Hangi Biz* -II-

Niyazi Kızılyürek: Sağın genel olarak Türk milliyetçiliğinin Kıbrıs Tahayyülü ile bir sorunu yoktur. Tarihsel ve ideolojik olarak bu böyle.

Niyazi Kızılyürek

niyazi@ucy.ac.cy

 

 

Geçen haftaki yazıda Kıbrıs’ta tarihsel olarak  “Biz” meselesine neden daha çok solcuların el attığı üzerinde durulmuştu…

Sağ’a gelince. Sağın genel olarak Türk milliyetçiliğinin Kıbrıs Tahayyülü ile bir sorunu yoktur. Tarihsel ve ideolojik olarak bu böyle. “Gelen Türk Giden Türk” anlayışı veya Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’nin uzantısı olması bazı çevrelerde bir tür “Kıbrıslı-Türklük” duyarlılığı tetiklese de, genel olarak “Anavatan Türkiye” ile kucak kucağa yaşamak sağ çevrelerde ideolojik bir huzursuzluk yaratmıyor. Böyle olduğu halde Kıbrıs’ta yaşayan Türkiye kökenli nüfustan sağın rahatsızlık duyduğunu görüyoruz. Fakat sağın tepkisi ile solun tepkisini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Kıbrıs Tük solu, en azından tarihsel olarak, Türk milliyetçiliğinin Kıbrıs Tahayyülü ile çelişki içindedir. Resmi ideolojisi Türk milliyetçiliği olan Türkiye cumhuriyeti ile sol arasında gerilimlerin yaşanması doğaldır. Sol’un Türk milliyetçiliği ile çelişkisi neredeyse ontolojik bir çelişkidir. 2004 sonrasında bazı kırılmalar gözlemlense de, hatta Türk milliyetçiliğine savrulanlar olsa da, esas itibarıyla sol, farklı bir “Biz” ve farklı bir “Kıbrıs Tahayyülüne” sahiptir. Oysa sağın Kuzey Kıbrıs’ın “Küçük Türkiye” olmasıyla pek bir sorunu yoktur. Peki, sağ açısından sorun nerededir?

Sağın sorunu Kuzey Kıbrıs Küçük Türkiye’sinde “Beyaz Türklerin” yaşayıp yaşamadığı ile ilgilidir. Sağ, Kıbrıs Türkiyeleşirken adaya “Beyaz Türklerin” geleceğini umut ediyordu. “Mavi gözlü”, “sarışın” “Avrupalı Türkler”. Oysa gelenler “siyaha çalan”, “esmer”, “fukara” takımıdır. Sağın derdi budur. Bu bana Almanya’da ırkçılığa karşı kullandığımız bir sloganı hatırlatıyor: “Biz işgücü istemiştik, meğer gelenler insanmış”. Bu sloganı Kıbrıs Türk sağına uyarlarsak şöyle diyebiliriz: “Biz medeni Avrupalı Türkler istemiştik, meğer gelenler cahil Doğulularmış…” Bu yaklaşım, Türkiye’nin büyük şehirlerinde yaşayan “Beyaz Türklerin”  kırsal alandan gelenlere bakışıyla benzerlik gösteriyor.

İşte tam da bu noktada sağ elitlerin “Ulus ile Vuslatta” yaşadıkları düş kırıklıklarına çareler arandığını görüyoruz. “Ev açmayan”, “hırsızlık yapmayan” “Beyaz Türklerin” adaya yerleşmesi için yollar aranıyor. Fakat bu noktada da sorunlar vardır. Kıbrıs’ın kuzeyini “Küçük Türkiye” yapmakta iddialı olan AKP kadrolarının “Beyaz Türklerle” oldum olası sorunları vardır. AKP’nin gözünde onlar “Monşerlerden” oluşan, din-iman bakımından eksikli, milli kültürden yoksun, halktan uzak yaşayan elitlerdir. Yani, Kıbrıslı Türk elitleri gibi, “fazla Batılı”, “az Müslüman’dırlar”. Bu bakımdan AKP Neo-Liberal bir anlayışla Kıbrıs’a sermaye çıkarması yaparken, gelenler yine Kıbrıslı Türk elitlerin tahayyül ettiği geleneksel “Beyaz Türkler” olmayacaktır. AKP döneminde güçlenen Müslüman Burjuvazi mensupları veya “Neo-Beyaz-Türkler” diyebileceğimiz kesimler olacaktır ki, onlar da muhafazakar değerleri en az AKP kadar önemsemektedirler. Bu durumda Kıbrıs Türk sağ elitlerinin kültürel dönüşüme uğramaktan başka bir şansı yoktur. “Ulus ile Vuslatta” ısrar ediyorlarsa, yavaş yavaş muhafazakarlaşmaktan başka bir alternatif görünmüyor. Kıbrıs Türk toplumu içinde keşfedilecek çok fazla “muhafazakar değer” olmadığına göre de Türkiye’den “milli kültür” ithal etmek gerekecektir. Yapılan da budur.

