

Nasıl bir gelişmişlik, ne menem bir uygarlıktır bu?

*  *  *

Bugün, savaşsız bir dünyaya layık insanlık.

Ölümün, acının, ayrılıkların olmadığı bir ülke istiyoruz.

 

Çok mu şey istiyoruz?

Ne Türk’ün onurunun kırıldığı, ne Kürdün gururunun incindiği bir ülke istiyoruz. Ne Ermeni’si, ne Rum’u, ne de Yahudi’si, biri diğerine üstün olmasın istiyoruz! Almanı, İngiliz’i, Arap’ı, Afrikalısı, Kızılderili’si; hepsi ama hepsi eşit olsun; her dinden olanı; Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Yahudi’si; dindarı, dinsizi; Alevi’si, Sünni’si aynı olsun; ama erkek, ama kadın, cinsel tercihi ne olursa olsun, yeter ki insan olsun. Ne sınırların bölücü duvarları, ne bayrakların ayrım yapan gölgesi, ne de devletlerin Nemruttan beter kibri; hiçbiri olmasın istiyoruz!

Ne tankları olsun insanlığın, ne de savaş uçakları, atom bombaları, gemileri; ne S-400’ler üretilsin, ne Patriotlar, Exocetler satılsın; ne de bunları üreten silah fabrikaları yapılsın... Tek bir tüfek, tek bir top, tek bir mermi dahi üretilmesin.

Bütün savaşlar, cümle düşmanlıklar, yekûn eşitsizlikler son bulsun.

Yeni yılda barış üstünüze olsun.

(T24 – YUSUF NAZIM – 1.1.2019)