Yılmaz Akgünlü
yakgunlu@yahoo.com
Düşlere daldığım zaman, görüyorum. Bir yolculukta bundan fazla ne yapabilirim? Sadece hayal gücü çok zayıf olan insanlar, bir şeyler hissetmek için yer değiştirmeye ihtiyaç duyarlar.
(Fernando Pessoa)
Sabah erken kalktım ve kahvaltımı yaptım, sonra kanepeye uzandım. Kendimi hayallere ve düşüncelere bıraktım. Biraz uykulu ve halsiz gibiydim. İyice gevşeyip kendimi nefesimle beraber akan serin, sakin bir ırmakta hayal ettim. Bu hayalle beraber kendimi içimdeki duygu ve düşünce akışıma teslim etmiştim. Zihnimdeki yorgunluğun benden uzaklaştığını duyumsuyordum an be an. Sonra bedenimdeki yorgunluk hissine odaklandım. Akış bana farklı farklı, önceden belirlenmemiş sürprizler şeklinde geliveren tatlar getiriyordu. Bu bedenimde ve zihnimde bir canlanma yarattı. Kanepeden kalktım, kendimi oldukça zinde ve huzurlu hissediyordum. Sanki zihin akışım bana uzak diyarlardan canlandırıcı besinler getirmişti. İçsel besinlerdi bunlar ama bedenimde somut bir değişim ve iyileşme yaratmıştı.
Evimden çıkmadan gökyüzündeki yolların hepsini görebilirim demiş Lao Tzu. Ve büyük Zen ustası Shunryu Suzuki iki tür sonsuzluk olduğunu söyler: birisi dışımıza doğru açılan ikincisi içimizdeki sonsuzluk. Bu zihnimizin, tam olarak kendi oluşumuzun sonsuzluğudur.
Hayal gücünün sınırları yoktur. Hayallerinizde ve rüyalarınızda her şeyi yapabilirsiniz. Gündelik dünyamızda imkânsız görünen ya da olan şeyler hayallerde hiçbir zorlukla karşılaşmadan yaşanır. İsterseniz uçarsınız, isterseniz başka dünyalara, galaksilere yolculuk yaparsınız, hem de bir anda. İsterseniz rüyalarınızda ya da hayallerinizde ölmüş bir yakınınıza sarılabilir ve hasret giderebilirsiniz. Daha önce var olmamış besteler, aletler, icatlar yapabilir, dünyanın tarihini değiştirecek keşiflerin yolunu açabilirsiniz. Önce hayallerimizde var olmamış hiçbir yenilik, devrim ve buluş yoktur. Her şeyi önce sezer, ister ve hayal ederiz. Peki, bütün bunlar gerçeklerin yerini tutar mı diye sorulabilir. Elbette gerçekten bir şeye temas edip, görüp dokunmakla hayalinde bunların gerçekleşmesi çok farklıdır.
Ancak gerçeklik ve hayali karşılaştırırken birbirlerinden üstün olup olmamaları değildir söz konusu olan. İkisi birbirini tamamlarlar. Doğada yoğun olarak geçirdiğim, uzun bir süre boyunca dağlarda yürürken büyük bir keyifle yüzlerce çiçek, bulut, ırmaklar ve şelaleler gördüğüm günlerin sonunda gece çadırıma çekilip gözlerimi kapattığımda zihnimde kendiliğinden oluşan imgeler okyanusunda yüzmeye başlarım adeta. Zihin bütün gün aldığı izlenimlerin etkisiyle onlardan sentezler yaparak hayali imgeler yaratır birbiri ardına. Ancak ilginç olan bu imgelerin (hayallerin) gerçeklerinden bile daha renkli, canlı ve gelişmiş formlarda olmasıdır. Bir şekilde zihnindeki akışla bağ kuran insanlar bu deneyimi mutlaka yaşamıştır ve ne kadar güzel olduklarını bilirler. Burada gerçek ve hayal birbirleriyle etkileşim içindedirler.
