Hem 1963’te, hem de 1974’te Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar, hastanelerden “kayıp” edilmişti...
Gerek 1963-64’te, gerekse 1974’te, hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlar, çeşitli devlet hastanelerinden “kayıp” edilmişlerdi... Bunlardan bir kısmının gömü yerleri bulunurken, bir kısmının akibeti hala belirsiz...
Bu konuda bazı bilgileri okurlarımıza, Kayıplar Komitesi yetkililerine, Tabipler Birliği yetkililerine ve hekim camiasına hatırlatmak istiyoruz... Belki akibetleri hakkında vicdan sahibi birileri çıkıp konuşur ve gömü yerleri bulunarak ailelerine onlardan geride kalanlar iade edilerek doğru düzgün birer mezara kavuşabilirler...
HASTANELERİMİZDEN 1974 “KAYBI” BAZI KIBRISLIRUMLAR...
1974 savaşında yaralanıp da bir şekilde hastaneye götürülmüş olan bazı Kıbrıslırumlar’ın da “kayıp” edilmiş olduklarını çeşitli tarihlerde bu sayfalarda yazmış ve özellikle Tabipler Birliği’nden bu konuda Kayıplar Komitesi yetkililerine yardımcı olmalarını istemiştik.
Mayıs 2010’da yani bundan tam 11 sene önce, şöyle yazmıştık:
“Kıbrıs Türk Tabipler Birliği’ne çağrı:
Lefkoşa Devlet Hastanesi’nden “kayıp” edilen Teodosis Yannaki’nin akibetini öğrenmemize yardımcı olun...
Teodosis Yannaki, 46 yaşında, beş çocuk sahibi, Ahnalı bir Kıbrıslırum’du. Kendi otobüsü vardı ve ikinci harekattan sonra, köyü Ahna’dan göç etmek zorunda kalmış, Ahnalılar’ın köyün hemen dışında yaşadığı küçük korulukta yaşamını sürdürmeye başlamıştı...
Ahna, “hayalet” bir köydü... Daha önce bu sayfalarda öyküsünü anlattığım Nikolas Liggis’in köyü... Nikolas Liggis’in neredeyse her gün köyün hemen dışındaki evine gidip duş aldığı, çamaşırlarını yıkadığı, köylülerinin ihtiyaçlarını evlerini gezip o küçük koruluğa taşıdığı o köy...
Teodosis Yannaki’nin başına gelenleri kaleme almayı bir yıldır erteliyorum çünkü yaşadıklarını düşündükçe içim bulanıyor, kendimi çok kötü hissediyorum... Ama nihayet işte, bugün onun öyküsünü yazmalıyım... Ve Kıbrıslıtürk hekimlere, Kıbrıs Türk Tabipler Birliği’ne çağrı yapmalıyım ki belki bu otobüs şöförünün başına neler gelmiş olabileceği hakkında hepimizi aydınlatabilirler... Teodosis Yannaki’nin geride bıraktığı bir eşi ve beş çocuğu var... Eşi hayatta mıdır, bilmiyorum... Ama çocukları, babalarının akibetini bilmek isteyeceklerdir...
Kıbrıs’ta “kayıp” edilen insanlar, kendi keyflerinden kaybolmadılar. Yaşadıkları onların kişisel sorunu değildir. Kıbrıs’ta “kayıp” edilenler, siyasi nedenlerden ötürü “kayıp” edildiler – yani öldürüldüler ve bilinmeyen noktalara gömüldüler. Kimisi bir kuyuya, kimisi bir hendeğin içine, kimisi topluca bir çöplüğe gömüldüler... Kimisi kazılan derin çukurlara, kimisi yüzeysel gömüldüler. Kıbrıs’ın 2 binden fazla “kayıp” insanı var – kimisi Kıbrıslıtürk, kimisi Kıbrıslırum... Ve şimdi onların geride bıraktığı ailelerinin sevdiklerinin akibetini öğrenme hakkı vardır – aileler kadar biz sade yurttaşların da bunu öğrenme hakkımız vardır çünkü bu insanlar “kişisel” nedenlerden ötürü değil, siyasi nedenlerden ötürü “kayıp” edildiler...
