Ne yalan! Haberleri izlerken bu “fili yuttu bir yılan” hallerine bakıp kahroluyorum. Şu korkunç cehennem tiyatrosunun seyircisi olmayı reddetmek de olası değil. Çılgın bir savaş sürüyor; ortalık kan gölü… İlk gençlikte, dünya değişecek barış gelecek diye hayal ederdim. Oğlum doğduğunda, büyüdüğü zaman askere gitmeyeceğini; o zamana kadar dünya barışına ulaşacağımızı düşünürdüm saf saf… Hem Kıbrıs’ın birleşeceğinden de emindim. Hatta Peristerona’daki bahçemizdeki ağaçların yerinde duracağını, orada çocukluğumda olduğu gibi büyük partiler vereceğimizi, şarıl şarıl akan suların, kerpiç bahçe evini saran hanımellerinin yanında çocukluğumdaki gibi içimi sonsuz bir yaşama sevincinin dolduracağını, geçmiş bir cennete yeniden kavuşacağımızı düşlerdim.
Geçenlerde kaybettiğimiz sevgili dost, kalpten barışsever Josef Bayada’ya veda ederken düşündüm yine bunları. Kıbrıs’ın birleşmesini gönülden dilemiş ve bunun için çalışmış insanların vuslata ermeden gelen ölümü hep hüzünlendirir beni. Sonradan 1960’lı yıllarda yazdığı yazılara denk gelip daha da hayranlık duyduğum Haşmet Gürkan’ı hatırlıyorum örneğin. “Kıbrıs’ın birleşmesini ben göremem ama siz görürsünüz” belki demişti bana bir gün.
Akıp gidiyor hayat. Öyle bir cehennem yaratmışlar ki sevinç duyabileceğimiz her şey gölgeleniyor. Dünya bir cinayetler evine dönüşmüş durumda. Yaşayanlar olarak bizler de yakınlarını yitirenlere özgü kayıp sonrası travmasını yaşıyoruz.
En kötüsü şu anın sorumluluğu konusunda sızlayan vicdanlar. Bu dehşet ortamında yapabileceklerimiz git gide sınırlanıyor. Komplolar, dezenformasyon, haince yürütülen algı yönetimi barışseverlerin elini kolunu bağlıyor.
Türkiye’nin halini izlerken 1974 sonrası Kıbrıs’ı düşünüyorum. Onca haksızlığa bulunan gerekçeleri, savaş sonrası talanı ve açgözlülüğü, kalbi sızlayanların çaresiz sessizliğini… Resmi çizgiden en ufak bir sapma gösterenin hain ilan edilişini… Bütün bu alt üst oluş içindeki yer kapma yarışını… Ergen bir kız çocuğu olarak kafamın nasıl karıştığını, paramparça olan kalbimi, onca kirlilik içinde kendime kaçıp sığındığım ürkütücü yalnızlığı… Milliyetçilikle yıkanmış kafamın değişimini, birden yaşadığım o aydınlanmayı…
Böylesi dönemler büyük sınav dönemleri. Cesaretle ortaya çıkanlar ve kendi konforunun ve esenliğinin peşindeki korkaklar hemen ayrışıyorlar.
Hayal etmeye devam ediyorum yine de o günün geleceğini… Ölümün yerinde armoni içinde bir arada yaşamanın var olacağı o günü… Öldürmenin yerini yaşatmanın alacağını… Silahlar için ayrılan paraların tıp araştırmalarına, dünyadaki adaletsizliklerin bir miktar düzeltilmesine ayrılacağı altın zamanları… Kıbrıs’ın Orta Doğu ve dünyaya örnek bir barış adası oluşunu…
Hayal edin siz de Ara Bölge’de kurulacak kültür merkezlerini, parkları, botanik bahçelerini… Kıbrıslı çocukların hep birlikte oralarda koşuştuğunu… Gençlerin birlikte müzik yapıp, şarkılar söylediğini… Kafelerin dostluğu ve barışı kutlayanlarla dolup taştığını…
O gün gelirse bu hayali taşıyan, bu hayal için elinden geldiğince katkı koymaya çalışan herkes onurlandırılmalı bence. Aramızdan vuslat anını görmeden göçüp gidenlerin isimleri o parklara, o kültür merkezlerine verilmeli.
Savaştıranları, kutsayan, onların yalan yanlış tarihini hikâyeleştiren tarih kitaplarında barışseverler yer alacaktır o gün geldiğinde…
Bu karanlık zamanlarda bu güzel geleceği düşlemek istiyorum moralimizi bozup bütün bu zalimlerin istediği gibi yenik düşmeyelim diye…
Hayallerimiz biterse, karamsarlığa düşersek, onların yarattığı karanlıklarda önümüzü göremeyip yolumuzu yitirirsek, bizi sürükledikleri kederlerde boğulursak yenik düşeriz çünkü…
Ölüp giden o güzel insanların hayalini bir gün gerçekleştirebilmek için, gelecek güzel günler için daha bir karalılık ve heyecanla devam edelim derim ben…