Havuz medyasının kirli suyunda çırpınmak

Cenk Mutluyakalı

Özel medya olarak adeta “yas” tuttuğumuz bir hafta oldu.
İçimiz burkuldu, yüzlerimiz asıldı, güvencesiz ve korumasız bu alanda kendimizi biraz daha çaresiz hissettik.

Birkaç yıl önce gazeteci dostlarımıza son derece “konforlu” bir alan yaratan Bağımsız adlı gazete adeta dağıldı.
Dört kişi işten çıkarıldı, Genel Yayın Yönetmeni Ali Baturay, Haber Müdürü Ergül Ernur, Yayın Koordinatörü Uğur Kaptanoğlu istifa etti” dediler.
Hepsi de yıllardır birlikte görev yaptığımız meslektaşlarımız…

***
Doğrusunu söylemek gerekirse “filmin sonu” hiç kimse için sürpriz değildi.
Gidilecek köy biliniyordu zaten…
İnşaat furyasında zenginleşen ve AK Parti’ye yakınlığı ile anılan bir yatırımcı, “medya benim hayalimdi” diyerek yola çıkmıştı.

Concorde Otel’deki o görkemli açılışı anımsıyorum.
Devasa bayraklar salona asılmış, “devlet”in tepesi ve siyasilerin hepsi gecede boy göstermiş, “halkın, haklının yanında” gibi sözlerle yürekler ısıtılmıştı.

Kıbrıs Türk medyasının son 35 yılına her düzeyde tanıklık etmiş aklım bu “yatırım”ın sürdürülemez olduğunu söylüyordu.

Ülkemiz ve medyamız ölçeğinde bir web sitesi için böylesi bir “kadro” ödenemez, bu iş “sürdürülebilir” olamazdı.

Medya patronluğunu “güç bende” gibi görenler bunun yanıltıcı etkisinden kurtulacaktı eninde sonunda… Ya da kimi iş bağlantılarını sonuçlandıracak, taleplerini kabul ettirecek, gazetecilerin kullanım değeri sonlandığı zaman da “buraya kadar” diyecekti.

En son yaşanan kıyımı kendilerine sorduğunuz zaman meselenin “performansla” ilgili olduğunu söylüyorlar.
Bana inandırıcı gelmiyor.

***
AKOL Medya’nın patronu Niyazi Şanal’la tanışmam bu yeni gazete projesiyle ilgili olmuştu.
İş teklifi yapmıştı.
Şimdi sahip olduklarımın çok ötesinde iyi imkanlar önermişti.
Teşekkür etmiş, reddetmiştim.
Onca yıl biriktirdiğim kimi değerleri “geçici bir saadet” için harcamak yazık olurdu.
Elbette kişisel bir değerlendirmeydi bu…

Bir dönemin medya firavunu Asil Nadir heyecanında Kıbrıslı bir yatırımcı vardı karşımda ve o da bu alandaki kirlilikten yakınıyor, idealist sözler ediyor, yine de bu alana neden girdiğini tam da anlatamıyordu. “Herhangi bir ortağı” olmadığını ısrarla söylüyor, değirmenin suyunun nasıl aktığına dair kuşkuculuğuma, “Bunlar bizim için önemli paralar değil” diyordu.

Meydanın yeni yatırımcısı Şanal, 800 bin Sterlin ödeyip Kanal T’yi de satın aldı.
Üstelik satın aldığı kişi “Cumhurbaşkanı” olarak biliniyordu.

Bu satışın içinde bina, altyapı ya da teknik donanım yoktu üstüne üstlük...
Niye” diye sorduk, durduk.

O “niye”ye halen bir yanıt bulmuş değiliz.

***
Medya, demokratik toplumların en kritik unsurlarından biridir” gibi laflar anlamını çoktan yitirdi.
Bir dönem “bağımsız ve kurumsal medyayı destekleyiniz” diye çok yazdık, söyledik.
Kapı kapı gezdik, uzun uzun anlattık hatta…
Nafile!
Çünkü çoğunlukla gördük ki medet umduğumuz insanlar aslında medyayı zehirleyenlerin ta kendisiydi…

***
Medya sektöründe kirlenme büyüdükçe büyüdü…
Çirkef yatağında gülistanlık olamayacağı kabullenişi ile izledik manzarayı…
Paralı yatırımcıların sektöre olan ilgisi çok farklı hesaplarla ortaya çıktı.
İşin mağduru özel medyadaki emekçiler oldu genelde…

Güvencesiz çalışma koşulları, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, korumasızlık büyüdükçe büyüdü…
Ne etik kaldı, ne de kalite…

***
Gazetecilik, toplum için gerçeği ortaya çıkarmak, iktidarı sorgulamak ve halkın çıkarlarını korumak gibi sorumluluklar içerir…
Oysa gördük ki paralı” yatırımcıların sahip olduğu medya, iktidarı sorgulamak değil tanıtımını yapmakla meşgul oluyor. Halkın değil kendi sermayelerinin çıkarlarını koruyor, gerçeği ortaya çıkarmak yerine gizlemek işlevini görüyor.

***
Özel medyadaki gazetecilere yönelik bir başka riyakarlık da şu oluyor…
Kamu köşküne sığınmışsanız eğer çizilen çerçevenin dışına çıkmamak, söyleneni yapmak ve statükoyu korumak “statü” olarak görünür.
Oysa özel medyada “satılmışlıkla” eş tutuluyor bu…

Yatırımlarını korumak ve siyasi güç elde etmek isteyenlerin oluşturduğu “havuz” büyürken, bu kirli suyun içine itilen, özel medyadaki gazeteciler oluyor genelde…
Sivil toplum ya da idealistler dahi “seçicilik” göstermeden o “kirli” suyu yudumlarken, gazeteciler orada boğuluyor. Medyaya “destek” için yanaşanların bile “satın alma” iç güdülü davranışları karşısında tarifsiz bir hüzün kalıyor geriye…