Hayal et, umut et, kendine güven!

Birol Karaman

Yenidüzen Gazetesi’nde 13 Nisan 2021 tarihinde yayınlanan son yazım, Tatar’ın Cenevre’de gerçekleştirilecek olan beşli zirve öncesinde söylediği “Cenevre’ye yeni fikirlerle gidiyoruz” sözü üzerineydi…

Tatar’ın “egemen eşitlik” söylemiyle ortaya attığı ve aslında hiç de yeni olmayan fikirlerine dair görüşlerimin özeti şu şekildeydi;

“Yeni denen fikirlerle aranacak olan şey de-facto olarak oluşturulan bu yapıya [KKTC] uluslararası hukuk içerisinde meşru bir zemin yaratma arzusundan başka bir şey değil. Bunun mümkün olup olmadığı bir yana, bu yapının uluslararası hukuk zemininde kendine yer bulması halinde bile Kıbrıslı Türklere nasıl bir gelecek sunacağını gözden geçirmemiz gerekiyor galiba…  

Öyle çok uzağa gitmeye gerek yok. Bu “yeni fikirlerin” kabul görmesi ve mevcut yapının uluslararası hukuk zemininde kabul görmüş bir hale erişmesi durumunda bu yapının 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşananlardan farklı ne yaşatabileceğini düşünüyoruz gerçekten?

Tersten soralım! Tanınmamış olsa dahi, bu yapıya ve Kıbrıs Türk Halkının özgür iradesine saygı duyulmasının önündeki engeller nedir tam olarak? Neden ekonomik alanda, sosyal yaşamda Kıbrıs Türk Halkının üzerinde uzlaştığı programlar yerine hiç konuşulmamış, hiç tartışılmamış programları buluyoruz önümüzde sürekli olarak?

Bunun nedeni açıktır. Kıbrıslı Türklerin yalnızca ekonomik alanda ve sosyal yaşamda değil, siyasal alanda da özgün kimliklerini ve iradelerini tesis edebilmelerinin yolu bu küçücük toprak parçasında bağımlı olmaktan başka bir imkânı olmayan bir yapıyı sürdürmeye çalışmalarından değil, bir bütün olarak Kıbrıs adasında siyasal eşitliklerini elde etmelerinden geçiyor.”

***

Aradan geçen iki buçuk yıllık süre içerisinde hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu söyleyip umutsuzluğa kapılmak pekâlâ mümkün. Ancak uslanmaz bir iyimser olarak bu tavrımdan vazgeçmek niyetinde değilim. Çünkü geride kalan iki buçuk yılı, olmayacak duaya âmin diyerek geçirenlerin, toplumu getirdiği nokta siyasi yelpazenin neresinde bulunduğuna bakılmaksızın her Kıbrıslı Türk’ün apaçık gördüğü ve artık gördüğünü ifade etmekten çekinmediği bir noktaya doğru evrildi.

Geldiğimiz aşamanın özeti şudur;

Tatar’ın son derece eski olduğu bilindiği halde buna “yeni” lakabı taktığı fikirleriyle Kıbrıs Türk halkı hiçbir yere varamamış, uluslararası toplum bu “yeni fikirlere” itibar etmemiştir. Dolayısıyla Kıbrıslı Türkler yalnızlaşmıştır.

Bu yalnızlaşma hali toplumun refah düzeyini geriye çekmiş, özellikle TL kullanımı nedeniyle halk fakirleşmiştir.

Toplum, bırakın temel sorunlarına, en basit gündelik sorunlarına bile çözüm bulamaz hale gelmiştir. Eğitimden sağlığa, trafikten çevreye tüm alanlar yönetilemez bir hale gelmiştir.  

Dahası, olduğu kadarıyla işleyen bir demokrasi, Kıbrıs Türk halkının ellerinden kayıp gitmiş, demokratik hoşgörü kültürü zayıflamıştır.

Geriye ise Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılacak yatırımlar konusunda düzenli olarak kamuoyuna beyanatlar veren bir elçi, parti içi dengeler gözetilerek belli aralıklarla yenilenen bir Bakanlar Kurulu ve sabahları sağlığımıza dikkat etmemiz gerektiğini öğütleyen bir “Cumhurbaşkanı” kalmıştır…

Bütün bu olan biten aslında bir çürümüşlük hali olsa da Kıbrıs’ta barış, demokrasi ve insan hakları mücadelesi açısından yeni de bir potansiyel oluşturmaktadır. Üstelik o potansiyelin harekete geçeceği aşamada toplumun taleplerinin hemen hemen netleştiği görülmektedir.

Haysiyetli bir halk olarak Kıbrıs Türk halkı kendi kalkınma planları çerçevesinde kendi geleceğini planlamak istemekte ve bunun başına nüfus planlamasını koymaktadır. Toplum yaşanmakta olan ekonomik sıkıntıların ana kaynağının TL kullanımından kaynaklandığının farkındadır ve istikrarlı bir para birimine geçişi desteklemektedir.

Çocuklarının eğitim süreçlerini her şeyin önünde tutan Kıbrıslı Türkler, altyapısından müfredatına kadar eğitimin her aşamasının çağın gereklerine uygun olarak planlanmasını istemekte ve bunu kendi yaşayış biçimine, demokratik hoşgörüsüne uygun olarak şekillendirmek istemektedir.

Toplum sabah uyandığında sırf fikirlerini paylaştığı için bir gazetecinin soruşturmaya tabi tutulduğunu görmek istememekte, esas gündeminin konuşulmasını, sorunlarına çözüm bulunması amacıyla çalışıldığını görmek istemektedir. Siyaset kurumunun en üstten başlayarak hoşgörüsünü yeniden yükseltmesini talep etmektedir.

Kıbrıslı Türkler ne Türkiye ile gerilimli ilişkiler istemektedir ne de herhangi bir ferdinin Türkiye sınır kapılarından geri çevrildiğini görmek istemektedir…

Kıbrıs Türk halkı uluslararası toplumla barışmak ve yeniden dünya dilini konuşabilen bir liderlik istemektedir.

Aslına bakarsanız aydınlık bir gelecek belki de hiç olmadığı kadar bizim ellerimizdedir. Çünkü mevcut yapı çürümüştür, çökmüştür ve istisnasız her yurttaş bunu açık bir biçimde görmekte ve ifade etmektedir. Değişim için harekete geçme gücünü kendimizde bulmayı başarıp başaramayacağımız galiba biraz başlıkta saklıdır.

Hayal et, umut et, kendine güven…