Haspolat bölgesinde yeni kazılar...

Sevgül Uludağ

Kayıplar Komitesi’nin geçtiğimiz hafta içerisinde Perşembe ve Cuma günleri aşırı sıcaklar nedeniyle ara verdiği kazılara bu hafta devam ediliyor ve kazı ekipleri, adamızın kuzeyinde ve güneyinde “kayıplar”ın gömü yerlerini bulmak için canla başla çalışıyorlar...

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Gülseren Baranhan’dan aldığımız bilgilere göre Gönyeli’de bir “kayıp” Kıbrıslırum’un bir dere yatağında, ılgın ağaçlarının altında gömülü olduğu bilgisiyle başlatılan kazıda bir “kayıp”tan geride kalanlar bulundu ve kazı çalışmaları sürdürülüyor.

Gazilerde (Piroyi) askeri bölge içerisinde bir grup “kayıp” Kıbrıslırum’un efgalipto ağaçları altında gömülü olduğu bilgisiyle yürütülen kazı herhangi bir ize rastlanmayınca sona erdirildi...

Diğer kazılar ise şöyle:

***  Paşaköy’de (Aşşa) 1963 “kaybı” bir Kıbrıslıtürk’ün efgalipto ağaçlarının güneyinde gömülü olabileceği bilgisiyle başlatılan kazı, devam ediyor.

***  Lefkonuk’ta (Geçitkale) köy girişinde bir kuyuda bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın gömülü olabileceği bilgisiyle başlatılan kazı herhangi bir ize rastlanmayınca sona erdirildi ve kazı ekibi, Haspolat bölgesinde yeni bir kazıya girişti. Haspolat (Mia Milya) bölgesindeki bu kazıda kapalı bir kuyu aranıyor... Kuyuya bazı “kayıplar”ın gömülmüş olabileceği yönünde bilgiler var...

***  Tuzla’da (Engomi) 1974 “kaybı” bir Kıbrıslırum’un zeytin ağaçları bulunan bir bahçede gömülü olabileceği bilgisiyle daha önce kazısına ara verilen alanda, yeniden kazı çalışmaları başlatılmış olup bu kazı da devam ediyor...

***  Mora’da (Meriç) bir Kıbrıslırum’un bir tarlada gömülü olabileceği bilgisiyle kazı çalışmaları yürütülüyor...

***  Kıbrıs’ın güneyinde Strovulo bölgesinde ise 1963 “kaybı” bir grup Kıbrıslıtürk’ün açık arazide gömülü olduğu bilgisiyle başlatılmış olan kazılar devam ediyor.

Bu aşırı sıcaklarda açık alanlarda çalışmakta olan kazı ekiplerindeki arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.


“Baba konuşabilir miyim?”

İSTOS yayınları tarafından yayımlanan “Baba konuşabilir miyim?”, olağanüstü bir kitap. Yannis Vlastos tarafından kaleme alınmış olan bu kitabın yazarı 2013 yılında AÇIK RADYO’da Ömer Madra’nın konuğu olmuş ve Türkçe olarak kaleme almış olduğu bu kitapla ilgili soruları yanıtlamıştı...

YANNİS VLASTOS KİMDİ?

Vikipedia’da Yannis Vlastos hakkında şu bilgileri bulduk:

“1943 yılında İstanbul'un Çengelköy semtinde doğdu. Babası, Çengelköy’de ufak bir kırtasiye dükkânı işletmekteydi. 12 yaşında tanıklık ettiği 6-7 Eylül Olayları'ndan çok etkilendi. İlköğretimin Çengelköy ve Kuzguncuk Rum İlkokullarında tamamladıktan sonra Robert Kolej'de öğrenim gördü.  Okulu bitirdikten sonra ticaret ile uğraştı. 1979 senesinde Türkiye’de bir azınlık ailesi olarak yaşadıkları sıkıntılardan dolayı İstanbul'dan ayrılıp eşi ve kızı ile birlikte Atina'ya yerleşti.Atina’ya yerleştikten sonra, İstanbul’da yaşadığı dönemdeki insanları, aileleri, 6-7 Eylül Olayları'nı ve kendi anılarını Türkiye'nin azınlık kesimde yer alan bir bireyin gözüyle anlattığı "'Baba Konuşabilir miyim?" (2013) adlı Türkçe anı-romanını yayımladı.