Hayaller ve rüyalar aslında zihnin gerçekliği farklı formlarda yeniden ürettikleri yetilerimizdir. Gerçeklikle beslenen zihin aldığı izlenimleri sentezler. Zihin bu işi genellikle gece ya da loş ve sessiz bir ortamda yapar. O an gündüz gerçekliğine sürekli tepki verip enerji harcamayan zihin kendi başına kalmış ve izlenimlerinden oluşan malzemeyle kendine yaratıcı bir alan açmıştır. İzlenimler ne kadar güçlü, doğal ve yoğunsa zihnin üreteceği yeni gerçeklikler de o ölçüde derin, zamansız ve aşkın bir boyutta kişinin varlığına işler.
Aynı durum yoğun ve nitelikli eserlerin okunmasında ya da müzik, resim gibi her türlü sanat eserlerine uzun süre maruz kalınması sonrasında da olur. Zihin maruz kaldığı ya da dikkatlice katıldığı alanda üretken olmaya başlar. Gerçek olguların zihinde kalan izleri hayal gücü için harika besinlerdir. Zihin yeni fikirler, besteler, resimler hatta yeni “dünyalar” yaratmanın arifesindedir artık. İşte buna ilham deriz. Ve buradaki ikinci adım tekrar uyanık bilince dönüp gelen ilhamı somut üretimlere dönüştürebilmektir. Bir yazı, resim ya da beste ortaya çıkmaya, doğmaya hazırdır. Maalesef, çoğu insan ilham aşamasında gelen harika malzemeyi kullanmaz ve onu başka insanların da yararlanabileceği eserlere dönüştürmez. Hayal gücü mutlaka sanat eserlerine dönüşmek zorunda değildir. O bir yemek, bir gezi planı, günlük yaşamda işe yarayacak bir fikir, bir şaka bile olabilir.
Günlük alışıldık bilincimizde hayaller, gerçekle ilgisi olmayan boş ve yararsız şeylerdir. Hatta bir insanın çok hayalci olmasını ayakları yere basmayan bir tutum olarak görüp kınarız. Oysa unuturuz ki biz de şu anki yaşamımızı, onunla ilgili bütün gerçeklikleri hayal ederiz. Ben ve dışımdaki dünya sürekli aynı biçimde hayal ettiğim için bana tutarlı sabit ve asıl gerçeklikmiş gibi görünür. Oysaki çocukluğumdan beri nasıl duygular ve ruh halleriyle yaşayıp aktığımı bir hatırlayacak olsam fark ederim ki, yıllar geçtikçe hem kendim dediğim şey hem de dışımdaki dünyayı algılayışım yavaş ama sürekli bir biçimde değişmiş. Ben ve yaşadığım dünya asla aynı yer olmamış. Belki bazı temel değerler hep korunmuştur, belki derinlerde duran değişmeyen bir şeyler vardır. Ki bu değişmeyen şeyler de sözle çok anlatılamayan bir ruh hali, yaşama ilişkin bir duruş, dünyanın en temel gerçekliğini hissettiren sezgiler şeklinde olmuştur. Ama netice itibarıyla benim değişmeyen gerçek diye düşündüğüm çoğu şey bir iz bırakmadan yok olup gitmiştir. Bazı çok değerli şeyler de yeniden üretilmediğinden silinmiştir.
Yani aslında temelde ben duyumsayan, algılayan, yorumlayan, bazı şeylere odaklanan ve onlardan bazen bir iç dünya bazen de dışsal bir gerçeklik oluşturan bir bilincim. Daha da etkin bir ifadeyle ben hayal kuran yaratıcı bir bilinç odağıyım. Hayal etmek, imgelemek, tasarlamak benim insan olarak en farklı en derin gücümdür. Bu gücün ötesinde bir güç hayal edemiyorum (bakın burada bile farkında olmadan hayal edemiyorum dedim, hayal etmeyi en yüksek sınama ölçütü olarak gördüğümü ima etmiyor mu bu?)
