Uzaktan eğitim halleri tartışmalarıyla bir öğretim dönemi bitti. Hiç açılmayan okullar kapandı ve eğitim dönemi bitti…
Dönem bitti bitmesine de her yıl olduğu gibi yeni “çocuğumu hangi okula göndermeliyim?” telaşı başladı…
Çocuğunun gideceği okulu belirlemek, anne-babaların belki de en çok üzerinde düşündükleri ve bu konuda verecekleri kararın hatalı olma ihtimalinden en çok korktukları konulardan biridir. Oysa anne-baba olarak korkmamız gereken ve bu nedenle de ivedilikle yanıtlamamız gereken esas soru “çocuğum okulda ne öğrenecek?” sorusudur.
Eğitim bilimi literatüründe öğrenmenin ne olduğuna ilişkin çok sayıda kuramsal tanıma rastlamak mümkündür. Davranışcı kuramcılar, öğrenmenin uyarıcı ile davranış arasında bir bağ kurarak geliştiğini ve pekiştirme yoluyla davranış değiştirme olduğunu kabul eder... Bilişsel kurama göre öğrenme, bireyin çevresinde olup bitenlere bir anlam yüklemesidir. Duyuşsal kuramlar, öğrenmenin doğasından çok sorunlarıyla ilgilenirler.
Peki, ama bizce öğrenme nedir? Bizce derken, ülkemizdeki eğitim sistemine yön verenleri kastediyorum. Eğitim sistemimiz öğrenmeyi hangi açıdan ele alıyor? Hangi öğrenme kuramını odağına alıyor?
Eğitim yöneticilerinden bu konularda herhangi bir açıklama işittiniz mi? Cevabınız “hayır” değil mi! Çünkü biz, henüz eğitimin kendisi ile ilgili sorunlara ilgilenme zamanı ve enerjisini bulamadık. Hâlâ en önemli sorunlarımız; yıkılan okullarımızı tamir ettirmek, yeni derslikler yapmak, öğrenci ve öğretmen nakilleri, taşımacılık vb… Bunlar eğitim değil aslında. Olsa olsa eğitim yönetimi… Ve ne yazık ki yönetimle ilgili bu sorunlar tüm zamanımızı ve enerjimizi alıyor, gerçek eğitim sorunlarına takatimiz kalmıyor…
Oysa bu sorunların çözümü ile ilgili yapılacak tek bir şey var. O da planlama… Gelecek yılarda yaşanması muhtemel konulara projeksiyonlu bir eğitim stratejik planına ihtiyacımız var. Öyle gelip-giden hükümetlerin değiştiremeyeceği, Milli Eğitim Bakanlığı’nın adında yer alan “milli” kelimesinin hakkını veren toplumsal bir yaklaşımla hazırlanmış stratejik bir plan…
Gelelim öğrenmeye… En genel anlamda öğrenmeye iki farklı açıdan bakılabilir:
Birincisi; öğretilecekleri, olgunlaşmış ve durağan bir bilgi yığını, öğrencileri de bu bilgi yığınını aktarılacak bir kitle olarak görmektir. Ne yazık ki bizim eğitim anlayışımız bu durumu fazlasıyla yansıtmaktadır. Bu nedenledir ki; öğretim yöntemlerimiz olabildiğince öğretmen merkezli, müfredat odaklı ve öğrencinin bireysel ihtiyaçlarını dikkate almayan bir biçime bürünmüştür. Bu nedenledir ki; çoktan seçmeli testler, sınava dayalı bir yapı, özel ders ve dershanelerle çevrilmiş bir sistem sürekli kendi kendini beslemektedir.
İkincisi ise; öğretilecekleri, doğayı anlama ve keşfetme, insan ve insanlar arası ilişkilerinin nasıl şekillendiğini ve niteliği üzerine odaklanan bir bakış açıcıdır. Bu ikinci açıdan bakıldığında yapılan eylemin niteliği de değişmekte “öğretmek” yerine “öğrenmenin” daha ağırlıklı kazandığı rahatlıkla fark edilmektedir. Bu anlayış; öğrencini pasif olarak kendi önüne konan yazı, resim, grafik, formül veya diğer görsel malzemeleri öğrenmeden çok; tıpkı bir bilim insanı, edebiyatçı, yazar, şair, ressam, müzisyen, mühendis ya da konusunda uzman bir araştırmacı gibi gereksinim duyduğu bilgiyi ortaya çıkarma ve aktif olarak kendi bilgisini kendinin oluşturması sürecini içermektedir.
Bir eğitim-öğretim yılını daha bitirdik. Hiç okula başlamamıştık ama olsun tatildeyiz… Ancak bu tatilin öğrenciye yönelik olduğunu unutmadan, eğitim sistemine yön verenlerin esas çalışma zamanlarının tam da şimdi olduğunu fark etmeliyiz…
Yeni eğitim yılına hangi anlayışlarla başlayacağız? 21. Yüzyılda yaşadığımızı unutarak geleneksel yaklaşımlarla öğrencilerimizin, pasif öğrenenler olarak kalmasına göz yummaya devam mı edeceğiz? Yoksa artık daha farklı bakış açılarıyla bakabilmeyi becerip, eğitimize yeni bir yaklaşım mı getireceğiz? Ya da daha basit sorayım: Öğrenmeyi öğrenebilecek miyiz, yoksa hâlâ öğreniyormuş gibi yapmaya devam mı edeceğiz?
Anlayana- Gülmece
Okul Bitince
Delikanlı okulu bitirdikten sonra müracaat ettiği mağazada çalışmak üzere ise kabul edilmiş. Büyük bir sevinçle ertesi gün işe başlamak üzere mağazaya gelmiş. Mağaza yöneticisi sevecen ve sıcakkanlı bir şekilde delikanlıyı karşılayarak;
- “Hoş geldin” diyerek ve delikanlının eline bir süpürge tutuşturarak …
- “İlk önce şu süpürgeyle arka taraftaki rafların altını temizleyiver” diye konuşmasına tamamlar…
Delikanlı kızgınlığı yüzünden belli olacak şekilde;
- "Ben üniversite mezunuyum".
Yönetici bunun üzerine bir adım geriye çekilerek,
-"Özür dilerim, bilmiyordum. Süpürgeyi bana verirsen nasıl temizlik yapman gerektiğini gösteririm"
Okumuş muydunuz?
Küçük bir hatayı düzetme ki, ileride karşına çok büyük bir hata olarak çıksın
Benjamin Franklin