Kitap, ismini yazarın bir anısından almıştır; Vlastos ve ailesi 1979 senesinde İstanbul’dan Atina'ya vardıklarına kızı ona "Baba artık konuşabilir miyim?” diyerek Rumca konuşma izni istemiştir. Bu anı aynı zamanda yazara göre İstanbul’da azınlık kesimde yaşayan her bir bireyin öz dilini kullanmasının yaratacağı tehlikenin ve doğuracağı sonuçların kötülük ve zorluğunun bilincinde olup, çocuğuna da bu durumu aşılamasını temsil eder. Kitapta ve diğer yazılarında kullandığı Türkçe, içinde bulunduğu azınlığın (İstanbullu Rumlar) diline sadıktır.

Atina'ya göç ettikten sonra ticaret hayatına devam etti ve bir kız çocuğu daha oldu. Okul yıllarından sonra Türk edebiyatından uzak düşmüş olduğunu belirten Vlastos’un sevdiği, takip ettiği ve daha önceden okuduğu Türk yazar ve şairler arasında Orhan Pamuk, Cahit Sıtkı Tarancı, Kemalettin Kamu, Yahya Kemal ve Behçet Kemal Çağlar gibi isimler bulunur.”

“BABA KONUŞABİLİR MİYİM?...”

Ömer Madra’nın sorularını yanıtlarken, yaşadıklarıyla ilgili olarak Yannis Vlastos, “Açık Radyo”daki söyleşisinde, özetle şunları anlatmıştı:

***  O zamanlar 12 yaşındaki bir çocuğa -12 yaşındaydım o zamanlar- çok tesir eden bir olaydı bu 6-7 Eylül hadiseleri. Benim az kalsın mesela okula gitmememe sebep oluyordu. Zira 6-7 Eylül hadiselerinden sonra ailem beni sadece Türklerin bulunduğu bir okula göndermekten korkar oldu. Bu az kalsın benim Kolej’e girmememe sebep olacaktı. Fakat hadisenin özü, hadiselerin kendisi hem derin hem de değil aynı zamanda. Değil çünkü yapanlar derinlere inmedi, bunun yanı maşalar pek derinlere inerek yapmadı. Biliyorsunuz bugün bile biri bir cam kırar ondan sonra dükkanın tamamı kırılır. Böyle bir hadiseydi, ben bunu böyle vasıflandırıyorum. Türk milletinin her zaman yapabileceği bir olay olarak görmek istemiyorum.

***  Maalesef bu susma değildi, büyük bir çoğunluk bu olayları maalesef tasvip etti, bu olayları haklı gördü. Zira bu olayları yaratan sebepler uzun bir müddet sansasyon yarattı, su üstünde kaldı. Madem ki bizim kutsal saydığımız bir şeye el uzatılıyor, bomba atılıyor, biz bunu yapmakta haklıyız. Buna hala inananlar vardır belki, her şeye rağmen bütün bu söylediklerin başkalarının ağzından çıkmış olduğunu bilmelerine rağmen hala bunu haklı gösteren sebepler var. Belki bugün kamuoyu ters yönde gelişmiştir ama hala o eski günleri yad eden ve onların tekrar gelmesini arzu edecek insanlar vardır mutlaka. Çünkü bir toplumun 100%’ünün aynı yönde düşünmesine imkan ve ihtimal yok.

***  Bakın bunu söylemek icap eder ki, herşey bizim mahalle gibi değildi, hergün bizimle selamlaşan insanlar hepsi nankör değildi. Hergün bizimle selamlaşan, selamımıza selam verme büyüklüğünü gösteren bazı insanlar vardı ki ve bunu bilerek söylüyorum, hakikaten o insanlar için bize hitap etmek onların büyüklüğüydü. Biz sadece normal olarak hayatımızı kanunlar çerçevesinde yaşayan bir zümreydik. Çünkü biliyorsunuz azınlık vatandaşları umumiyetle kanunlara daha saygılı, daha dikkatlidir, normaldir. Biraz da belki yabacılık hissetmenin ve galiba gözaltında olduğunu bilmenin tesiri bu. Sonra demin dediğiniz gibi basın her zaman günün ortamına uyar maalesef, o zamanın basını hiçbir zaman azınlık vatandaşlarına yardım etmedi, bilakis ortama uyarak üstüne üstüne gitti.

***  Bunun tersini yazmak kimin haddine? Kimse bunun tersini yazamazdı, daha çoğunu yazan daha çok okunuyordu, daha büyük daha iyi not alıyordu. Şimdi ben size 1957-58 yıllarında Peyami Safa’nın iki tane yazısı vardır, onları göndereyim. Dersiniz ki bu insan, bu büyük gazeteci bunları nasıl yazmış? Yazılarından bir tanesi “beğenmezlerse defolup gitsinler!” diye biter. ‘Defolup gitsinler’ dediği biz Rumlar. Bunu 1957-58 yıllarında, 1955 yılının 6-7 Eylül’ünden sonra yazmış, yazabilmiş ve inanmış.