Hayal gücü başka birçok yıkıcı ya da yapıcı gücün de ortaya çıkmasına imkân tanır. Örneğin en yıkıcı güç olan nükleer silahlar bir takım insanların maddenin yapısına ilişkin sezdikleri ve hayal ettikleri gerçeklerden doğar. Hayal gücü olmasaydı atom bombası yapılamazdı. Tabii ki antibiyotikler ya da aşılar da. Kötüye kullanıldığı kadar iyiye de kullanılabilir. Ama sonuçta devletleri nükleer silah kullanmaktan alıkoyan şey de nükleer bir savaşın sonunda ortaya çıkabilecek olan korkunç yıkımın hayalidir.
İnsanların birçoğu rüyaları dışında pek hayal kurmaz hale gelmiştir büyüdükçe. Zamanla insanın sırtına toplum tarafından yüklenen yük onu boş zamandan, tembellikten, “hiç” olmanın ve hayallerde sürüklenerek yeni duygu ve yaşantılar yaşamanın ve yeni değerler, toplumsal sistemler yaratmanın gücünden ve güzelliklerinden mahrum bırakmıştır.
Kendimizi bilgi ya da para kazanmaya adamışızdır artık. O da bilginin güç ve para getirdiğini gördüğümüzden; oysaki Einstein, “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir, çünkü bilginin bir sınırı vardır” demiştir. Ama bunu yapmayız çünkü Oscar Wilde’ın dediği gibi “Toplum suçluları sık sık bağışlar; hayallerinin peşinden koşanları asla bağışlamaz.” Çünkü hayaller tehlikelidir. Dünyayı sarsabilir değiştirebilir.
Hayal gücü insanın elindeki en büyük güçtür. Kendini manevi yok oluşa karşı da savunabileceği en büyük silahı. Bazı insanların hapse atılsalar da dayanmalarını sağlayan şey olarak gördükleri içsel özgürlükleri de aslında içsel hayal güçleridir. İşte bu yüzden toplumun değişimden korkan çoğunluğu hayal gücünden ölesiye korkar. Bizim de içimiz işlemiştir muhtemelen bu korku ve “gerçeklik” diye bize yutturulan kişiliksiz, ruhsuz, tekdüze ve insanları mekanikleştiren şeyi tek ve asıl gerçeklik sayarız.
Imagine (hayal et) adlı ünlü bestelerinin şarkı sözlerinde John Lennon ve Yoko Ono, hayal gücünün bu devrimci gücüne işaret ederler.
Hayal et
Cennet’in olmadığını hayal et
Denersen göreceksin ki kolay
Altımızda Cehennem yok
Üstümüzde yalnızca gökyüzü
Hayal et tüm insanların
Sadece bugün için yaşadığını
Ülkelerin olmadığını hayal et
Yapması zor değil
Ne uğruna öldürecek ya da ölecek bir şey var
Ne de dinler
Hayal et tüm insanların
Huzur içinde yaşadığını
Bana hayalperest diyebilirsin
Ama bil ki yalnız değilim
Umuyorum ki bir gün sen de bize katılırsın
Ve dünya tek yürek olur
Mülkiyetin olmadığını hayal et
Merak ediyorum yapabilir misin
Açgözlülüğe de açlığa da gerek yok
İnsanların kardeşliği
Hayal et tüm insanların
Bütün dünyayı paylaştığını
Bana hayalperest diyebilirsin
Ama bil ki yalnız değilim
Umuyorum ki bir gün sen de bize katılırsın
Ve dünya tek yürek olarak yaşar
Çeviri: Selim Şumlu
İnsanlığın ilkel çağlardaki bilinçlerinden günümüz dünyasının değerlerine evrimleşmeleri de birkaç insanın hayal ettikleri değerler ve yeni bir toplumsal düzenle başlamıştır. Öte yandan bazı insanlar kapitalist, tüketici bir düzen hayal etmiş ve ellerindeki imkân ve güçlerle bunu dünyanın çoğunluğuna en iyi düzen olarak hayal ettirmeyi başarmışlardır. Peki, bu açgözlü ve yıkıcı düzenden kurtulup yeni bir düzen hayal etmek mümkün değil midir? Imagine şarkısındaki gibi olabilir mi? “Umuyorum bir gün sen de bize katılırsın ve dünya tek yürek olur.”
