Oraya piknik yapmaya giden adamların hiçbir şeyden haberi yoktu. Hiç kimse onlara gaipten gelen garip seslerden bahsetmemişti.
Ne de boş gözleri andıran kapısız ve penceresiz evlerden zaman zaman irin tutmuş gözyaşlarının aktığını...
Yüzlerce insanın oraya düzenli olarak astral yolculuk yaptığını da bilmiyorlardı.
Enerjiye dönüşen ağır hüzünlerin kalıcı görüntülerinden ise tamamen habersizdiler.
Sokak aralarında beyaz tüllü cisimlerin dolaştığından da...
Piknikçilerin dedeleri oraya çok uzun yıllar önce kılıç kuşanıp at üstünde gitmişti.
Yakın zamanlarda soylarından birileri aynı mekana tanklarla ulaşmıştı.
Piknikçiler kanla alınmış “helal” bir toprak parçasının üstünde oturduklarını düşünüyor, oralı canların varlığını hesaba katmadan keyifle piknik yapıyorlardı.
Birdenbire karşılarında hakikiye benzeyen hayaletler görünce çok şaşırdılar.
Korkuya kapıldılar.
Hayaletler hiçbir engele takılmadan kapılardan ve duvarlardan geçmişlerdi. Uykuda yürür gibi biraz titrek yürüyor, yerden birkaç santimetre yukarıdan kayar gibi sessizce ve bacak hareketi olmadan ilerliyorlardı.
Birdenbire her tarafı çürük yumurta ve kükürt kokusuna benzer bir koku sardı.
Aynı koku eski bir mezar açıldığında da yayılır.
Piknik mekanını buz gibi bir esinti sardı. Etraftaki hayvanlar korkuya ve paniğe kapıldılar.
Piknikçiler üşümeye başladılar.
Soğuk hava bedenlerinde adeta yara izi açıyordu.
Hayaletler hesap sormadan ziyade nafile yere dert yanmaya gelmişlerdi.
O mekan onlara aitti ve oradan zorla kovulmuşlardı. Kimilerine ani ölüm nasip olmuştu.
Aniden yaşadıkları haksızlık ve acılar yüzünden mekanla bağlarını koparamamışlardı.
Öteki dünyada huzur bulamamış, rahat ve münzevi bir öteki alem deneyimleyememişlerdi.
Adalet arayışı, öteki aleme yaptıkları yolculuğun tamamlanmasını engellemişti.
Huzura kavuşmak ve ruhlarını dindirmek için bu haksızlığın giderilmesini istiyorlardı.
Hayaletler piknikçilerle önce el işaretleriyle iletişim kurmaya çalıştılar.
Baktılar ki olmuyor, sözlü temasa yöneldiler:
“Biz burada çocuklar kadar şendik.
Güzel bahçelerimiz vardı bizim.
Yaseminlerimiz, güllerimiz, portakallarımız vardı.
Deniz ikinci evimizdi bizim.
Apar topar kovulduk bir Ağustos günü.
Kalakaldı tencerede aşımız, gökyüzünde dolunayımız
Ne mekanımız kaldı, ne de yurdumuz.”
Neye uğradığını şaşıran piknikçilerin elebaşı, “Bizim burada şehitlerimiz vardır” diyecek oldu ama hayaletler korusu devam etti:
“Senin ölülerin bizi öldürdü, ocağımızı söndürdü, denizimizi çaldı.”
Piknikçilerin başının canı çok sıkıldı, şaşkınlık içinde yanındaki yaverine döndü:
“Esin, ne diyor bunlar?”
Esin, “para istiyorlar efendim” dedi...
Bu cümle hayaletlerin canını o kadar yaktı ki, geldikleri gibi yerin bir kaç santimetre üstünden kayarak kayıplara karıştılar.
Giderken bir birlerine şöyle diyorlardı:
“Bunlar bizden daha ölüdür...”