Hayallerin ertelendiği, beklenmedik gelişmelerin art arta yaşandığı bir zaman dilimi ağır aksak geçerken ruhlarımızda nasıl bir hasar bırakıyor diye düşünmekteyim son sıralar. Hayatta kalmanın en önemli mesele olduğu günler geride kalmış değil. Bir bıkkınlık içinde biraz başımızı kaldırmaya çalışırken darbe alma olasılığımız mevcut her zaman. Korkuyla yaşıyoruz. İşin özeti bu. Paylaşılmış bir korku bu. İnsanın insandan ölesiye korktuğu zamanlar söz konusu. Bu dönem yaşananların acısı sonradan çıkacak daha. Belki de bunun üzerine kafa yormak, olası sendromların önünü almak yapılması gereken.
Doludizgin giden hayatların duraklaması daha ağır aheste hayatların yavaşlamasından daha mı travmatik? Bilemiyorum. Ağır aheste hayatların heyecan potansiyeli yok olurken doludizgin hayatların dinginlik hayali gerçekleşmiştir belki. Her deneyim kendine özgü. Sorun özgür seçimlerin yok olmasında, mecbur kaldığımız yeni bir yaşam biçimi ile yüz yüze kalmamızda. Diğer yandan bu yeni dönemle gelen sayısız alt üst oluş ve trajedi söz konusu. Felaket sonrası neler yaşanacağına dair spekülasyonlar daha ilk haftadan yapılmış, kapitalizmin çöküşünden bile söz edilmişti.
Kapitalizmden çok dünya çöküyor sanki. Kapitalizm dünyayı da beraber çökertiyor. Salgın dönemleri sonrası hep önemli toplumsal değişiklikler olduğunu gösteriyor tarih. Ve ileriye doğru olmuş değişimler. İleriye doğru dönüşüm düz bir çizgide değil de sarmal olarak gerçekleşiyor sanki. Bir de birbirine direnen güçler oluyor hayatta. Bir şey ileriye hamle yaparken antitezi de atağa geçip sahneyi devralıyor birden. Bazı direngen yapılar değişim karşısında panik olup sıçrama yapabiliyorlar. Söylemek istediğim umutsuzluğa kapılmamak gerektiği. Doğa öylesine mucizevi bir şey ki kendini iyileştirebiliyor bazen. En karanlık anda doğuyor güneş. Dibe çökünce hızla yükselişe geçebiliyorsun.
Erotas ve Thanatos birbiriyle didişiyor sürekli. Her şey sonlanıyor elbet ama izini bırakıyor sonlanırken. Kendini her an yeniden üretiyor hayat.
Nice insanlara rastladım, yerlerde sürünüyorlardı. Sonra aynı insanları bulutları kucaklarken, zirvelere tırmanırken gördüm bir süre sonra. Hayat böyle bir şey çünkü. Hep kötüye gidip kendini yok eden de yok mu? Var elbette ama değişim ve dönüşüm hep var. Çürüyen, yok olan bile yeni bir hayatın ateşleyicisi olabiliyor.
Aklıma sorunlu evlere hapsedilmiş genç kızlar geliyor. Belki taşrada bir kız çocuk Üniversite’ye gidip baskıcı ev ortamından kurtulmayı hayal etmekteydi pandemi öncesi ve daha bile kötüsüne mahkûm oldu. Belki çocuklarını büyümüş orta yaşlı bir kadın artık kendiyle ilgilenmeyi, seyahatlere çıkmayı hayal etmişti; bir darbe de ona. Kendince hayalleri vardı elbet herkesin. Çok yoruldum, emekli olup istediğim şeyleri yapayım diyen bazı kişiler, heyecanla alınmış biletler, ateşlenmeye hazır projeler vardı. Bütün bunlar yine de dünyanın küçük bir yüzdesine ait düş kırıklıkları. Yakınını yitirmek, ekonomik çöküntü yaşamak, evsiz ve aç kalmak gibi dertler yanında esamesi bile okunmuyor bunların.
Geçen gün BBC, CNN izledim gün boyunca, Kabil’de hava alanında bir terör saldırısı olacağına dair istihbaratı tekrar edip durdular. Bilgi oradaydı. Kırmızı Pazartesi öyküsü gibiydi Marquez’in ve gerçekleşti sonunda. Dünya böyle bir yer işte. Beklenen ölümlerin haberini aldığımız bir yer. Engellenebilecek ölümlerin engellenmediği bir yer. Thanatos’un zalim kahkahasının işitildiği bir yer.
İstesek, doğru davransak başka bir dünya mümkün. Bunu bilmek acıtıyor en çok da. Başka bir dünyanın mümkün olması gibi her birimiz için başka bir hayat da mümkün. Çemberin içinde kaybolduğumuz için hayatlarımızın değişme olasılığını göremiyoruz. İstesek yerinden oynatırız dünyayı. İstesek ve doğru stratejiyi kursak sefil hayatlarımızı birer mutluluk bahçesine dönüştürürüz. Zorluklar var elbette. Ama tarih boyunca ne zorlukları aşmış insan kızı ve insan oğlu. Hayal kuralım ve yaratıcı zekalarımızı devreye sokalım yeter.