Teodosis Yannaki, savaştan çok sonra, yani 1974 yılında değil, 1975 yılının Şubat ayının 5’inde, bir öğleden sonra BP697 plakalı otobüsüyle Ahna’nın dışındaki koruluktan ayrılmış ve saat 17.00 sularında, bir başka otobüs şöförü olan yine Ahnalı Haralambos Moskovias’la karşılaşmıştı... Aslında Moskovias, Ahna’daki koruluktan Avgoru köyüne doğru gitmekteydi ki, Teodosis Yannaki’nin otobüsünün yüzü Ahna köyüne dönük olarak yol kenarında park edilmiş olduğunu görmüş ve ne olduğuna bakmak üzere durmuştu.
Teodosis Yannaki ona “Ahna’ya gidip birşeyler alacağım, gel da bana yardım et” demişti. Böylece Haralambos Moskovias kendi otobüsünü park edip, arkadaşı Teodosis Yannaki’nin otobüsüne binmiş ve birlikte “hayalet köy” Ahna’ya gitmişlerdi.
Ahna’ya gittikleri zaman köy meydanındaki kahvehanede durmuşlardı. Kahvehane boştu... Birisi önden, birisi arkadan, kahvehaneye giriyordu ki askeri bir cip içerisindeki askerlerin kendilerine doğru geldiğini görmüştü Moskovias. O zaman koşup kaçmayı denemiş ama askerlere yakalanmıştı... Onu arkadaşı Teodosis’in bulunduğu kahvehaneye götürmüşler, sonra da gözlerini ve ellerini bağlayarak Teodosis’in otobüsüne silahlı askerler eşliğinde bindirmişler ve her ikisini de Makrasiga (İncirli) köyüne doğru götürmeye başlamışlardı.
Makrasiga (İncirli) köyü girişinde gözleri ve elleri çözülmüştü çünkü burada Birleşmiş Milletler’in bir kontrol noktası bulunmaktaydı... Birleşmiş Milletler askerleri böylece Teodosis Yannaki ile Haralambos Moskovias’ın isimlerini kayıt altına almışlardı...
Bundan sonra, Moskovias’ın anlattığına göre, Aşşa’ya (Paşaköy) götürülerek bir eve kapatılmışlardı... Onları ayrı odalara koyarak ayrı ayrı sorgulamaya başlamışlardı...
6 Şubat 1975 günü Moskovias’ın yanına arkadaşı Teodosis getirilmişti... Teodosis gördüğü işkenceler ve yediği dayaklardan ötürü yürüyemiyordu, ayakları çok kötü yaralanmıştı... Moskovias, buradaki askerlere kendilerini hastaneye götürmeleri için yalvarıyordu çünkü her ikisi de gördükleri işkenceden ötürü kötü durumdaydı...
Bir süre sonra, askerler her ikisinin de gözlerini ve ellerini bağlayarak, onları bilinmeyen bir noktaya götürmüşler ve 9 Şubat 1975’e kadar ikisini bu bilinmeyen yerde bir odada tutmuşlardı.
9 Şubat 1975’te, yaralarının tedavisinin yapılması için askerler onları Lefkoşa Devlet Hastanesi’ne götürmüşlerdi... Teodosis’in ayakları o kadar kötü durumdaydı ki hiç yürüyemiyordu ve ancak sedyeyle kalacağı odadaki yatağına götürülüp yatırılmış, Moskovias da başka bir odaya götürülmüştü... Aradan birkaç gün geçtikten sonra Moskovias arkadaşının yatağının başındayken içeriye bir hekim gelmiş ve Teodosis’e “Bacaklarından birisi kangren oldu, bacağını kesmemiz lazım” diyerek Teodosis’in buna izin vermesini istemişti. Teodosis derhal buna itiraz etmişti... Aradan birkaç gün daha geçmişti ki aynı doktor yine gelerek bu kez Teodosis’e, her iki bacağının da kangren olduğunu ve her iki bacağının da kesilmesi gerektiğini söylemişti...
“Eğer bacaklarını kesmemize izin vermezsen, o zaman öleceksin” demişti...
Teodosis başlangıçta buna karşı çıkmış ancak daha sonra rızasını vermiş ve alınıp ameliyathaneye götürülerek, her iki bacağı da kesildikten sonra, gerisin geri hastanedeki odasına getirilip yatağına yatırılmıştı...
Yatağının başucundaki hemşire, anestezinin etkisinin geçmesini beklerken ona sesleniyordu... Moskovias da oradaydı ve hemşirenin arkadaşına seslendiğini görmekteydi... Ancak bir süre sonra sesler kesilmiş ve Teodosis’e takılmış olan serum çıkarılmış, Moskovias da kendi odasına gitmişti... Moskovias’ın Teodosis’i bu son görüşü olacaktı...
Teodosis Yannaki hastaneden “kayıp” edilmişti... Ahnalı bu beş çocuk babası sivil insan, hastanede mi ölmüştü? Hastane kayıtlarında ne diyor? Onun bedenini ne yapmışlardı? Lefkoşa Devlet Hastanesi’nin kayıtlarına göre, onu morga mı götürmüşlerdi? Teodosis Yannaki’nin cansız bedenini morgtan kim ya da kimler teslim almıştı?
Şubat 1975’te Lefkoşa Devlet Hastanesi’nin başhekimi kimdi? Burada çalışan hekimler kimlerdi? Acaba hangisi Teodosis Yannaki’yi tedavi etmiş, onun işkenceden kangren olmuş olan bacaklarını kim kesmişti? O ameliyatta hangi hemşireler yer almıştı? O günlerin morg görevlileri kimlerdi?
Şubat 1975’te bir Kıbrıslırum, işkenceden ötürü bacakları kangren olmuş vaziyette Lefkoşa’da devletin hastanesine götürülüyor ve ardından hastaneden “kayıp” oluyor... Tıpkı 1963’te Kıbrıs’ın güneyindeki hastaneden bazı Kıbrıslıtürk hasta ve hemşirelerin “kayıp” edilmesi gibi...
Hipokrat yemini etmiş olan hekimlerimize çağrımızdır: Teodosis Yannaki’ye ilişkin bildiklerinizi paylaşınız ki geride bıraktığı evlatları da, biz de, hastanede neler yaşanmış olduğunu öğrenebilelim... Kıbrıs Türk Tabipler Birliği, böylesi insani bir konuda, araştırma başlatarak, öğreneceklerini Kayıplar Komitesi’yle paylaşmalıdır. Evlatçıklarının, babalarının akibetini öğrenmek, bulunabilirse babalarının naaşını alıp onu gömmek en doğal insani haklarıdır. Lütfen bu konuda yardımcı olunuz... Hastane kayıtlarını incelemek üzere Sağlık Bakanlığı’na başvuru yapınız... O günlerde hastanede hekim ve hemşire olarak görev yapmış olan ve şu anda hayatta olan insanlarımızla konuşunuz... Teodosis Yannaki, tıpkı Mustafa Arif, Veli Mehmet, Menteş Zorba gibi, böylesi bir ölümü ve ardından “kayıp” edilmeyi hak etmedi... Her iki tarafın da hastanelerinde böylesi olayların yaşanmış olması, bu ada için çok büyük bir utanç kaynağıdır... Hekimlerimizin yardımlarıyla en azından bu insanın evlatlarının nihayet huzura kavuşmasına yardımcı olabilirsek ne ala...
Teodosis eğer yalnız başına Ahna’ya gitmiş olsaydı, tüm bunları öğrenemeyecektik... Tesadüfen karşılaştığı arkadaşı Haralambos Moskovias da onunla birlikte Ahna’ya gittiği için bu öyküyü öğrenebildik. Haralambos Moskovias, o günlerde Kıbrıslırum lider Glafkos Kleridis’in girişimleri sonucu, bulunduğu Lefkoşa Devlet Hastanesi’nden alınarak Kıbrıs’ın güneyine götürülmüş ve böylece Teodosis’in ve kendinin başına gelenleri anlatmıştı...
Bana bu öyküyü Ahnalı Kıbrıslırumlar anlattı... Duyduğum zaman şok geçirdim... O kadar üzüldüm ki, bir yıl boyunca bu Ahnalı’nın öyküsünü kaleme alamadım... Moskovias şu anda hayatta değil – hayatta olmuş olsaydı, onu mutlaka bulup konuşacaktım... Acılarını paylaştığımızı söyleyip, onları da dinlemek üzere belki önümüzdeki günlerde Teodosis’in evlatçıklarını bulmaya çalışırım, konuşmak isterlerse onları canı gönülden dinlerim ve onların da tercümanı olmaya çalışırım...
Şimdi tek yapabileceğim, birşeyler bilen ya da hatırlayan okurlarımdan yardım istemek... Ve hekimlerimizin de bu insani konuda harekete geçeceğini ummak... Beni isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan arayabilirsiniz...”
AKATULU “KAYIP”...
Ekim 2012’de ise yani bundan tam dokuz sene önce şöyle yazmıştık:
“60 yaşındaki traktör sürücüsü, karnından yaralanmıştı...
Girne hastanesinden “kayıp” edilen Hacıhambi...
Bir Kıbrıslırum okurumuz, şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Akatu (Tatlısu) köyünde 1974’te köyün çoğunluğu köyden ayrılmış olduğu halde 120 kişi kadar bir kitle köyde kalmıştı... 14 Ağustos 1974’te çoğu Akatulu köyden ayrılmıştı...
Sonra 19 Ağustos 1974’te Türk askerleri köye girmişler ve köyde bulunan Akatulu Kıbrıslırumlar’ı esir alarak onları İpsoz’a (Gypsou – Akova) götürmüşler, burada oluşturulan “esir kampı”nda bu insanlar iki ay boyunca kalmışlar, bazı Akatulu yaşlı insanlar bu köyde vefat etmişlerdi... İpsoz’da yalnızca Akatu’dan değil, başka köylerden getirilen başka Kıbrıslırum esirler de vardı fakat en kötüsü yaşlı ve yatalak olanların durumu idi... Bunlar çok ağır koşullarda yaşıyorlar ve bazıları da bakımsızlıktan can çekişiyordu...
19 Ağustos’a geri dönecek olursak, bir köylümüz yani Hambi Liasi Hacıhambi, 1974’te 60 yaşında bir adamdı, traktör sürücüsü olarak hayatını kazanmaktaydı. Köyden ayrılmayanlar arasındaydı... Türk askerleri köye girdiği zaman, o traktörüyle bir tarlayı sürmekteydi. Sivil bir insandı, 60 yaşında zaten askerlikle ilgisi olamazdı.
Onu karnından vurmuşlar ve Hacıhambi yaralanmıştı. Onu askeri bir cipe koymuşlar, sonra da Girne Hastanesi’ne götürmüşlerdi. Girne Hastanesi’ne kadar aynı cipte giden başka bazı esir Kıbrıslırumlar’ın ifadelerinden onun Girne Hastanesi’ne sağ ama karnından yaralı olarak teslim edildiğini biliyoruz. Ondan sonra bu arkadaşımızdan hiçbir haber alamadık. Yani Hacıhambi, Girne Hastanesi’nden “kayıp” edilmiştir.
Sizden ricam bu konuda araştırma yapmanızdır...”
Bu okurumuza bizimle paylaştığı bu bilgiler için teşekkürler. Biz de Kıbrıs Türk Tabipler Birliği’ne çağrıda bulunarak, bu konuda bu “kayıp” insanın akibetinin öğrenilmesi konusunda yardımcı olmasını rica ediyoruz.
Girne Hastanesi’nde 1974’te hangi doktorlar ve hangi hemşireler görev yapmaktaydı? Bu hekimler, hastaneye getirildiği söylenen bu “kayıp” Kıbrıslırum’la ilgili neler biliyorlar?
Bu konuda herhangi bir bilgisi olan okurlarımı isimli veya isimsiz olarak beni 0542 853 8436 numaralı telefondan aramaya davet ediyorum...”