Yeni bir şey değil aslında, kökü derinlere inen bir konu bu…
'Ana-yavru' polemiği öncesinde ve sonrasında yaşananlara bakıyorum.
Bir yanda umut veren gelişmeler var, ilerlemeye dair.
Diğer yanda ise 'gözleri kör eden' duruşlar var 'muhalif' eleştiriyi yok etmeye yeltenen.
Yeni döneme dair ilginç bir geçiş sürecinden geçiyoruz.
Mustafa Akıncı'nın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle çok değişik bir havaya girdi toplum.
Sadece toplum değil, ülkenin ilerici güçleri de bu 'havadan' nasibini almış.
Akıncı da ağzından kaçırmıştı önceki gün “Seçilmemle bir hava oluştu ama bu sadece bir hava…”
---
CTP'de olanları anlatırken bir yorum yapmıştım.
Demiştim ki “Sadece isimleri değiştirmekle bir şeylerin değişeceğini sanıyorsak yanılıyoruz. Değişmesi gereken politikaların ta kendisidir”
Aynı şey Cumhurbaşkanlığı için de geçerli.
İsimlerin değişmesinin bir anlamı yok.
Gerçekten yok…
Eğer her şey aynı kalacaksa niye değiştirip ‘umut sarhoşluğuna’ girelim ki…
Değişmesi gereken siyasettir, duruştur, değerlerdir kanımca…
Şu ana kadar yeni siyasete dair net bir durum göremiyoruz.
Söylemden öte politikalar bekleniyor artık.
Sloganlardan öte…
Ve bu politikalar toplum tarafından itelenmeye de ihtiyaç duyuyor.
“Derinya kapısı açılsın” tezi bu ‘itelemeye’ bir örnek mesela...
“Aplıç kapısı” da öyle…
Günlük hayata dokunan lokal çözümler beklentisi var.
Daha resmi adıyla “güven yaratan önlemler”…
Dedim ya isimlerin değişmesinden öte siyasetlerin değişmesi gerekiyor.
Ve itelenmesi şart bu siyasetlerin…
---
Akıncı'nın işi çok…
Eroğlu'ndan kalan “Kamu Hizmeti Komisyonu” rezaleti hale yerli yerinde…
Polis Genel Müdürü konusu keza öyle…
Pek tabii hükümetle birlikte verilecek bir karar bu…
Diğer yandan zamanla Saray'a üşüşen Eroğlu tayfasını ne yapacak Akıncı çok merak ediyorum.
Bunlar pratikte beklenen gelişmeler…
Bir de 'siyasi' tarafı var pek tabii…
Türkiye Cumhurbaşkanı ile önceleri tırmandırılan daha sonra şaşalı resmi törenin gölgesinde kalan polemikte yaşananlar…
Erdoğan'ın anlı-şanlı töreninin perde gerisinde neler yatıyor kim bilir.
Kimilerinin “zafer” diye yutturmaya çalıştığı, sözüm ona “ana-yavru” olmaktan çıktığımız “kardeş” olduğumuz tören bu…
Öylesi bir ilizyon havası yarattık ki o törenin ardından.
Öylesine bir kafa bulandıran şaşa sunuldu ki önümüze…
Her şey oldu bitti sandık, değil mi?
Gerçekten kardeş miyiz artık?
Yoksa “kardeş” gibi görünen yavru mu?
---
Olayı bir de tersten okuyalım.
Türkiye ile yaşadığımız sorunlarla yüzleşmeye hazır mıyız mesela?
Türkiye kabul etse, bir kavga verip 'yavru' olmaktan çıkmaya evet diyecek miyiz?
Bu 'bedeli' ödeyecek miyiz hepimiz?
Kısacası söylemden öteye gidecek miyiz?
Hayal mi kuruyorum, uzak bir olasılık mı bunlar?
Darbe Anayasası'nın değiştirilmesini elinin tersiyle iten bir toplum nasıl olur da şimdi Kenan Evren'e lanet okur, şaşırmıştım.
Ve Akıncı'yı seçmekle 'devrim' yaptığını sanan topluma da şaşıyorum sadece…
“Değişim” öyle kolay, öyle basit değil a dostlar.
Değişim önce kendimizden başlar.
Bedel ödeyerek olur.
Ve muhalif görüş ölürse eğer, seçimle devrim yaptığımızı zannedersek eğer, Akıncı'yı yalnız bırakırsak Saray'da…
'Değişim', seçim afişlerindeki can canlı renkleriyle kalır, pratiğe dökülmez…
Mesele eleştiren bakışı yok saymadan yeni sürecin ruhuna uygun hareket etmeyi becermektir.
Gerisi fasa fiso…