Tuncer Bağışkan
Mustafa Mehmet Buba Gabardi anlatmaya devam ediyor
Hamit’in ilk karısı Bafidi Emete’den doğan Hacı Hüseyin’in Hamit Buba’nın oğlu olduğu söylenmekte ise de, ondan “Buba Sülalesi” olarak söz edilmemektedir. Bu nedenle, Hacı Hüseyin’in Hamit’in değil de Emete’nin ilk evliliğinden olduğu, ya da öz oğlu olmasına karşın, Hamit’den boşanan ilk eşi tarafından soyadının değiştirildiği olasılığı akla gelmektedir. Mustafa Gabardi’nin söylendiğine göre Hacı Hüseyin çok açıkgöz olan Akile adında bir kadınla evlenmiş. O kadar kurnaz birisiymiş ki, Hamit Buba’yı kandırarak malının büyük bir kısmını kocası Hacı Hüseyin’e vermesini sağlamış. Bu kadının, kulakları ortadan kesik uyuz bir eşeğinin olduğu halen anımsanmaktadır.
Hamit Buba’nın asıl oğulları olan Ali Buba (1872 – 1954) ile ‘Hacı Dede’ lakabıyla bilinen Mehmet Buba (1879 – 1961) büyüyüp çobanlık yapmaya başladıktan sonra, Hamit Buba Lefkoşa’da dükkan alarak 70-80 yaşları arasında orda kalmış. Onu hatırlayanlar uzun sakallı olduğunu söylüyorlar. Yaşamının son 11 yılını Ali Buba Mahallesi’nde oturan oğlu Ali Buba’nın yanında yatalak geçirmiş. Gündüzleri Ali Buba onu omzunda evin sündürmesine taşır, gece olmadan da yedirip içirdikten sonra yatağına taşırmış. Hamit Buba ölmeden önce iki oğluna hayvanlarıyla tarlalarını vermiş; beraber çalışmalarını, hırsızlık yapmamalarını ve kazandıklarını bölüşmelerini öğütlemiş. Bu nedenle iki kardeş yıllarca, biri çift sürerken, diğeri de çobancılık yapmış. Kazandıklarını bölüşmesini bilmişler. Nihayet Hamit Buba 110 yaşında ölmüş. O dönemlerde Hamitköy’de mezarlık olmadığından, ya da zenginlerin gömüldüğü yer olarak kabul edilen Lefkoşa’daki Girne Kapısı mezarlığına gömülmüş. Mezarının, mezarlığın batı giriş kapısı yanında olduğu ve şimdilerde TC Büyük Elçiliğinin olduğu yerde, ya da buradaki yolun hemen altında kalmış olabileceği tahmin edilmektedir.
Mustafa Gabardi’nin akıldan yaptığı ilk hesaplamalara dayanarak, köyün yaklaşık kuruluş tarihi ile Hamit Buba’nın doğum ile ölüm tarihlerinin belirlenmesi mümkün olabilmiştir. Mustafa Gabardi’ye göre Hamit Buba 110 yaşında vefat ettiğinde, Mustafa Gabardi’nin babası Mehmet Buba 7 yaşında, Ali Buba ise 14 yaşındaymış. Ali Buba 1954 yılında vefat ettiğinde 82 yaşındaymış. Dolayısıyla verilen bu bilgiler ile derlenen diğer bilgilere dayanılarak Ali Baba’nın 1872 – 1954 yılları arasında, Mehmet Buba’nın 1879 – 1961 yılları arasında ve Hamit Buba’nın ise 1776/7-1886 yılları arasında yaşadığı, Hamitköy’ü ise ilkin bir mandıra olarak XIX. Yüzyılın ikinci yarısında kurduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı’nın 1831 yılı nüfus sayımında burası sayım dışı kaldığından o sıralarda burada herhangi bir köyün bulunmadığı,1896 yılı öncesinde ilkin bir mandıra olarak kurulduğu, daha sonra ise bir köy olarak geliştiği anlaşılmaktadır. Hamit Buba’nın köye kaç yaşında geldiğinin belirlenmesi halinde Hamitköyün kesin kuruluş tarihi ortaya çıkmış olacaktır.
Mustafa Gabardi’nin söylediğine göre, Goca Hamid Arap tipli olduğundan, ona “Abdül Hamit” de derlermiş. Bu nedenle torunlarının bazıları onun tipindeymiş. Ancak aynı görüşü paylaşmayan Derviş Alibaba, Hamit’in Arap olmadığını ve Hamit sülalesine evliliklerle giren esmer tipli kişilerin buna neden olduklarını söylemiştir.
