Yeni yılın daha ilk saatlerinde İstanbul’da yaşanan kitlesel cinayet, terörizmin bin yıl önceki ‘Haşhaşiler’ yapısını andırıyor.
İslami terör ve profesyonel suikastçılar örgütü olan ‘Haşhaşiler’ Selçuklu Türklerine karşı savaşan İranlı ve ‘Dağın Şeyhi’ lakaplı Hasan Sabbah tarafından 1090 yılında Elbruz Dağı’nın vadileri arasında bulunan Alamut Kalesi’nde kurulmuştu. Amaç, rakiplere süikast yapacak fedailer yetiştirmekti. Bunun için eğitime tabi tutulan genç insanlar haşhaş bağımlısı haline getiriliyor, uyuşturucu verilip, gruplar halinde vadide doğası, melekleri andıran kadınları, müzikleri, şarap dahil her türlü içecekleri ve eğlenceleri ile cennet haline getirdikleri bahçelere sokuluyorlardı. Bu yapay cennetten geçirilen ve kendinden geçen ‘haşhaşi’ öldürme talimatı ile hedefe gönderilir, canlı veya ölü dahi dönse bu cennette meleklerle olacağı sözü verilirdi. Süikast aracı olarak da sadece zehirli hançer kullanılıyordu.
Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’e 1092’de süikast yapıp öldüren böyle eğitilmiş bir ‘haşhaşi’ idi; Eyyubi Sultanı Selahattin’e yaptıkları girişim ise başarısız olmuştu. Bu örgüt ve yetiştirdikleri profesyonel süikastçılar Haçlı Seferlerinin Templar Şövalyeleri ile de işbirliği yapmışlardı. Batı dillerinde, örneğin İngilizce’de ‘Suikast - süikastcı’ için kullanılan ‘assassination – assassin’’ kelimeleri, ‘haşhaşin’ kelimesinden gelmektedir, Batı dillerinde kelime başında bulunan ‘h’ harfi çoğunlukla telaffuz edilmiyor. Son yıllarda birçok ülkede ve son olarak da İstanbul – Reina’da yaşanan ‘profesyonel suikastçılar marifetiyle toplu katliam’ tarzı terörizm, ‘haşhaşi’liğin bin yıl sonra hortlaması gibi…
Türkiye’yi yüksek İslami değerleri ile yönetenler bu İslami terör ve profesyonel suikastçılar terörizmine karşı çeşitli araçlarla mücadele ediyor ancak henüz bir başarı yok, başarısızlık ise giderek yükseliyor. Odağına ‘Başkanlık Sistemi’ni almış olan Türkiye yöneticileri anayasa değişikliği için her türlüsünden PR çalışmasını yapabiliyor, OHAL’i her türlüsünden kullanıyor, demokrasiyi her türlüsünden aşındırıyor ve her türlüsünden tehditler ve kibirli atıp – tutmalarla günü geçiştiriyor; ‘haşhaşiler’ ise Türkiye’de cirit atıyor. Sonuçta başkanlık sistemine geçilecek, bugün Türkiye’nin başına bela kesilen bu ‘haşhaşi’ tarzı terörizmin ne zaman geçeceği belirsiz… Komşuları ve müttefikleri ile uzun süreden beri arası iyi olmayan Türkiye’nin istihbarat kanalları da belli ki akışkanlığını kaybetmiş, terör için ön uyarı bilgileri edinilemiyor.
Şimdi bu Türkiye Kıbrıs sorununun çözümünde önemli role sahiptir ve bu nedenle yarından sonra Kıbrıs sorununda son tangoyu oynamak üzere Cenevre’de olacak tüm tarafların gözü onun üstünde olacak… Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan temsil edecek; ‘Başkanlık sistemine geçiş – terör, iç güvenlik, yaşam tarzı ayrışması – Kürt sorunu – Suriye’de yenilmiş siyaseti Rusya marifetiyle toparlama çabası – Irak’ta batağa saplanmama derdi – çöküşe giden ekonomi” gibi konularla ajandası yüklü olan Erdoğan… Kıbrıs sorunu çözümünde özellikle garantiler konusunda Helenler onu baskı altına alması halinde, sigortasının atması ve kendine özgü tepkileri ile görüşmeleri zora sokması olasılığı yüksek olan Erdoğan…
Yunanistan, Cenevre öncesi yoğun bir uluslararası temas, bilgilendirme, nabız yoklaması yapıyor; “AB üyesi bir ülkenin garantörü olması çağdışıdır” konusu üzerinde durdukları, lobi yaptıkları da belli… Yunan Dış İşleri Bakanı, Cenevre’den bir sonuç çıkmayabileceğini, bunun çöküş değil, bir erteleme – uzama olarak yorumlanması gerektiğini ve sürecin Kıbrıs’ta sürdürülebileceğini söylüyor…
Kıbrıs’ın iki tarafı da Cenevre’ye heyecanla ve yoğun katılımla gidiyor. AB’nin temsilcisi ve BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesi de Cenevre’ye davetli… Katılacak olanlar ve düzeyleri ile ilgili henüz bir bilgi yok; heyecan sarmamış onları... Bu durum, Cenevre’de görüşmelerin sonuç üretemeyeceği öngörüsü nedeniyle olabilir; “dünya oraya toplandı ama Kıbrıs sorununu çözemedi” dedirtmemek, “bu uluslararası toplum ne işe yarar?!” yorumuna zemin yaratmamak gerektiğini düşünüyor olabilirler… Cenevre’den çözüm sonucu çıkacağına kesin inanmış olsalardı, herkes heyecanlanıp orda olmak, pay çıkarmak, başarı öyküsünde rol kesmiş olmak, başarının ‘Aile Resmi’nde yer almak isteyecekti.
Türk tarafı Cenevre’ye çözüm olacakmış gibi gidiyor ama ‘bir çözüm’ muradı ile gidiyor… Yani, ya masada görüşülen ölçütler içinde bir çözüm, ya da Helen tarafının olumsuzlukları karşısında, Türk tarafı için başka bir çözüm; ama ve mutlaka bir çözüm… Ve “Bir adım önde olmaya devam edeceğiz” denilen de “bir çözüm için yolda olacağız” anlamına da gelebiliyor.
Durum karışık, her taraf son kozunu oynamaya çalışacak; iyimser olmak kolay değil... Cenevre’den Kıbrıs sorununa BM ölçütlerinde bir çözüm keşke çıksa… ‘Haşhaşiler’ dünya barışını ve halkların huzurunu tehdit ederken, Kıbrıslılar adada barışı ve halkların huzurunu tesis etse, bölgede barışın ve huzurun temeline harç koysa keşke…