Simge Çerkezoğlu
Harper Özbirim aile şirketleri olan Kıbrıs Developments’de pazarlama ve satıştan sorumlu olarak çalışıyor. Sanatla yollarının bu denli kesişmesi ise tamamen tesadüf sonucu İngiltere’de yüksek lisans yaptığı sırada “Sanatın Pazarlanması” dersiyle gerçekleşiyor. Aldığı bu ders hem karma bir sergi açmasına hem de sanatçılarımızın eserlerinin geniş kitlelerle ulaşmasına olanak sağlıyor. Harper diyor ki, yaşadığımız hayatta günü bitirip eve gitmek nasıl bir rutinse, sanat alanlarını ziyaret etmek de bu denli rutine dönüşmeli… Bu ifadesi beni etkiliyor. Hep hayalini kurduğum bir olayı dile getiriyor.
“SANATIN PAZARLANMASI ÖNEMLİ”
Öncelikle işletme ve pazarlama alanlarında eğitim alan Harper Özbirim, sanatla olan ilişkisinin nasıl geliştiğini anlatıyor.
“Ankara’da aldığım İşletme eğitimimin ardından İngiltere’de Uluslararası Pazarlama alanında yüksek lisans yaptım. Yüksek lisans sırasında seçmeli ders olarak aldığım ‘Sanatın Pazarlanması’ dersiyle sanata kafa yormaya başladım. Sanatı her zaman takip ediyordum ama bu ders sayesinde sanata dair pek çok okuma yaparak daha fazla sergiler gezmeye başladım. Sergileri gezdikçe de çağdaş sanata ilgi duymaya başladım. Bundan sonra da her yurt dışı ziyaretimde nerede sergi var diye araştırmaya başladım. Sanatın pazarlanması aslında sanatçı ile bire bir ilişki kurarak onun motivasyonlarını, hayatındaki değerlerin analizi yapılarak, yaptığı çalışmaların hangi mecralarda nasıl sergilenebileceğini ve potansiyel sanat camiasına nasıl ulaştırılabileceğiyle ile ilgili bir konu. Bu aslında çok önemli… Sanatın pazarlanması doğru şekilde yapılamazsa zaman zaman sanatçının mesajının yanlış anlaşılmasına ve yeterli kitleye ulaşamamasına kadar gidiyor.”
KARMA SERGİLER
Sanatın pazarlanması konusunun, bulunduğumuz durumda ne kadar önemli olduğuna dair Harper, önemli çıkarımlarda bulunuyor.
“Ne yazık ki sanatçılarımız sadece belli kitlelere ulaşabiliyor. Bunun en önemli nedeni ülkenin elbette küçük olması. Bu durum yaptıkları eserlerin sadece şahsi çevreleri tarafından ilgi görmesini, yine sürekli takipçileri tarafından izlenmesini beraberinde getiriyor. Oysa bu kitleler zaten onlar ne yaparlarsa yapsınlar gelecek olan insanlar. Esas olan bir sanatçının her sergisiyle bu bilinen kitlelerinin dışına çıkabilmesi, her adımda daha da genişleyerek büyümesi. Bunun için esas olarak bizim gibi küçük toplumlarda bireysel sergilerden kaçınarak karma sergilere ağırlık vermek olmalı. Bu ilk anda yapılacak en etkili hamle gibi görünüyor.”
Projenin hayata geçme fikrinin nasıl oluştuğunu Harper Özbirim’den dinliyoruz.
“İki yılı aşkın bir süre önce Kıbrıs’a geri dönüş yaptım. Çoğu kişinin yurt dışından ülkeye dönüşü gibi benimki de doğrusu biraz sancılı oldu. Zaman içinde bilgilerimi de göz önünde bulundurarak sanat eserlerinin farklı kitlelerle buluşmasında önemli bir açık olduğunu fark ettim. Çok iyi eserler veren, çok iyi sanatçılarımız var. Ancak eserlerinin paylaşılmasında kısır döngüden kurtulamıyorlar. Bu kısır döngüyü kırmak için de elimden geleni yapmak istedim. Zaten en başta sanatı sergileyecek alanların kısıtlı olduğunu fark ettim. Bunun devamı olarak da alanlar sınırlı olduğu için toplumda sanat bilincinin eksik olduğunu anladım. Toplum gidip sanatı göremiyor ve sanatla buluşamıyor. Bu durum sürüp gidiyor. Tam da bu nedenle inşa ettiğimiz ve Girne’de örnek olarak gösterimini yapacağımız beş ev projesinin içine sanatı ve sanat alanlarını eklemeye karar verdim. Hali hazırda evleri görmek için yüzlerce insanın orada bulunma ihtimali önümde duruyordu. Bu şekilde sanatçılarımızı hiç bilmeyen, ya da bilse de eserlerini görme şansı hiç yakalamayan insanlar, onlarla buluşma şansına sahip olabilecekti. Projeyi gerçekleştirme fikri de bu şekilde oluştu.”
EVLER VE SANAT
İranlı yönetmen Sadaf Babazadeh Irani ile çalışarak projeye iki çalışmayla katkı koyan Harper, yaşam alanlarımıza aslında nasıl farklı anlamlar katabileceğimizi de gözler önüne sermek istediğini açıklıyor.
