Toplum denen mefhum çoğu zaman bireyin üzerine bodoslama yığılan bir enkaz görevi görür. Toplumsal kalıplar, toplumsal alışkanlıklar ve yerleşik yapının devam etmesini sağlayan değeler bir paket olarak bireyin sırtına yüklenir.
Kalıpların sınırlarını aşan, toplumsal alışkanlıkların dışına çıkan, yerleşik değerleri sorunsallaştıran kişi, ya değersizleştirilerek ötekileştirilir ya da eğer bir tehdit oluşturuyorsa etkisi yok edilmeye çalışılır. Pek tabii çeşitli iktidar mekanizmaları ile egemen toplumsal değerlerle uzlaşması da sağlanabilir. Ki bunlar gündelik hayatın içerisine o kadar bir sızmıştır ve yer etmiştir ki, siz bile yaşadığınız değişimin bazen farkında olmazsınız, kendinizi ansızın geldiğiniz noktayı aklamak adına bahaneler üretirken bulursunuz. Aslında hepimizin de bildiği bir iş sahibi olmak, borçlanmak, evlenmek, çocuk yapmak veya statüler, mevkiler vs tam da böyle bir işleve sahiptir.
Sistem kişiyi bir şey sahibi kıldıkça, kendine daha güçlü ağlarla bağımlı da kılmakta. Dolayısıyla özgürlük aslında tam da bir gündelik hayat sorunsalı. Çünkü farkında olarak veya olmayarak, tahakküm bağları gündelik hayatın içerisinde şekillenmekte, yayılmakta ve güçlenmekte.
İşte tam da bu tahakküm bağları aynı zamanda dil ve çeşitli sözcük kalıplarının hayat içerisindeki dolaşımından da güç almakta, birbirini besleyen bir ilişki sistematiği kurmakta. Birinin size sarf ettiği bir cümle veya sözcük kalıbı aslında verili iktidar/tahakküm ilişkilerinin işlemesine yardımcı olduğunu çoğu zaman idrak etmeyiz. Fakat günlük hayattaki iktidar pratikleri bir yandan da böyle çalışır.
***
'Hayal dünyasında yaşıyorsun' cümlesi belki de en sık kullanılan ve yukarıda açıklamaya çalıştığım gündelik hayattaki iktidar ilişkilerini yeniden üreten bir sözcük kalıbıdır. En azından benim 2005 yılından beridir en sık karşılaştığım bir 'tepki' veya karşındakini 'normalleştirme çabası' ifadesidir.
Eğer emek, insan hakları, hayvan hakları doğrultusunda örgütlü bir mücadele veriyorsanız, size ilk gelecek tepkilerden biri “iyi güzel de öyle bir dünyada yaşamıyoruz, siz hayal dünyasında yaşıyorsunuz” olur.
Eğer bir örgütte veya sendikada işlerin daha farklı da yürüyebileceğini, alışılageldik kalıpların dışında da bazı şeyler yapılabileceğini söylüyor ve ısrar ediyorsanız, karşılaştığınız tepki “Bugüne kadar hep böyle geldi bu işler, bunu yaparsak bizi kimse anlamayacak, hayal dünyasında yaşıyorsun” olur.
Eğer bir köşe yazısı veya makale yazıyorsan ve orada alışıla gelmiş, ezberlenmiş ve dogmatik kalıpların dışında, başka bir yaşam biçimine ve hayata dair ifadeler ediyorsan, kısa zamanda karşılaştığını tepki “iyi, güzel, hoş yazıyorsun, ama hayal dünyasındasın, bunlar gerçekleşmeyecek şeylerdir” olur.
Eğer geleneksel bir gazetede ortaya klasik haber ve içerik kalıplarının dışında alternatif ve biraz da alışıla gelmemiş öneriler atıyorsan, yine karşılaştığınız tepki “bunu ancak alternatif gazeteler yapar, biz yapamayız, hayal dünyasında yaşıyorsun” olur.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün... Okuduğun bir kitabı anlatırken, bir eserden heyecanlandığında, gerçekleşmemiş bir şeyi gerçekleştirmek için risk aldığında veya hayatından bazı şeylerden feragat ettiğinde karşına çıkacak ilk tepki “otur oturduğun yere, hayal dünyasında yaşıyorsun” olur. İşte böyle durumlarda yaşamak bazen topluma rağmen yaşamaktır.
