HAYAT BAYRAM OLSA…

Sinan Dirlik

Belki de “nerede o eski bayramlar?” diye homurdanacak huysuz bir ihtiyara dönüşmekte olduğum için mutsuzum. Lefkoşa’dan İstanbul’a, Moskova’dan Havana’ya dünyanın dört bir ucundaki 1 Mayıs kutlamalarını izlerken gözlerimin o eski ışığı, yüreğimin o eski heyecanları görememekten kaynaklanan hüzün basması belki de bundan…

Bir zamanlar emeğin, dayanışmanın, mücadelenin aynı gün tüm dünyayı saran coşkusu çoktandır yok. Meydanları dolduran coşkulu kalabalıklar, kendisini çok büyük bir ailenin ferdi olarak hissettiği gözlerinden anlaşılan insanlar, yerlerini eski bir dostun cenaze töreninde görev ifa etmek üzere hazır bulunurken, etrafa sıkıntılı, endişeli, kuşkulu gözlerle bakan; ortalıkta şöyle bir görünüp, birkaç fotoğraf çekip, müsait bir anda ortalıktan sıvışan insanlara bırakmış gibi…

Dilimiz pek varmasa da her birimizin çoktan teslim olduğu “hayat gailesinin” önceliklerimizi değiştirip “hareket kabiliyetimizi” azalttığından dem vurabiliriz elbette… Öyle ya ödenecek taksitleri var altımıza çektiğimiz arabaların, “iyi semtlerdeki” evlerin, vitrine çıktığı gün cebimize giriveren hiper akıllı telefonların, çocuğun özel okulunun, tatillerin, sosyal medyada paylaşılacak şık mekanlardaki yemeklerin ödendiği kredi kartlarının…

Dostluğun, yoldaşlığın, dayanışmanın omuzlara, yüreklere yüklediği ağır sorumluluk yükünden kurtulup bireyselleşme adı altındaki bencilleşmenin o tüm bağlardan, zincirlerden kurtaran hafifliği var… Yapmamız, yaşamamız gereken, kaçırdığımız hissine kapıldığımız onca şey var her birimizin ve ama ah vaktimiz… Vaktimiz az, telaşımız çok…

“İşlerinin pek de yolunda gitmediğini” duyduğumuz, “ya bir şey isterse” diye mümkünse karşılaşmaktan kaçındığımız, “Nasılsın?” diye sormak için arasak omuzlarımıza hayli dert yükleyeceğinden endişelendiğimiz “eski” dostlara denk gelmekten korkar olduk çoktandır…

İçinde debelendiğimiz ağır yalnızlığı, vicdanımızı tırmalayan suskunluklarımızı, hayata karşı sorumluluklarımızı hatırlatmayacak “yeni” dostlar edinmeye çalıştık… Sorgulamayan, sınava çekmeyen, eleştirmeyen, çünkü aslında görmeyen, dinlemeyen, bize dair dertlenmeyen, akşam ne yediğimizi düşünme ihtiyacı hissetmeyen “yeni” dostlar… Gün ola “işimiz düşerse” diye yanımızda yöremizde anca parmak ucuyla tutabildiğimiz “ilişkiler…”

“Her koyunun kendi bacağından asıldığını”, “gemisini kurtaranın kaptan olduğunu” öğrendiğimizde terk ettiğimiz daha yoksul, daha kalabalık, daha içten, daha temiz sıcacık dost sofralarının, dayanışmanın, aşkın, mücadelenin yerine koymaya çalıştığımız ne varsa artık… Elde kalanlarla devam edeceğiz yolumuza…

Çünkü biz azla yetinmenin ayıp, sınıf atlamak için her yolun mübah olduğunu öğrendik ama kredi kartına taksitle sınıf atlanamayacağını öğrenemedik henüz. O yüzden cebimizdeki kredi kartları arttıkça uzaklaştığımız sınıfla asla ait olamayacağımız sınıf arasında sıkışıp kaldık…

Mutsuzluğumuz, tatminsizliğimiz, bir türlü olamamışlığımız, olduramayışımız bundan…

Uzaktan izleyip hızla kanal değiştirdiğimiz ya da bir biçimde her şeye rağmen ayaklarımızın, yorgun kalbimizin, çizikler içindeki ruhumuzun bizi zorla sürüklediği 1 Mayıs meydanlarından hızla uzaklaşırken umutla ve coşkuyla dolup tazelenmek yerine yüreğimizi dolduran o ağır eksiklik, o ağır yenilmişlik, o ağır yalnızlık duygusu bundan…

Irkçılığın, milliyetçiliğin, şovenizmin, gericiliğin azgınlaştığı, küresel kapitalizmin köpeksiz köyde değneksiz gezer olduğu, ekmeğin her geçen gün küçüldüğü, savaşların milyonlarca insanı yerinden yurdundan edip mülteciye dönüştürdüğü, iş cinayetlerinin, kadın ve çocuklara yönelik katliam boyutuna varan şiddetin sıradanlaştığı bir dünyada her birimizin sustuklarıyla, yapmadıklarıyla sorumlu olduğunu hatırlayacak ve hatırlatacak dostlara, yoldaşlara ihtiyacımız var oysa… Belki hiçbirimiz, hiç bir zaman kazanamayacak olsak da kurtulmak için bu dipsiz karanlıktan, bu derin ıssızlıktan, bu ağır iç sıkıntısından…

Hani şarkıdaki gibi…

“Bütün dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olsa!”