“Yaşadığımız alanların aslında nasıl farklı anlamlar kazanabileceğini göstermek için mutfaklarımızı, oturma odalarımızı hatta bahçelerimizi sanat alanlarına çevirmeye karar verdim. Böylece Milos Park Homes olarak Kuzey Kıbrıs’taki toplu konut projesi algısını da değiştirdik. Bu projede çok önemli sanatçılarla çalıştık. Toya Akpınar-Forgotton Bodies, Sevcan Çerkez-Beyaz, Gürkan Gökaşan-Cyproblematic Impasse, Umay Yılmaz Kutay-Pinokyo’nun Rüyası, ben ise İranlı sanatçı arkadaşım Sadaf Babazadeh Irani ile birlikte Kapital ve Empati isimli çalışmalarımızla projede yer aldık. Böyle bir çalışmayla örneğin Sevcan Çerkez’in heykellerini hiç görme fırsatı bulamayan çağdaş sanatseverler onu tanıma şansına sahip olurken tam tersi Sevcan Çerkez’in heykel sanatına ilgi duyan kitlesini de diğer genç sanatçılarla buluşturduk. Sonuçta ziyaretçiler çok farklı enstalasyonlar ve çalışmalarla karşılaştı.”
Gördüğüm kadarı ile inşaat alanındaki evler birer modern sanat galerisine dönüştürüldü…
“Doğrudur, tam da bunu yaptık. İnşaat halindeki evleri birer modern sanat galerisine dönüştürdük. Bir evde Sevcan Çerkez’in heykellerini sergiledik. Diğerinde Gürkan’ın grafik çalışmaları, bir diğerinde Toya’nın enstalasyonu ve farklı iki evde de İranlı yönetmen arkadaşımla birlikte hazırladığımız iki enstalasyonla biz de sergiye katkı koyduk. Sevcan Çerkez kadın konusunu işleyen bir sergi açtı. Eşitsizlik ve kadın mağduriyetini anlattı. Toya daha önceki bir çalışmasını bizim sergimize uyarladı. Gürkan yok olan kültürel değerlerimize odaklandı ve daha çok Kıbrıs’la ilgili bir çalışma yaptı. Umay ise projedeki doğanın ve tüm ağaçların korunmasından esinlenerek Pinokyo’nun rüyası isimli çalışmayı yaptı. Ağaçla Pinokyo’nun tahtadan yapılması arasında ilişki kurarak, bunu deniz çizimi ile birleştirdi. Uyuyan Pinokyo ile aslında uyutulan Akdeniz insanlarına gönderme yaptı. Benim İranlı yönetmen arkadaşımla yaptığım çalışmalarda ise doğa katliamı ve çevre kirliliği konuları öne çıktı. Bu çalışmalarda bir evde kısa film ve çöplerin olduğu Empati, diğer evde ise merkezinde canlı bir zeytin ağacı olan bir odanın içerisinde ağacın gölgelerini kullanarak Kapital isimli çalışmaları hazırladık.”
16 dört16 ismi sadece projenin başlangıç tarihine gönderme yapıyor. Harper projeye özellikle bir isim vermek istemediklerini o kısmı ziyaretçilere bıraktıklarını anlatarak, devam ediyor…
“Ben sanatçı değilim ama ortaya güzel bir şey çıkardığımız kanısındayım. 16 Mayıs 2016 tarihinde açtığımız bu sergi bir ay boyunca açık kaldı ve geçtiğimiz günlerde düzenlediğimiz kapanış etkinliğiyle tamamlandı. Sanatçılar da son günkü etkinlikte yer alarak sanatseverlere çalışmalarıyla ilgili detaylı bilgi verdi. Daha önce Kuzey Kıbrıs’ta böyle bir şey hiç yapılmamıştı. Aslında çok da zor bir işti. Bir tarafta bambaşka kaygılarla süren bir inşaat diğer tarafta eserlerini sergileme telaşındaki sanatçılar…”
ALANLARIN SANATLA BULUŞMASI
Sanatçı olmamasına rağmen, yaratıcı kişiliği ve paylaşımcı ruhu ile çok güzel bir projenin hayat bulmasına olanak sağlayan Harper, bu tip çalışmaları devam ettirecek gibi görünüyor.
“Bu proje benim için de bir ilk oldu. Bir anlamda da ev ödevim oldu. Bu tip projeler yapabilir miyiz ya da yaparsak insanlar ilgi duyar mı sorularına cevap bulduk. Çok da güzel ilgi oldu. Bundan sonra da daha büyük etkinlikler düzenlemeyi düşünüyoruz. Şu anda tamamen sosyal alanlarla ilgili bir proje üzerinde çalışıyoruz. O mekânın sanatla ilgili kalıcı bir mekân olacağını söyleyebilirim. Bu projeden geriye Umay Yılmaz Kutay’ın eseri, Pinokyo’nun Rüyası kalıcı olarak kaldı. Aldığım tüm eğitimleri yaratıcılık üzerine inşa ettim. Yaratıcı bir insan olduğumu düşünmekteyim. Zaman içinde fark ettim ki sanat için aslında özel alanlara bile ihtiyacımız yok. Düz beyaz bir duvar bile sanat yapılabilecek bir değere sahip. Umay’ın çalışması da aslında bu şekilde düz beyaz bir duvar üzerinde hayat buldu. Aslında her mekânı, her sokağı ve akla hayale gelmeyecek alanları sanatla buluşturabiliriz. Bu güzel oluşumda yer alan ve projeye inanan tüm sanatçı arkadaşlarıma da tekrardan çok teşekkür ederim, onlar ve eserleri olmasaydı bu güzel proje hayat bulamazdı.”