Hayal ettiğimiz, hissettiğimiz şeyiz biz aslında. Hayallerimiz gerçeklikle savaşabilir ve onu yenebilir. Önce kendi içimizde başarırız bunu. Sonra sanat, edebiyat ve felsefeyle bunu topluma yayarız. Kendi içimizdeki hayale sadık kalmak, gerçekliklerden kopmadan her şeyi saran yüce bir uyum ve düzeni içimizde taşımaya devam ederek yaşamak bize umut ve enerji vermez mi?
Biz dışardan görünen bir beden değiliz sadece. Ondan çok daha ötede içimizde taşıdığımız zenginlikleriz. Bir şeyi hayal ederek onu kendimiz için somut bir gerçeklik kılarız. Sevgiyi ve sonsuz güzelliği hayal ederek onun var olduğunu fark ederiz. Birçok mistik gelenek yüceyi hayal ederek içimizde taşımamız gerektiği söylenir. Zen ustaları zazen meditasyonu sırasında yaratıcı hayal gücümüzü meditasyonumuzun derinleşmesi için kullanmamız gerektiğiniz söyler.
Bu fikrin arkasındaki ilke şudur: Bir duygu, ruh durumu ya da varoluşun sonsuz gizem ve güzelliğini hayal edebiliyorsam bu aslında içimde potansiyel olarak var olan bir şeydir. İmgelemimde ortaya çıkan duygu ve açılımlar orada somut olarak bulundukları için açığa çıkabilirler. Olmayan şeyler olsalardı zaten hayale gelemezlerdi. Sevgi birçoğumuz için tanımı yapılamayan soyut ve içsel bir durumdur ama bu gerçek olmadığı anlamına gelmez. Sevgi kendi hissiyatımızın en derin ifadesidir. Bu duygudan dünyanın bizi bir insan olarak var eden en anlamlı değerleri doğar.
Sevgi hayal edilen muazzam gerçekliktir. Eğer iyi ve kötü, ben ve öteki, yaşam ve ölüm gibi ayırımları ortadan kaldırabilirsem bütünleşik, ayırımsız bir bilinç haline gelirim ve bu anda bütün hayaller gerçek, bütün gerçekler de hayal olarak görülür. İkisinin birleştiği yerde gerçek yaratıcı güç, mutluluk ve eve varmanın huzuru vardır.
Daha yüce gerçeklerin gönül gözüyle görülmesi gerekir. Korkmadan hayal ederek.
İşte bu bir sanattır. Rüya bilinciyle gerçek bilinç arasındaki acı verici çatlağı kapatmak için çok çalışmamız gerek. Bu da bir insanın gerçekten en derinde susamış olduğu şey için yani özgürlük için tek fırsattır. Rüya Görme Sanatı’nda Don Juan’ın Castaneda’ya söylediği gibi:
"Özgürlük arayışı, insanı kamçılayacak olan tek itici güçtür, benim bildiğim bu. Oradaki sonsuzluğun içine süzülme özgürlüğünden bahsediyorum. Yerden yükselerek dağılma özgürlüğünden. Bir mum gibi olabilme özgürlüğünden. Bir mum, tepesindeki milyarlarca yıldızın parlaklığına rağmen olduğu gibi kalır, çünkü asla olduğundan daha fazlası gibi görünmenin derdine girmemiştir."
Böylesine bir özgürlüğü hayal etmekten bile vazgeçmiş bir insan sizce yaşıyor sayılabilir mi?