Hamitköy’ün nüfusu, şu anda köyün doğusundaki Ali Buba mahallesinde oturan “Goca Hamit Buba sülalesi”yle çoğalmış. Goca Hamit Buba’nın oğlu olan Ali Buba’nın, Hüseyin, Hasan, Derviş, Fatma, Havva, Hanife ve Firdevs adlı çocukları; Mehmet Buba’nın, Hamit, Hasan, Mustafa Mehmet Buba (Mustafa Gabardi), Hüseyin, Ahmet, Fatma, Emine (Furtuna Emine) ve Ayşe adlı 8 çocuğu olmuş. Ancak Goca Hamit tarafından buraya mandıralar kurulduktan sonra, Küçük Kaymaklı’dan gelen İbro, Cebbar Hüseyin, Tilki Mehmet, Hacı Musa, Hacı Gulumba, Gara Hüseyin (Ahmet Çavuş’un kızı Pembe ile evlendi) gibi aileler de Goca Hamit sülalesiyle karışıp kaynaşmış; evliliklerle nüfusun çoğalmasına katkı sağlamışlar. Ayrıca Hamit’in ilk karısından oğlu olan Hacı Hüseyin’in çocuklarıyla torunları da köyün nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturmuş: Hacı Hüseyin’in Akıle adlı karısından, Efe, Mustafa Çavuş, Emete (Emeture), Veli, Ali Bey, Mehmet, Fatma, Hamit ve Ahmet adlarında 9 çocuğu olmuş. Çocuklarından Ahmet’in, İbrahimi, sütçü Salih, Hasan Bulli, Hüseyin ve Ahmet adlı çocukları olmuş. Hacı Hüseyin’in sülalesinden söz edilirken, Sakallı Mehmet, Galliga Hasan (Goloz), Salliro ve Halil Ali Moda (Halimoda) ailelerinin de adları söylenmektedir. Hacı Hüseyin yaşlandığında ona ‘Emetura’ lakabıyla bilinen Emete adlı kızı bakıyormuş. Bu kız o dönemde bekâr olup köyün batısındaki hanaylı evde oturuyorlarmış. Ancak Emete, babasının mirasına konmak istediğinden, onu tepip öldürmesi için evin huysuz katırını yatağına bağlarmış. Ancak bu katır Hacı Hüseyin’i hiç tepmemiş. Daha sonra Emete, Küçük Kaymaklı’da bahçecilik yapan Topal Mehmet’in oğlu Mustafa ile evlenmiş.
Hamitköy’de çok eskilere dayanan “Hamitler” ile “İbrolar” diye iki sülale de varmış. İbrolar uzun boylu, sarışın olmalarına karşın, Hamitler Arap (esmer) tipli, geniş yapılı ve okumaya önem verirlermiş. İbro sülalesinin kökü olarak kabul edilen İbro (İbrahim), Kafalı Salih’in oğluymuş. Hamit Buba’dan biraz sonra Küçük Kaymaklı’dan Mandrez’e gelip yerleşmiş. Birinci eşinden yedi çocuğu olmuş. 63 yaşında ise Aya köyünde (Dilekkaya) oturan Havva adlı esmer bir kadınla ikinci evliliğini yapmış. Bu kadından da altı çocuğu olmuş. Son çocuğu Deli Ali doğduğunda, İbro’nun, Hacı Musa, Tilki Mehmet ve Emin (Yusuf Paralik’in annesi) adlı kardeşleri varmış. Ayrıca Çaklı Yusuf ile oğlu Durmuş Ali, Yusuf Paralik, Emete, Hasibe ve Salih da İbro sülalesinden gösterilmektedir. 100 yaşında vefat eden İbro Lefkoşa Girne Kapısı mezarlığına gömülmüş.
Mustafa Gabardi’nin anlattığına göre, Hamit’in kaynı olarak gösterilen Hacı Osman, bir zamanlar ev yapmak için İbro ile (ya da Cartavliya Halil ile) köyün bir mil kuzeyindeki düzlük tepeye gitmiş. Orada bir viranelik varmış. Hacı Osman taşları kaldırırken bir taşın altında bir bardak dolusu altın görmüş. Ancak taşı geri yerine koyarak altınları arkadaşından gizlemiş. Yorulduğu ve öğle tatili olduğu gerekçesiyle işi tatil etmiş. Daha sonra yalnız başına oraya gidip altınları almış. Böylece zengin olmuş.
