Tufan Erhürman
Hasan Ali Toptaş, “Kör Noktada Kalanlar” başlıklı yazısında (Hasan Ali Toptaş, “Kör Noktada Kalanlar”, Harfler ve Notalar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007, s. 75-79), hayatın gözüne kimi zaman fazla uzun, kimi zaman da “ ‘bir nefes kadar kısa’dan da kısa” göründüğünü yazar. İkinci düşünceyle en çok da okuyacağı kitaplar aklına geldiğinde boğuşmak zorunda kaldığını anlatır. Aralıksız okusa da, bazı kitapların kör noktada kaldığından, onlardan, adlarından, yazarlarından dahi haberdar olamadığından dem vurur. Oysa aslında ne yaptığını, ne yapmak istediğini çok iyi bilen biridir Toptaş. Zamanını doğru kullandığı, ürettiklerinden ama yalnızca ürettiklerinden değil, okuduklarından da bellidir. O, bizim buralarda çok yaygın olan biçimiyle okumadan yazanlardan değildir!
Yazısı üzerinde düşünürken, Ende’nin “Momo” adlı kitabında (Michael Ende, Momo, çev. Leman Çalışkan, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 2004) sözünü ettiği “duman adamlar” geldi aklıma. İnsanın zamanından, aslında hayatından çalan zaman hırsızları!
Tam olarak Momo’dakinin aynısı olmasalar da, başka ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de, her köşe başında birkaç tanesine rastlamak mümkündür bu zaman hırsızlarının. Güncele boğulmuş, hayatın genelini görmeyen, göremeyen, aslında görmek gibi bir derdi de olmayan bir sürü hırsız, acaba nasıl beceririm de şunun üç beş dakikasını daha çalar, hayatının orasından burasından biraz daha tırtıklarım hevesiyle kol geziyor etrafımızda.
Oysa ara ara dostu Şükrü Erbaş’ı telefonla arayıp, “Abi hayat bu kadar uzun olur mu, çok sıkıldım artık ben, bitse de çekip gitsek” dediğini anlatsa da, hayat, hele de onu hakkıyla yaşamak isteyen insan için, aynen Toptaş’ın dediği gibi, “bir nefes kadar kısa”dan da kısadır. Gerçekten ciddiye alıyorsanız hayatı, Nazım gibi siz de, “yaşamak ümitli bir iştir sevgilim / Yaşamak seni sevmek gibi ciddi bir iştir” diyorsanız, ömrün size tanıdığı zamanı doğru kullanmak zorundasınız.
Her gün bir önceki güne kıyasla daha fazla okunacak kitap, daha fazla öğrenilecek şey çıkıyor karşımıza. Dahası, okuyup öğrendikçe, yapmak, yazmak ve anlatmak istediklerimiz de artıyor kaçınılmaz olarak.
Gelin görün ki günümüzde okumak ve öğrenmek zorunda olduklarımızın sayısı ne kadar arttıysa, zaman hırsızlarının sayısı da o kadar artmıştır. Baskı, bilgisayar, iletişim, internet gibi alanlarda teknoloji bu denli gelişmemişken, bu kadar fazla değildi okumak ve öğrenmek zorunda olduklarımız. Ama zaman hırsızları da bu kadar fazla değildi o vakitlerde! Her önüne gelen bir gazete köşesine, o olmadıysa sosyal medyada sanal bir sayfaya sahip olamıyor, okumadan yazdıkları aracılığıyla sizi durmadan taciz edip zamanınızdan çalamıyordu. Aklına esen canının istediği konuda kitap ya da makale yayımlayamadığı için, içerisinden işe yarar bir şeyler bulmaya çalıştığınız “bilgi çöplüğü” de bu derece genişleyemiyordu.
Ama elden ne gelir? Sanayi devriminin yarattığı sorunlarla makineleri kırarak başa çıkmaya çalışan Ludditlerin izinden gidecek değiliz elbette. Olgular ortada ve biz hayat denilen bu kısa macerada bu yeni hırsızlarla da mücadele etmek zorundayız artık.
Yapmamız gereken şey çok açık. Sürekli teyakkuzda olmak zorundayız zaman hırsızlarına karşı. Onlar her türlü yolu deneyerek bizi irademiz dışında belirlenen güncelin sığ sularına çekmeye çalıştıkça derinlere dalmalı, aradaki mesafeyi korumak için ne gerekiyorsa yapmalıyız.
Asla unutmamalıyız ki zaman, aslında hayattır bizden aşırmaya çalıştıkları. “Bir nefes kadar kısa”dan da kısa olan hayat!