Sağlıkta “hastalar” özne olamadı kolay kolay…
Ya “bela” görüldü çoğu zaman ya da “para…”
Unutuldu, itildi, umursanmadı, yüzüne bakılmadı.
Yasalara baktığınız zaman anlarsınız zaten, onca düzenleme var, onca tüzük, “Hasta Hakları Yasası” yok bir tek…
Hastalar yapayalnız bu düzende…
Hasta çaresiz…
Hastalar yorgun, bitkin, ürkek…
Reçete yolsuzluğunun üzerine gidilmesi – hem de onca çürümüşlük içinde - gerçekten umut verici bir gelişmedir.
Cesur bir adımdır, önemlidir.
Elbette ciddi güvensizlik var; siyaset bir noktada yine devreye girecek ve kimi seçilmiş isimler mahkûm edildikten sonra süreç kesilecek endişesi yüksek…
İşte bu noktada soruşturmanın tüm paydaşlarına görev düşüyor.
Herhangi bir müdahale, talimat, engel ortaya çıkarsa mutlaka deşifre edilmelidir.
Ucu kime dokunacaksa dokunsun!
Gerçek mahkûm hastadır
Yapanın yanına kalmasın elbette…
Ama asıl hedef hastaya eziyetin önüne geçmek olmalıdır.
Bürokrasi yükü altında ezilen hastanın ilaca erişimini çok daha medeni, konforlu, insani bir noktaya taşıyamadıktan sonra gerçek mahkûm - hele de her ay aynı ilacı bir ömür kullanmak zorunda olan - insanlardır.
Gözü dönmüş, arsız, vurguncu hekim ve eczaneler olduğu açıktır.
Şunu da görmezden gelmeyelim; pek çok ezcacı ya da doktor sistemin dışına çıkarak iyilik yapmış, hastayı görmeden reçete yazmış, o ilaçlar, gerçekten de ilgili hastaya ulaşmıştır.
Suçluları yargılayınız ama bu yetmez…
Hastaların hayatını kolaylaştırınız!
Hastalara eziyetin önüne geçiniz!
Hastaları rahatlatınız!
Eczacı ve doktorlar tali yollara sapıyorsa bunun en önemli sebebi ilaca erişimi eziyete dönüştüren bürokrasidir.
Sağlığın el birliği ile ticarileşmesi sonucu bu noktalara geldik, gözden kaçırmayalım…
***
Vurgunu, hileyi, hırsızlığı yapanın yanına kalmasın…
Her kim ki çirkefleşiyor, iğrençleşiyor, kirleniyorsa bunun bedelini ödesin…
Tüm bunlar yaşanırken de hastalar ezdirilmesin…
Hastaneler denetlenecek mi?
Şimdi sırada kamu hastanelerindeki mesainin denetlenmesi olmalıdır.
Çalışma saatlerini dahi ilan edemiyorlar.
İnsanların hizmet hakkı çalınıyor, her gün, saatlerce…
Çalışma Bakanlığı pek ala bu denetimi de yapmalıdır.
Kural tanımazlık kopyalanan bir tavır çünkü…
Bir yerden başladı mı, nerelere gideceği kestirilmiyor.
Mesai saatlerine uyulmuyor ve hastaneler terk ediliyorsa, bunu denetlemekle yükümlü yine Çalışma ve Sağlık bakanlıkları değil mi? Bu çok daha çetrefilli bir mesele biliyorum. O nedenle görmezden geliniyor, yıllardır. Ciddi iradeye, kararlılığa, cesarete ihtiyaç var sağlıkta!
***
Hekimlere, hemşirelere, sağlık profesyonellerine en iyi imkânlar sağlanmalıdır.
Canımızı emanet ediyoruz.
Özveriyle çok zor bir sorumluluk üstleniyorlar.
Yine de unutmayalım, bu organizasyonun tamamı hastaları iyileştirmek ve korumak içindir!
Çarpık düzene ve kaçağa kılıf dikmek yerine, dünyanın ileri ülkelerine benzemek olmalı sağlıkta hedef, eşitlikçi sistemleri kendimize benzetmeden…
***
Hastaları ezdirmeyin!