Çok eskiden köy halkının çoğunluğu çobanlık ve çiftçilikle uğraşırken, çok azı ise sütçülük, yoğurtçuluk, babutsa satıcılığı ve gamini ocakları için maca (çalı) sökme gibi işler yaparlarmış. Ancak Mandrez’in sütünü alıp satan sütçülerle, bu sütten yoğurt yapıp satan yoğurtçuların çoğunluğunun Küçük Kaymaklılı oldukları, bunların da Mandrezli çobanlar sayesinde zengin oldukları söylenmektedir.
Köyün fakirleri olduğu gibi, zenginleri de çokmuş. Hamit’ın torunlarından Hüseyin Ali Buba o kadar zenginmiş ki, Baf’tan mevsimlik ırgat getirip çalıştırırmış. Onun, eline hiç orak almadığı ve at sırtında torunlarını gezdirip ırgatları denetlediği söylenmektedir.
Kimileri Mandrezlilerin çok eskiden beri ‘cimri’ olduklarını söylerlerken, kimileri de çok çalışkan, konuşkan ve tutumlu olduklarını da söylemişlerdir.
Hamitköy’ün bol hayvancılık ürününe karşın, yakın geçmişimizde Lefkoşalılar Mandrez’den gelen yumurtaları satın almazlarmış. Gerekçeleriyse, köyde tuvalet olmadığından tavukların açıktaki insan dışkılarıyla beslenmeleriymiş. Ancak 1953 yılından sonra her eve bir tuvalet yapılması şart koşulduğundan Lefkoşalıların Mandrezlilerden yumurta almama ambargosu sona ermiş.
Ersoy Zafersoy’un anlattıkları
Derviş Alibaba ile Fatma Alibaba’dan derlediğim tüm bilgileri Ersoy Zafersoy doğrularken, sadece, Hamit’in Arap olmadığını, Hicaz’dan getirilmediğini ve Asım Danaoğlu ile Halil Şeytan’ın iddia ettikleri gibi köye hırsızlıktan sürgün gelmediğini de söylemiştir. Ayrıca Mustafa Alibaba’dan derlediği bilgilere dayanarak, Goca Hamit’in Lefkoşa’daki Büyük Hamam’ın 50-60 metre batısında bir eviyle mandası bulunduğunu ve kızlarından Halime ya da Emine’nin peştemala sarılıp yıkanmak için Büyük Hamam’a gittiğini söylemiştir. Goca Hamit çok çalışkan ve “on parmağında on marifet” olan bir kişiymiş. Oğlu Mehmet Buba 1961 yılında, Çakli Yusuf’un kızı Emete’yle evli olan oğlu Ali Buba (1872 – 1954) ise 16.7.1954 tarihinde (bir Cuma günü) vefat etmiş. Ali Buba’nın naşı Küçük Kaymaklı İlkokulu’nun önündeki kendi evlerinde yıkandıktan sonra eski Küçük Kaymaklı mezarlığına defnedilmiş.
Yine Ersoy Zafersoy’un aktardığına göre, Zehra Hamit’in eşi olan Mehmet Zeki Akdeniz ile Hamit’in oğlu Mehmet Bubu arasında geçen bir söyleşi Halkın Sesi gazetesinde yayınlamış. Tüm çabalarıma karşın söyleşinin yayın tarihini saptayamamış olmam bir eksiklik olmuştur. Saptayabilmiş olsaydım Hamitköy’ün yakın geçmişini Mehmet Buba’ın kendisinden öğrenmiş olacaktık. Bu konuda tesellim ise köy hakkında araştırma yapacak olanlara böyle bir kaynağın varlığını aktarmış olmam.
Nesrin Bacavuz’un anlattıkları
Hamitköy’de görüştüğümüz Hasan Alibaba’nın kızı Nesrin Bacavuz da Ersoy Zafersoy’un verdiği bilgileri doğrularken, ek bilgiler de vermiştir. Nesrin Bacavuz’un ninesinden duyduğuna göre, Arap ülkelerinden gelen bir kişi Hamit’i Antroligu’dan satın almış ve Küçük Kaymaklı’nın zenginlerinden Hürrem Ağa’ya 60 kuruşa satmış. Hizmetkârlığına karşılık Hürrem Ağa ona her sene bir kuzu (Angoni) veriyormuş. Böylece Hamit’ın davarı çoğalıp zengin olmuş. İlk önce “Bafidi Emete” adında bir kadınla evlenmiş. Bu kadın Baf’tan orakçılarla gelip Hamit’in yanında çalışıyormuş. Hamit onu çok beğenip evlenmiş. Hacı Hüseyin adlı bir oğulları olmuş. O dönemde, ya da ilk karısıyla evlenmeden önce, Küçük Kaymaklılı yaşlı bir kadını dost tutmuş, ya da ona imam nikâhı kıymış.