***  Ben kapatmadan evvel bir tek şey daha söylemek isterim. ‘İstanbul’a dönün!’ diye bir moda var, bir çağrı var. ‘Herşey şimdi çok daha güzel, herşey güzel, gelin buraya!’ diye bir çağrı var. Fakat bakın bunun bir yönü var ki çok acı, İstanbullu Rumlar 120 bin kişi iken, ki bir zamanlar 1955 yıllarında o kadardı aşağı yukarı, adeta Türk devletinin elinde Batı Trakya Türklerine karşı bir rehine, bugün 2500 kişi hala öyle, niçin böyle diyeceksiniz. Yılların bir problemi var mesela Ruhban okulu. Bakın maalesef o Ruhban okulunun çalışması Batı Trakya Türklerinin bazı haklarına bağlanıyor, Atina’da kurulacak caminin inşasına bağlanıyor. Bu 2500 Rum’un hala bir rehin olarak görülmesi değil de nedir? 10 bin kişi olduğunu kabul edelim, yarın olacak bir sürprizden kim emin olabilir? Zor, çok zor. Fakat her şeye rağmen ben her zaman için tekrar İstanbullu olmak isterim. Tabii vaktim yok artık, vaktimiz az ama her şeye rağmen İstanbul’u tekrar yaşamak, içinde olmak isterim.

https://acikradyo.com.tr/arsiv-icerigi/baba-konusabilir-miyim

“HİÇ OLMAZSA, ÇOCUKLARIM DAHA SERBEST BİR HAYAT YAŞADILAR...”

Yannis Vlastos, 2013’te Yeni Şafak gazetesine kitabıyla ve yaşadıklarıyla ilgili olarak yaptığı röportajda da özetle şöyle demişti:

***  İstanbul'daki Rumlar daima baskı altında yaşamışlardır. Bu zaman zaman daha yumuşak bazen de daha sert olurdu. Kıbrıslı Türklere veya Batı Trakyalılara baskı yapıldığı veya iddia edildiği günlerde İstanbul rehinelerine yapılan baskılar da artardı. Mevcudiyetimizin yegane sebebi buydu sanırım. Şamar oğlanıydı azınlıklar. Vapurda, trende, otobüste, yolda bir konuşmayagörsünler pis gavurlar, kahramanlar onları öyle bir sindirirlerdi ki korkudan küçük dillerini yutarlardı. Türkiye'de azınlık düşmanlığı daima taraftar toplamıştır. Sadece zaman zaman cephesi değişmiştir. Azınlıklar sermayenin temsilcisi sayılmış ve onların tüketilmesi için gerek fertler gerekse de devlet tarafından insan haklarına aykırı davranışlarda bulunulmuştur.

***  6-7 Eylül olaylarında evimize saldıran köylülerimizin 'Kitle psikolojisi' ile hareket ettiklerini ve başkaları tarafından kullanıldıklarını düşünüyorum. Zaten olaylar geçtikten sonra hepsi de kullanıldıklarını iddia ettiler ve buna önce kendileri inandılar. Bizler de inanır gibi gözüktük zira bu deveyi gütmeye mecburduk. Eğer etrafımızdaki herkes aynı şekilde davransaydı bu diyardan çok daha evvel giderdik. Ama çok şükür ki etrafımızda helal süt emmiş, içtiği yüzlerce kahvenin hatırını sayan birçok insan vardı, onların sayesinde devam edebildik.

***  6-7 Eylül olayları zamanla iyileşen fakat izi daima kalan bir yara olmuştu. O iz bu tip olayların her zaman tekrarlanabileceğini hatırlatıyordu ama kısa bir devrenin haricinde çocukluk ve öğrencilik hayatıma pek tesir etmedi. Yanlış bir adım atmamak, söylenmemesi gereken bir şeyi ağzımdan çıkarmamak için daima tetikteydim ama gençliğim kötü geçti diyemem. Askerlik yıllarımın kötü geçtiğini hiç bir zaman iddia etmedim, sadece o 2 yıl ve 6 günün hayatımın en güzel yıllarından çalınmış olduğunu savundum. Eğer Ordu benim ve benim gibilerin askerliğini olumlu bir şekilde kullanabilseydi bugün değişik düşünürdüm. Eğer herşeye rağmen 1979'da gitmeyip İstanbul'da kalsaydım büyük bir ihtimalle ortanın biraz üstünde geliri olan bir tüccar veya bir emekli olurdum. Atina'da belki bunu layıkı ile yapamadım ama hiç olmazsa çocuklarım daha serbest bir hayat yaşadılar.

https://www.yenisafak.com/yenisafakpazar/istanbul-atesi-icimde-ilk-gunku-gibi-yaniyor-536467