Bana mı denk geliyor yoksa günümüzde yaygın bir distopya edebiyatı mı var diye kafama takıldı bugün. Dünyanın geleceğine dair korku ve kaygıların böylesine baskın olduğu bir çağda oldukça anlaşılır bir durum bu. Korkuyoruz ve tahayyülümüz korkunç bir gelecek kuruyor. Bu zalimlere ilham veriyor belki de. Distopyaları yazanlar bir tehlikeye işaret etmek, alarm ziline basarak yaklaşmakta olan felaketi engellemek istiyorlar aslında. Bunu yaparken tam tersi bir etki yaratıp bu kötülük tasavvurunu kötü niyetlilerin eline sunmak da mümkün diğer yandan.
Moralimiz fena halde bozuk zaten. Bunun yerine güzel bir gelecek hayali kursak belki bu süreçte iyileşme formüllerini de keşfedeceğiz. Eriyen buzdağı üzerindeki kutup ayısı imgesi zihinlerimize yeterince yerleşti zaten. Damızlık kadınların kırmızı pelerinleri de öyle…
Ütopyalar gerçekleşmesi imkânsız görülen pembe rüyalar da distopyalar daha mı işlevsel peki? Aslında ütopyalar varılamayacak yerler olsalar bile onların hayali ve değerleri ile dolu yolculukların bir keyfi, bir öğretisi vardır en azından. Zaten bozuk morallerimizi daha kötü bir gelecek tasavvuru ile daha da bozmanın alemi ne? Bunun dozunun ayarlanması gerek bir biçimde.
Gülüp oynayalım, hayaller kuralım demiyor elbette. Tehlikenin farkında olalım ve onun çözümleri için çalışalım bir yandan da. “Her şey çok güzel olacak” gerçekçi bir saptama değil belki… Ama daha güzele ulaşmak için enerji veren bir cümle bu en azından.
Moralimizi bozan her şey, gördüğümüz her tehlike kuracağımız gelecek için de bir ilham taşımalı.
Kuşların gerçek olmadığını, onların hepsinin öldürülüp yerlerine bizi gözetleyen uydular yerleştirildiğini söyleyenlere inanılan bir dünyada yaşıyoruz. Buna inananlarla dalga geçmek üzerine başlayan hareket dalga dalga yayılarak hayata dair bir algıyı biçimlendirebiliyor sonuçta. Sahte bir restoran kendine medyada yer bulup listelerdeki yıldızları hızla çoğaltabiliyor. Sahtenin nasıl prim yaptığını görenler bir biçimde maytap geçmeye başlıyor onunla. Sonunda sahtelik bir norm haline gelebiliyor.
Türlü şarlatanlık bir biçimde yer buluyor kendine. Sunum ve eda yeterli olabiliyor basamakları tırmanmak için. Sanal bir para ile zengin hayatlar yaşanabiliyor, güzellik bıçak altına yatılarak elde edilebiliyor. Marka olmanın bir formülü var ve marka olmak her şey.
Televizyon dizilerini yapanlar bilirler. Mutlaka kötü karakterler gerekir diziyi sürüklemek için, baş kahramanlar en büyük sorunlar ve acılardan geçmek zorundadırlar ama masumiyet ve iç ferahlığı yoksa da tutmaz dizi. Peri masalları formülüdür belki de bu. Canavarlarla, kötülerle savaşır kahraman ve zafere erişir bir noktada. Kahramanın başarıya tırmanan yolculuğunu izleriz hep birlikte.
Geleceği hep karanlık görme eğilimi var uzun süredir. Gençlik yıllarında tarihsel iyimserlik öğretisi ile büyüyenler için biraz fazla bu.
Ülkeler arasında öylesine uçurumlar var ki. Güney ülkelerinden Amerika’ya gitme hayali kuran pek çok genç orada gelecek yüzyılı bulacağını düşünüyor. Geçmişin uzak diyarları artık bir tık ile yakınımızda zaten.
Bir yanda yüksek teknolojilerle evrenin derinlerine ulaşılıyor diğer yanda ise hayatların en ilkeline doğru gidiliyor.
Gelecek uzun sürecek mi yoksa haklı mıyız bu kadar kaygılanmakta. En kötüsü hayallerden vaz geçmek, distopyaların ütopyaları yenmesine izin vermek.
Ben kötü ile iyi arasında bir yer kapma kavgası olduğunu düşünürüm. Her şey iyiye doğru giderken telaşa kapılan kötülük sahneyi ele geçirir birden. Yunan Tanrılarının güç elde etme hikayeleri gibi biraz da bu.
Her türlü sahtelik ve şarlatanlığın iktidara yürüdüğü bu zamanda masumların sarılabilecekleri hayalleri var en çok da.
Geleceğin çok kötü olacağını baştan kabullenmişsek gelecek kötü olacaktır zaten. Geleceğe dair muhteşem bir hayal taşırsak ona ulaşamayız belki ama o doğrultuda adım atarız en azından. Hayal gerçeğin örgütleyicisidir çünkü.