Ancak bir gün Hamit’in ilk karısı Hamit’in dağarcık içindeki altınlarını çalıp kaçmış. Onunla barışmak için Hamit çok yalvarmış. Hatta bir seferinde Mandrez’in köprüsünde peşine düşerek onunla barışmak istemiş. Ancak kadın ona: “mademki sen beni hırsız çıkardın, ben de seni istemem” demiş. Bir süre sonra kadını evinde ölü bulmuşlar. Hırsızlar tarafından boğularak öldürüldüğü üzerinde durulmuş.
Daha sonra Hamit, 13 yaşındaki Ayşe adlı bir kızla evlenmiş. Bu kız o kadar fakirmiş ki, yamalı elbiseleriyle Hamit’in evine gelin gitmiş. Dört kızı ve iki oğlu olmuş. Kızları Lefkoşa’da doğmuş. Ayşe çok akıllı, hamarat ve kocasına karşı çok hürmetli bir kadınmış. Ona “Ağa” diye hitap edermiş. Evin su ihtiyacını şimdiki caminin yanındaki “Pınar Kuyusu”ndan çekip eşekle eve taşırmış. Ancak ‘müsriflik’ (savurganlık) yaptığı ve evdeki her şeyi erken bitirdiği gerekçesiyle Hamit onu azarlar ve oğlu Hacı Hüseyin’in karısı Akile gibi tutumlu olmasını söylermiş. Bu nedenle evde dirlikleri kalmamış. Oysa evlerindeki her şeyi gelini Akile çalıyormuş. Bir gün Akile’nin evine giden bir misafirin canı hellim böreği çekmiş. O da Hamit’in evine gidip hellim çalmış. Bir süre sonra Hamit gerçeği öğrenmiş. Akile’ye canı gönülden beddua etmiş. Akile’nin eli ayağı kurumuş. O günden sonra da karısı Ayşe ile iyi geçinmeye başlamış.
Goca Hamit ölmeden önce 11 yıl süreyle oğlu Ali Buda’nın evinde yatalak yatmış. Bir gün Hamit’in canı ova pratsası çekmiş. Ancak Ağustos ayı olduğundan ovalarda pratsa bulunmuyormuş. Ali Buba da çarşıdan satın alıp ona yemeğini yaptırmış. Hamit yemeği o kadar çok beğenmiş ki, eşine: “Görürmün Ayşe, ne dadlıdır ova pratsası” demiş. Ali Buba bu olayı “babamı aldattım” diyerek anlatıp durmuş. Bu dönemde karısı Ayşe’ye Armeni mevkiindeki tarlayı vermiş. (Şu anda Nesrin Bacavuz’un evi bu arazide yapılmıştır”.
“Buba” soyadı, Hamit’in oğulları olan Ali ile Mehmet’den kaynaklanmaktaymış. Yoksulların her türlü ihtiyaçlarını karşıladıklarından onlara ‘babalık’ yaparlarmış. Bu nedenle Ali Buba ile Mehmet Buba adıyla anılır olmuşlar.
Ali Buba ile Mehmet Buba ziraat ve hayvancılığın yanı sıra bostan da ekerlermiş. Ali Baba’nın eşeğinin adının Elif olduğu halen anımsanmaktadır. Köyün güneydoğusundaki Armeni bölgesine taşlarla bağlamalar yaptırarak yağmur suyunun akıp gitmesini önlemişler, toprağın gönenlenmesini sağlamışlar ve burasını bostan tarlası yapmışlar. O dönemlerde Mandrez, kavun, karpuz ve pamuğuyla ünlüymüş. Bu arada köydeki bataklığı kurutmak için devletten ‘İngiliz ağacı’ (Efkaliptüs) fidanları alıp ekmişler. Böylece bataklık kurumuş, köydeki sıtma hastalığı da son bulmuş.
Mehmet Buba okumaya çok önem verirmiş. Bu nedenle kızlarının eski Türkçe okuma öğrenmeleri, erkek çocuklarının ise hem okuma hem de yazma öğrenmeleri için halayık olan Aliye ile Hatice adlı iki kardeşi Lefkoşa’dan öğretmen olarak köye getirtmiş. Kızlarına Türkçe yazmasını öğretmeme nedenin ise nişanlılarıyla sözlülerine mektup yazacakları endişesiymiş.
SÜRECEK