Yukarıda bu süreçte Kıbrıs Türk solunda bazı kırılmaların yaşandığına değinmiştik. Özellikle 2004 sonrası dönemde “Ortak Yurt” kavramına vurguda bir zayıflama olduğunu gördük ve sol ağızlardan adanın birleşmesinin “Tanrı Buyruğu” olmadığını işittik. “Kıbrıs” ve “Biz” tahayyüllerinin sınırlarında yeni düzenlemeler yapıldığına tanıklık ettik. AKP ile barışık olmanın, Kıbrıs’ta barış yapmanın önüne geçtiğini gözlemledik. Bazen sınırları ve ufku dar mikro milliyetçi bir Kıbrıs Türklük hali, bazen de Türklük temelli geniş aile milliyetçiliği sergilendiğini idrak ettik. Sol, 2004 sürecinde 1974 düzeninin “sürdürülebilir” olabileceği yönünde bir kanaatin doğmasına yardımcı oldu ve solun hem zihinsel hem de kurumsal olarak 1974 düzenine entegre olma hevesine kapıldığı görüldü. “Alternatifsiz değiliz” denilerek Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerin tarihsel varlığını sürdürebilmek için Kıbrıslı Rumlarla federal bir devlet çatısı altında örgütlenmekten başka seçenekler varmış gibi bir kanının uyanmasına yardımcı olundu. Vilayetleşme görmezlikten gelinerek, kimi zaman “KKTC’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nden daha meşru” olduğu ileri sürüldü, kimi zaman da ‘Kosovalaşmaktan’ söz edildi.

2004 sürecinin solcu özneleri Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarını AKP hükümetinin duruşu ile tamamen özdeşleştirdi ve Kıbrıs sorununun çözüm sürecini AKP hükümetinin AB karşısında yaptığı manevralara endeksledi. Çözüm sürecinde Kıbrıs Türk toplumunun acil ihtiyaçlarından yola çıkarak bir an önce sonuç almaya yönelmek yerine, Türk-AB ilişkilerinin seyrini dikkate alan bir ‘zamanlama’ politikası uyguladı. Çözüme ulaşmak için esnek politikalar üretmek yerine “çözüm yanlısı görünmekle” yetinildi. 2004 sürecinde Kıbrıs Rum toplumuna bakışta da önemli kaymalar oldu ve ciddi düzeyde “ötekileştirme” yapıldı. Kıbrıs Rum toplumunun meşru çıkarlarından hiç söz edilmedi ve bu toplumun uğradığı hak ihlallerine karşı kayıtsız kalındı. Kıbrıs Rum toplumu ile diyalog kurmaktan kaçınıldı. Barış ve yakınlaşmaya dönük politikalara yeteri kadar önem verilmedi. En önemlisi, çözüm ve barış arayışının kaçınılmaz bir gereği olan Kıbrıs Rum toplumu ile (o toplumun bütün olumsuz tepkilerine rağmen) iletişim kurmaktan kaçınıldı ve “içe büzülme” yaşandı. Hatta Kıbrıs Rum toplumunun olumsuz tutumu bazı kesimlerde temelli ayrılma fikrinin bahanesi sayılmaya başlandı.

Kısacası, bu süreçte sol, milliyetçilik karşısında öznelik kapasitesinde önemli kayıplara uğradı.

Bu zaaflara rağmen Sol’un Ortak-Yurt arayışı devam ediyor. Çünkü bunun bittiği yerde Kıbrıs Türk toplumunun siyasi varlığı da sona erecektir. Yaşadığımız her şey buna işaret ediyor. Ortak-Yurt arayışı devam ediyorsa, yeni “Biz” arayışları da devam ediyor demektir. Bu durumda “Biz” etnik bir kategori olarak “Onlara” karşı kurgulanamaz. Bu tür ayırımlar, kaçınılmaz olarak değersizleştirme ve ahlaki dışlamayı beraberinde getirir. Tam aksine milliyetçiliğin kurguladığı “Biz” ve “Onlar” ayırımını sonlandırmak gerekiyor. Barış, özgürlük, eşitlik ve insan hakları gibi, bir arada yaşamamızı mümkün kılan evrensel değerleri savunmak kaçınılmazdır. Ötekinin sınırlarını, farklılıklarını tanımayan, tüm “ötekiler” bana benzesin isteyen veya ötekiyle ancak kendisi gibi olursa bir arada yaşayabilen kimlikler, Amin Maluf’un dediği gibi, “Ölümcül Kimliklerdir”.

Tüm farklı kimlikleri kesen eşdeğerlikler, ortaklıklar oluşturmak şarttır. Unutulmamalıdır ki, hiç bir kimlik tikel değildir. Kıbrıslı Türk, Kıbrıslı Rum, Kadın, Erkek, birlik ve bütünlük içinde tikel kimlikler değildir. Cem Kaptanoğlu’nun da söylediği gibi, bu kavramlar bir Gösterendir ama Gösterdikleri şey, yani geniş insan toplulukları bu gösterene sığmayacak kadar heterojendir. Ötekinin kendini algıladığı gibi bir kendilik hali yaşamasına tahammül edemeyen, kendi olmayı zaten başaramaz. (Cem Kaptanoğlu, Akıl Defteri, sayı 3, 2010, s.58) Bu yüzden çıkış yolu tikel bir Kıbrıslı Türk kimliği veya Kıbrıslı kimliği olamaz. Çoğulcu-Kimliklerin demokrasi temelinde var olacağı bir düzen kurulması şarttır. Bu da Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanların zihinlerindeki Etnik Mahpushaneyi terk etmeleriyle mümkündür. O mahpushane ki, oradan açılan tünel Kıbrıs Türk toplumunu Kıbrıs ülkesinden uzaklaştırıp, “Ulusla Vuslata” götürür. Yani, Türk ulusu içinde yaşayan “Kıbrıs Kökenli Türklere…”

 

 


* Işık Kitabevi 24. Kitap Fuarı’nda yapılan konuşmanın metnidir.

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri