Hasan’ın domatesleri...

Andrea, Hasan’ın serasında domates topluyor. İskele’den (Larnaka) Tatlısu’ya gelen Andrea, Hasan’ın domateslerini topluyor. Sakın yanlış anlamayın, bir hırsızlık yok. Aksine bir dostluk var, bir nostalji gibi belki ama kişilikle

 

 

Andrea, Hasan’ın serasında domates topluyor.

İskele’den (Larnaka) Tatlısu’ya gelen Andrea, Hasan’ın domateslerini topluyor.

Sakın yanlış anlamayın, bir hırsızlık yok.

Aksine bir dostluk var, bir nostalji gibi belki ama kişilikler farklı biraz...

Biri eski Tatlısulu, şimdi İskele’de (Güney’de) oturuyor, diğeri Türkiye Karadeniz’den gelmiş, şimdi Tatlısulu...

Tatlısu’da ailece gezintiye çıktığımızda seraların önünden geçerken yolkenarında domatesler ve ayşekadın fasulyeler sergilenmiş.

Durduk domates ve fasulye almak için...

Orada bir de Güney Kıbrıs plakalı jeep araba var.

Ama sahibi ortalarda yok…

“Nerede” diye soruyorum durduğumuzu görüp yanımıza gelen sera sahibi Hasan’a...

“Sera”da olduğunu söylüyor.

Kendi elleriyle domates topluyormuş.

Hasan Türkiye’nin kuzeyinden gelip buralara yerleşen, ya burada doğmuş ya da oralardan küçük yaşta gelmiş genç bir adam...

Yanında 4 yaşındaki kızı Fatma...

Tombulcuk, şirin bir kız...

Babasına yardım ediyor, annesi daha ileride bahçede uğraşıyor.

Biz domatesleri seçerken Andrea çıkıyor seradan elinde bir çanta dolusu domates ile...

Gülümsüyor bizi görünce selamlamak istercesine...

Gülümsüyoruz ve ‘kalimerhaba’laşıyoruz.

Hasan soruyor;

“Mihail tamam, Andrea?”

“Tamam, tamam” diyor Andrea...

Mihail, Andrea’nın kardeşi ve Hasan O’nun da hatırını soruyor.

Aslında biraz da bize ‘hava’ atmak ister gibi...

Ne güzel böyle bir konuda hava atmak...

At atabildiğin kadar Hasan kardeş...

Böyle havaya can kurban...

Haftada iki-üç kez seraya gelen Andrea, topladıklarının ücretini fazlasıyla ödeyip gidiyor her seferinde...

Küçük Fatma’ya da oyuncaklar getiriyor gelişinde...

Arabasına biniyor Andrea giderken, “by by, güle güle, see you” diyerek ayrılıyor Tatlısulu Hasanla küçük Fatma’nın yanından...

Biz de yolumuza devam ediyoruz...

Tatlısu’nun seralarını geçerek denizine paralel devam ediyoruz.

Yeni yoldan Tatlısu’ya dönmeden önce gördüğümüz beton yığınlarından kurtularak...

Biraz nefes alarak, açıyoruz tıkanan boğazımızı...

Henüz el değmemiş, doğal yapısıyla Tatlısu-Mersinlik-Kaplıca kıyıları önümüzde uzanıyor.

Rüzgarın ve tuzun biçimlendirdiği, eşsiz tepelerin dibinden geçerken ‘acaba ne zaman bunlar da yokedilecekler?’ diye sormadan da edemiyoruz.

Enfes bir görüntü, eşsiz bir deniz, bulunmaz bir doğa...

Kalkınıyoruz! diye cetvel çekilmiş gibi açılan asfalt yollar, katledilen zeytin, harup ağaçları, tepeler, derelerden sonra henüz eski yolun uzandığı yerlerde kendimize geliyoruz.

Turistlerin nereleri aradığı, neyi istediğini, hangi şeylerden hoşlandığını görmek için oralara bir de siz uzanın...

Kıyı şeridine yayılmış sayılı restaurantlarda oturanları izleyin, oralarda neden olduklarını sorun, rüzgarın yaladığı deniz kenarındaki doğal taş yapının neler anlattığını sorun...

Sorun da sorun.

Ama bunları turistten önce kendiniz için de istediğinizi düşünün.

Andrea ile Hasan’ın dostluklarının serada yetişen domateste nasıl olgunlaştığını hissedin.

Yüzyılların izini yokedip giden asfaltın dibinde ve Beşparmak’ın tepelerinde biten soğuk betonlarda değil, kırmızı, verimli toprağın bereketinde arayın mutluluğu...

***

Bu yazıyı bugün yeniden buraya aldım çünkü bu yazı 2006 yılının Nisan ayında yazılmış. Buraya tekrar almamın birinci nedeni şimdi Güney’de petrol ve gaz arama sondajı başlatan ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ ile Türkiye arasında yaşanan gerginliğe yine iki ülkenin vatandaşları arasındaki sıcak ilişkiyle yanıt vermekti. Gerginliğe KKTC’yi katmıyorum çünkü zaten dikkate alan yok!

Yazının ikinci nedeni ise “Henüz el değmemiş, doğal yapısıyla Tatlısu-Mersinlik-Kaplıca kıyıları önümüzde uzanıyor.” cümlesini okurken aradan beş yıl geçmesine rağmen el değdiğini oralara, hatta ellerin değip oraları da mahvettiğini söylemek içindi. Zaten Karpaz’a kadar uzanan bir yolun açılması bir doğal cennetin mahvedilmesi için yeter de artar bile… Ama yine de oralarda hala yaşanacak çok şey var. Bir an önce gidin.

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri