HATIRA DAHA UZUN HAYATTAN

Neşe Yaşın

 

Son yıllarda yaşadığım sayısız yakın ölümü, zamanlı ya da zamansız veda, değişen ölüm ritüelleri üzerine düşündürdü beni. Ölüm artık bir Facebook haberi. Hayattaki bu en ağır gerçek, son derece hafiflemiş durumda. Pandemi dönemi ahir zamanlarda zaten irtifa kaybetmiş, biçim değiştirmiş ritüellerin tamamen bırakılmasını zorladı.

 Kuşaktan kuşağa aktarılan ölüm ritüelleri geride kalanlara dayanma gücü vermek, bireysel acıyı bir kolektif içinde hafifletebilmek için varlar. Çocukluğumdaki mevlitleri hatırlıyorum.  Düzenleyen için bir avuntu, bir meşguliyet oluştururdu bunlar. Acılar içindeki aile yalnız bırakılmamış olur, üçüncü gün, kırkıncı gün gibi bir hedefin hazırlığını yaparken oyalanır, gidene veda süreci yasa yardımcı olurdu.

Bu ritüeller çağlar öncesinden bugüne taşınırken değişim geçirse de bireysel yasın toplumsal paylaşımı amacını taşımaya devam ettiler diye düşünüyorum.

Kıbrıs’taki kayıp kişiler meselesinde en önemli boyutlardan birinin gömme ve ölüm ritüellerinin gereğince yerine getirilmemiş olması olduğunu 74’te oğlu kayıp olan bir Kıbrıslı Rum anne ile belleğime acıyla kazınan kısacık bir sohbette fark etmiştim. Kemikleri bulunabilirse tören yapıp oğlunu gömmek, kendisi bu dünyadan gitmeden evladını üstünde ismi yazılı bir mezarda bırakmak istediğini söylüyordu acılı anne. Daha doğrusu hayatının en önemli meselesiydi bu. Bir gün zorla uzaklaştırıldığı ülkesinin diğer yarısında, kim bilir hangi ağacın dibinde ya da kuyuda çürüyen oğluna bir Hristiyan vedası yapmak istiyordu.

Ortodoks kiliselerinde birkaç yakınımın cenaze törenine katıldım. Tabut içindeki ölünün yanına gidip son bir kez bakıyorsun yüzüne. Dehşete kapılmıştım önce. Sonra bunun işlevinin ne olduğunu fark ettim. O son görüntüye tanık olmadan öldüğünden emin olamıyorsun yakınının.

Cenaze törenine gitmemişsem, hatta bu bile yetmez toprağa bırakıldığı anı görmemişsem daha zor kavrıyorum bir yakınımın ölümünü. Pandemi sürecinde virüsten ötürü değil de başka nedenlerle ölen, törensiz gömülen bazı tanıdıklarım hala yaşıyor gibi geliyor bana. İnternet üzerinden evime ulaşan bir ölüm haberi var yalnızca. Yıllardır görmemiştim zaten.

Bu sanal yas bile doğru düzgün tutulmadı bu dönemde. Ölüm haberleri arasından bir ölüm haberi olarak kaldı her biri.

Nazım Hikmet Piraye’ye seslendiği “Karıma Mektup” şiirinde :

“Yaşarsın  karıcığım

Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda

Yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı

En fazla bir yıl sürer

Yirminci asırlılarda

Ölüm acısı” demişti ya, yirmi birinci asırlılarda bir yıl bile sürmüyor bu. İnsan ömrünün uzadığı, ölüme karşı medikal savaşta büyük kazanımlara ulaşılan bu yüzyılda bir varış bir yokmuş gibi sanki artık ölüm acısı.

David Bowie hastalığını dünyadan saklasa bile bir hastane yatağından “buraya bakın ben cennetteyim” sözleriyle başlayan “Lazarus” veda videosu çekmişti.

“Biliyorsun özgür olacağım

Tıpkı o mavi kuş gibi

Tam da ben değil miyim bu?

Ah özgür olacağım

Tıpkı o mavi kuş gibi”

Ölmeden önce son bir performans bırakılıyor dünyaya. Cenazesinde dinletilmek üzere “Hey burası çok karanlık, çıkarın beni, tak tak” gibi seslerle bir ses kaydı bırakan İrlandalı’yı anımsıyorum. Bir ölüm hazırlığı döneminde gerekli hazırlıkları, bağışları yapanlar var bir yandan da.

Ani, beklenmedik, trajik ölümler, cinayetler, kıyımlar için ise daha farklı, daha kolektif bir yas var belki. Yıllar önce Kıbrıs’ta pek çok kişinin uçağın klima sisteminin arızalanması sonucu donarak öldüğü bir uçak kazası olmuştu yaz aylarında. Eylül’de üniversite açıldığında bir öğrencimin de anne babasını bu kazada yitirdiğini kardeşi ile birlikte öksüz kaldığını, artık akrabalarının yanında yaşadığını öğrenmiştim. Bir gün onun “Benim annem babamın ölümü diğer anne babaların ölümünden farklı değil ki. Bir trafik kazasında da ölmüş olabilirlerdi” diye isyan ettiğini anımsıyorum. Bu ölüme bir trajedi boyutu verilmiş olması yas sürecini zorlaştırdığı içindi belki de bu isyan.

Bazı insanlar ölmemişler ve bir gün dünyanın bir yerinde karşılaşacağız gibi geliyor ya bana bu insan tahayyülünün cennet fantezisinden farklı değil belki de. Bir gün buluşacak olma avuntusunu taşımak istemiş insanlık.

Yaşanan her günün değerini bilmek, sevdiklerimize yaşarken sahip çıkmaktan başka yapacak bir şey yok. Bu bir varmış bir yokmuş misafirliği güzel bir masal kadar bir korku filmi de olabilir çünkü. Tüm dostlarım, dost bildiklerim, hasbelkader bana düşman olanlar ya da sevmeyenler dahil zamanlı, zamansız vedalarına ne kadar üzüleceğimi bilsinler isterim. Bir şiirimde dediğim gibi “Hatıra daha uzun hayattan”