***
Eminim daha pek çok kişi bu tür deneyimler yaşamıştır. Kendi adıma örgütlü mücadeleye başladığım 2005 yılından beridir hayatımda çok şey değişti, hala değişiyor. Fakat aynı kalan şeylerden biri sürekli olarak fikirlerimden, eylemlerimden, tercihlerimden ve kararlarımdan dolayı sürekli olarak “hayal dünyasında yaşıyorsun” normu ile karşılaşmam oldu. Toplum içerisinde, kendi alışkanlıklarının esiri olmuş ve sahip oldukları şeyler altında sürekli olarak ezilmeye gönüllü olan kişilerin tepkisini geçtim; toplumsal dönüşüm, özgürlük ve bağımsızlık iddiasında bulunan derneklerden tutun da sendikalara kadar pek çok kesim kendi yarattıkları küçük dünyalarının dışında, kendilerine yabancı veya farklı bir düşünce veya eylem ile karşılaştıklarında hemen “hayal dünyasında yaşıyorsun” cevabına sarılabiliyorlar.
“Hayal dünyasında yaşıyorsun” tepkisi, aslında özgürlüğü savunan yapıların, özgürleşmekten korktuklarının başka bir ifadesi. Çünkü hiçbir özgürleşme süreci, hayal gücü olmaksızın gerçekleşmez. Çünkü hayal gücü sizi bilmediğiniz bir alana davet eder. Halbuki bugün özgürlüğü savunduğunu iddia edenlerin tek derdi kontrol edebilmek; kendi küçük yaşamlarından, gayesini güttükleri büyük iktidarcıklarına kadar. “Hayal dünyasında yaşıyorsun” tepkisi bir bakıma toplumun nasıl kontrol manyağı olduğunu da göstermekte.
***
“Hayal dünyasında yaşıyorsun” ifadesi, bir yandan karşısındakini değersizleştirmenin ve onu 'normale' çağırmanın bir ifadesi. Diğer yandan da bir çeşit korkunun ve güvensizliğin dışa vurumu. Hayal etmekten, hayal gücünden ve hayallerle birlikte ortaya çıkabilecek olan bilinemez potansiyellerden korkunun dışa vurumu. Ne kadar şikayetçi olurlarsa olsunlar, hayal gücünden korkanlar verili düzenin değişmesini istemeyenler, aslında her birinin bu alışkanlıklar akışı içerisinde rahat ve korunaklı balonları olan, o balonlar içerisinde de yıllardır tekrarlanan döngülerden memnun olanlardır. İster verili düzenden şikayetçi olmayan birileri olsun isterse de verili düzenden şikayetçi birileri olsun, hayal gücü karşıtlıkları onları “sen hayal dünyasında yaşıyorsun” ifadesinde birleştirmekte. İşte tam da birleştikleri yer sistemin bedenselleştiği nokta oluyor. Sürekli olarak şikayet ettiğimiz, bizi emip tüketen kktc dediğimiz mefhum da öyle görünmez veya aşkın bir güç, soyut bir mekanizma değil. Ansızın kktcyi “Sen hayal dünyasında yaşıyorsun” sözcüğünde bulabiliriz.
***
İçinde yaşadığımız düzenin ve yapının artık devam edemeyeceğini söyler dururuz fakat bunun ötesinde de bir hayatı hayal edebilme, onu şimdiden eyleme geçirme cüretinde bulunmayız. Üstüne buna kalkışanları da değersizleştiririz. Çoğu zaman şikayetlerimiz ve yakınmalarımız bile bir vicdan rahatlama seansına dönüşüyor, fakat sonrasında gündelik hayattaki tahakküm ağlarıyla uyumlu bir şekilde yaşayamaya devam edebiliyoruz.
***
Kıbrıslı Türkler ne yazık ki hayal edemeyen, fakat onun da ötesinde hayal gücünden de korkan bir topluluk haline dönüştü. Hani hep 'dışsal nedenlerden' dolayı tükendik edebiyatı yapılıyor ya; bence tam tersi 'içsel nedenlerden' dolayı tükeniyoruz. Hayal edebilme potansiyelini kaybettiğimiz için, hayal gücünden korktuğumuz, düşleri ve özgürleşme güdüsünü evcilleştirdiğimiz, 'bize' -ki eğer biz diye bir şey varsa- aykırı geleni değersizleştirmeye çalıştığımız için tükeniyoruz. Tükeniyoruz evet, ama sadece birileri dışarıdan müdahale ediyor diye değil, korunaklı sandığımız alanlarda özgürlüğe yabancılaştığımız için, o hep şikayet ettiğimiz kktcnin gündelik hayattaki ilişkilerimizde, aşktan tutun da iş hayatına kadar yeniden ve yeniden ürettiğimiz için, hayal kurmayı unuttuğumuz, herkesin tek tek birer kktcye dönüştüğü için tükeniyoruz.
***
'Hayal dünyasına' geri dönecek olursak...
Yeni bir yaşımın nüveleri, çürümüş ve kokuşmuş ilişkiler ağı içerisinde, yanlış yaşamları doğru yaşamaya çalışan hali vakti yerinde olanlardan gelmeyecek...
O, hayal dünyasından gelecek...
Bir caz neşesinin sızmadığı sokak,
bir blues hüznünün vurmadığı duvar,
bir rock heyecanının devirmediği sınır kalmayacak...