İlaç almak bir yük olmasın sırtlarında, hastaneye gitmek için sabahın köründen uyanmak zorunda kalmasınlar, geri gönderilmesinler, sızılarını dindirmek için tanıdık doktor aramasınlar, tahlil ya da röntgende kendilerine alan açmak için özele yönelmesinler... “Paran yoksa ölürsün” endişesi yaşamasınlar, bir ömür içecekleri ilaçları almak için kapı kapı gezmesinler… Kendilerini “borçlu” hissetmesinler her tedavide, hizmette, dokunuşta…
Suçluları hapse atınız ama hastaların da önünü açınız.
Hastane kapıları zulme dönüşmesin hastalara…
İlaç almak eziyet olmasın…
“Bugünkü görüşmeyi iptal etsek”
O gün saat 2’de buluşacaktık, Ozanköy’deki evinde…
Niyazi (Kızılyürek) hocayla görüşmek istemişti, önceden anlaşmıştık.
Sabah telefon çaldı cumartesi…
11’i 20 geçiyordu…
“Cenk merhaba, ben Metin Münir…”
Tam da öncesinde Niyazi hocamla konuşmuştum, 1’i çeyrek geçe gibi barikattan alacaktım, aracımızı Girne’ye sürecektik.
“Metin bey nasılsınız, iyi misiniz?”
“İyiyim de çok iyi hissetmiyorum aslında… Böbreğime doğru bir ağrı saplandı, geçmiyor, sanırım hastaneye gideceğim. Bugünkü görüşmemizi iptal edebilir miyiz?”
“Elbette, biz yine görüşürüz, sizin sağlığınız çok daha önemli…”
***
Böyle olunca Niyazi hocayla akşamüzeri buluştuk, dostlarla sofra kurduk, sohbet ettik. Kitabını imzalamıştı Metin Münir’e… “Pazartesi arar, geçmiş olsun der, gelecek hafta sonuna bir program yaparız” dedik.
Telefon çaldı.
Sabahki konuşmaya tanıklık eden Özgül, “İnanamazsın, şimdi de kim öldü” dedi.
Metin Münir…
*
İnsan hayatı böyle rastlantı çoğu zaman…
Ölümle randevu hesapta olmuyor.
Metin Münir’in sabah saatlerinde hissettiği ağrı muhtemelen aort damarında bir yırtıktı, hastaneye yetişti, müdahale edildi ancak kurtarılamadı.
Sık sık ölüm temasını işlerdi yazılarında, korkmazdı, dolu dolu yaşama inanırdı.
Son dönemlerde evinin bahçesini anlatıyordu çoğunlukla, tabiatın döngüsünü…
Metin Münir, en önemli Kıbrıslı gazetecilerden biriydi kuşkusuz, başarılarını adanın ötesine taşımış, uluslararası düzeyde çalışmış, ciddi bir kariyer ve okur kitlesi edinmişti.
Tam bir batılıydı.
Yazılarını çok severek okurdum; içeriğine her daim katılmasam da bir tavrı vardı, bir tarzı…
“KKTC devlet değil, devlet taklidi yapan zayıf ve kokuşmuş bir yönetimdir” demişti son dönemki makalelerinden birinde… O dönem henüz ‘Cumhurbaşkanı adayı’ olan bugünün seçtirilmiş lideri, “kalantor çocuğu” diye saldırmıştı Metin Münir’e…
Kıbrıslı Türkleri “mirasyedi” olmakla eleştirir, liderlik ve vizyon eksikliğinden yakınırdı.
Özellikle de adaya kesin dönüşünün ardından pek çok yüzleşme yazısı kalem almış ve sonrasında siyaset yazmaktan vazgeçmişti.
“Bir savaş yaşadık. Bu savaşta sadece yenilen taraf olduğunu, hepimizin o tarafta olduğumuzun o zaman farkında değildik” demişti.
Börtü böceğe yönelmişti, toprağa, denize…
“Boş veriyorum, o halde, varım” gibi özetlemişti ömrün son demindeki ruh halini…
En son yazısı da "Tao ve kâinatın sırları"ydı zaten...
Gösterişli bir hayat yaşadı, doya doya, aşkla…
Şimdi eski yazılarına bakacağız zaman zaman ve daha iyi anlamaya çalışacağız, o yaratıcı, bilge, uçsuz dünyasını…
Amerikalı yazar Joyce Carol Oates’in sözlerini, Metin Münir’in bir makalesinden not etmiştim…
“Sevdiklerinizle geçirebildiğiniz kadar çok zaman geçirin çünkü bir defa gittiler mi ebediyen gitmiş oluyorlar.”