Özgür Tosun
otosun@hotmail.com
Sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk, bahçenin erik ağaçlarıyla dolu kısmında oturuyordu. Hava güneşliydi, güneş çok havalıydı. Erik gözlü, sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk bahçe duvarında oturuyordu. Hasan’ın oğluydu.
.........
- Hasan dönecek mi yani?
Tepemizden gürültüyle geçen uçağın havaya attığı çiziğe bakıyordum ki bunu sordu.
- Dönüyor ya uçaklar... Savaş bitti, he mi kızım?
“Bitti” dedim çok da düşünmeden. Sonrasında gözlerimin ta içine öyle bakıp Hasan’ı soracağını ne bilirdim.
.........
Aylardır aynı otobüs durağında rastlaşıyorduk yaşlı kadınla. Üstünde hep aynı etek, aynı hırka, aynı baş örtüsü. Üstünde hep aynı koku. Kendi kendine konuşup durur. Yürürken arkasından gelenler var gibi dönüp dönüp seslenir ha bire. Hep duraktadır, hiç otobüse bindiğini görmedim.
Bir ben kaçmam yanından onu görünce. Niye bilmem ama ben kaçmam. Dururum. Koku çekilmez de olsa. Hafif ürksem de. Gelir bir şey sorar bazen. Evet derim ne dese, onaylarım.
- Küslük mü olurmuş kızım bu yaşta hiç? Koca adamlara bak hele, görüyor musun? “Olmaz teyzeciğim tabii, ne ayıp”
- Ekmek pişirdim kızım, akşama görümcemler gelecek, taze taze yesinler. “Ellerine sağlık teyze, yesinler afiyetle”
- Gitme bugün sen güzel kızım iyisi mi. Çok yağmur yağacak bak bir iki saate. “Dönerim hemen teyze merak etme”
.........
Emek’in deli teyzesi. O dönem orada yaşayan herkes tanır, bilir kendisini. Kimseye bir zararı dokunduğu görülmedi. Çocuklar korkar bazen, hepsi bu. Sükunetle dolaşır sokakları, durakta bekler, kokar, yürür, belirir, yok olur... Köşeden dönersin, kasabın oradan çıkar. Elinde esnafın verdiği yiyecek torbası, evine gider. Salı pazarının son saatlerine denk geldiyseniz, kararmaya yüz tutmuş havada tezgahlardan artan meyve sebzeleri seçerken görürsünüz. Yarısı çürük elmaları, domatesleri inceler bir taraftan, bir taraftan da seslenir olmayan tanıdıklarına.
- Sen de maydonozcuya gitsen ya, işe yaramaz herif!
.........
“Dönecek ya teyzeciğim. Hasan dönecek. Bitti savaş.”
Başka bir şey diyemezdim. Gözlerini dikmişti gözlerimin içine, bir umut Hasan’ını soruyordu. Nasıl denir ki Hasan dönmeyecek?
Durdu birkaç saniye, bakışları deldi geçti sanki gözlerimi de arkalarında saklı Hasan’ı gördü sandım. Neler geçirdi aklından kim bilir.
Sonra aniden, bir gül bahçesi yerleştirip sanki yüzünün ortasına, kocaman güldü. Eksik dişleri, yamuk yumuk burnu, derin çizgileri... Hepsi birer güle döndü, öyle bir güldü.
.........
Kıbrıslıyım ben. Okumaya geldim Ankara’ya. Hasan’ı da tutup bindirdiler uçağa askerken, Kıbrıs’a götürdüler. Cenazesi döndü günler sonra. Gömdüler Ayaş mezarlığına.
Karısı sinir krizi geçiriyordu, gidemedi cenazeye. Hatta belki düzelir diye bir gün fazladan beklettiler morgda ama nafile. Oğluysa oradaydı, erik gözleriyle, ne olduğunu anlamadan, şaşkın şaşkın baktı etrafa.
Beş yıl yattı karısı akıl hastanesinde. Sonra zararsız diye bıraktılar dışarı. Ailesi baş edemedi. Ha bire kaçıp kaçıp gidiyordu başka köylere. Yollardan bulup getiriyordu tanıdıklar. Allah bilir neler geldi başına o kayıplık zamanlarında.
Sonra bir gün yine kaçtı, kimse gitmedi aramaya, kimse de bulup getirmedi. Oğlu zaten kaportacının yanında işe girdiğinden beri hiçbir şeyi takmaz olmuştu. Daha on beşinde bile değildi. Sigarayla, içkiyle tanışmış, birkaç ay geçmeden de arkadaşlarıyla ot çekmeye başlamıştı. Bir süre sonra da artık ne bulursa kullanır hale gelmişti. Annesi kaçtıktan iki yıl sonra sanayide bir dükkânın arka tarafında ölüsü bulundu. Annesi bilmedi öldüğünü.
.........
Balkonda oturmuş sigara, bira içiyor, sohbet ediyorduk. Ev kalabalıktı. Ankara’nın en güzel zamanlarıdır yaz akşamları. Hele de Bahçeli’de, Emek’te. Finaller yeni bitmiş, bugün yarın tatil için dönülecek Kıbrıs’a.
Aşağıdan biri seslendi aniden.
- Hanım kızım bir sigara at hele bana.
Çevirdim başımı, baktım. Teyzeyi Hasan’ı sorduğu o günden beri aylardır görmemiştim. Dikmiş gözlerini bana bakıyordu. Uzandım, masanın üzerindeki paketlerin birinden iki dal sigara çektim. “Al teyze” dedim attım. Aldı sigaraları, baktı, inceledi.
- -Malbora yok mu kızım bunları atıyorsun?
Döndüm masadan bu kez Marlboro paketini aldım. Birkaç tane çıkardım içinden, attım teyzeye. Aldı yerden sigaraları, birini hemen yaktı, diğerlerini cebine götürdü. Sonra kaldırdı kafasını baktı.
- Hatırlamadın sen beni kızım zaar. Ben seni görüyorum her gece rüyamda. Hasan’la seni görüyorum. Söyle Hasan’a durağa gelsin. Oğlanla bekliyoruz her gün. Gelsin de gidelim gayrı.
Bir fırt çekti, üfledi karanlığa bembeyaz. Sonra döndü yavaşça, arkasındakilere seslendi. Kendi önde, ruhlar peşinde, yürüdüler caddeye doğru.
Parmak uçlarıma kadar buza kestim. Karşımda sigara dumanından yüzüyle Hasan. Daha öncesinde hiç görmediği topraklarda, benim evimde ölüme yollanan Hasan... Seneler öncesinden baktı yüzüme.
.........
On beş on altı yaşlarında bir çocuk, sanayinin çıkışına doğru bir rot balansçının arka tarafında oturuyordu. Hava güneşliydi, güneş çok ağlamaklıydı. Erik gözlü, on beş on altı yaşlarında bir çocuk kaldırım kenarında oturuyordu. Hasan’ın oğluydu. Damarlarına doldurmuştu babasının hayalini, kimseler görmeden Hasan’la konuşuyordu. Sonra kapandı gözleri yavaş yavaş, sustu dili. Ertesi sabah bulduklarında kaskatı bedenini, yüzünde bir gül bahçesi, gülüyordu.