3 Farklı Başlık ve 3 Mekup
“Vergi Dairesi ve Motorlu Araç Otomasyonu son yıllarda geliştirilen en iyi proje”
VERGİDE en önemli kaçağın özellikle günlük kiralanan villa ya da konutlar olduğunu not etmiştik.
"Yap-Sat" sektöründe özel sözleşme ile yabancılara satılan evler, ayrıca eğitim ve sağlıkta kayıt dışı ilerleyen ticaret, vergi uzmanlarının dikkat çektiği açıklardı.
***
Abbas Karayel’den bu tartışmaya katkı geldi…
“Selam Cenk bey,
Kaçan ‘vergi’ yazınızı ilgiyle okudum. Memuriyetim boyunca Vergi Dairesinin Otomasyonu konusunda çalışan biri olarak tespitlerinizi beğendim. Vergi Dairesi ve Motorlu Araç Otomasyonu’nun son yıllarda geliştirilen en iyi proje olduğunu söylemek isterim. Sizin de gündeme getirdiğiniz e-fatura’da sistemin bir parçası yazılım tamamlanmış ancak henüz sistem tam anlamıyla devreye girmemiştir.
Nedenlerinin bazıları,
1- Sistemi geliştiren şirkete ödemeler zamanında yapılmamış ve şirket ilişkiyi minimum düzeye indirgemiştir. Yerinde destek hizmetinden vazgeçmiştir.
2- Turkcell, Telsim gibi her ay ciddi fatura kesen şirketlerin yeni e-fatura sistemine geçmesi için yeterli çaba harcanmamıştır.
Ancak her şeye rağmen biraz gayret sarf edilirse tekrar destekle işler yoluna girer.
Otomasyon iyi olursa mükellef veya ödeme yapacak kişiler daireye gelmez, işlerini oturdukları yerden yapabilirler. Bu hem ekonomiye büyük bir katkı hem de eldeki çalışanların denetime yönlendirilmesi açısından önemli. Pandemi döneminde Araç Kayıt kapalı olduğu halde insanlar seyrüseferlerini, yurtdışı çıkış harcını evden çıkarabildiler. Hiç memur çalışmadığı halde işler dönebildi. Bu önemli bir ayrıntı, yöneticiler bunların farkında olmalı.
“Bazen zor seçimler yapabilmeniz gerekiyor”
Bir diğer yakıcı gündemimiz, diplomalı işsizlik!
Üniversitelerde çok önemli eğitim almasına rağmen pek çok uzmanın, kamuda, özellikle eğitim gerektirmeyen alanlara başvurduğunu yazmıştım.
Kamu Hizmeti Komisyonu Başkanı, “gıda mühendisi” bir kişinin “lise mezuniyeti yeterli” bir göreve memur olmak için Posta Dairesi’ne başvurduğunu, bir “kimyager”in en alt düzey memuriyet için sınava girdiğini anlatmıştı.
İşte bu örnek üzerinde şu mektup geldi. (Okurun da talebiyle ismi saklı tutuyorum.)
“Ben 2012 yılında Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü'nden mezun oldum. Aynı alanda yüksek lisans eğitimimi de tamamladım ve bu seneye kadar özel sektörün gıda ile ilgili çeşitli alanlarında hizmet verdim. Bu sene itibarı ile 4’üncü derece Posta Memuru münhaline başvuru yaparak 3’üncü sırada sınavı kazandım. Şu anda 4’üncü Derece Posta Memuru görevimi yerine getirmekteyim.
Bu kararı vermek, bunca yılı geride bırakıp bambaşka bir alanda hayatıma devam edecek olmak fikrini benimsemek tabii ki kolay değildi. Ancak maalesef ülkemizde yaşayabilmek için bazen zor seçimler yapabilmeniz gerekiyor.
Özel sektörde devam etmek istediğimde çoğu zaman parasız ve işsiz kaldım, devlet münhallerinde gıda mühendisi alanına yer verilmiyor. Bu nedenle kıyısından köşesinden bir yerlerden tutunmak istiyorsunuz bu hayata, mecbur kalıyorsunuz size verilenlere idare etmeye... Umarım ileride Gıda Mühendisi alanında münhaller açılır, istihdam alanları yaratılır ve en azından ben değilse de diğer meslektaşlarıma kendi alanlarında devam etme şansı doğar. Bunca yılları heba olmaz..
Yazdıklarınızı görünce duygu ve düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. Pek çok gıda işletmesinin bulunduğu ülkemizde denetim yapmak, bu işletmelere yön verebilmek adına devlet kadrolarına gıda mühendisi alınması elzemdir. Bu anlamda sizlerin de bu konuyu gündeme taşımanız bizler için umut kapısı aralayacaktır.
Şimdiden teşekkürler.
***
Gıda güvenliğinin en önemli mesele haline geldiği günümüzde, kendini “devlet” olarak takdim eden yapıda gerçekten de “gıda mühendisi” ihtiyacı yok mu?
Öyleyse eğer, çok hem de çok yazık…
Bunun takipçisi olmaya devam edeceğiz.
“Akademi bu çağın derin kirliliğini yaşıyor”
“Doktoralı odacılar dönemi” başlıklı yazıma, Doğu Akdeniz Üniversitesi eski rektörü Necdet Osam’dan bir mektup geldi.
Kıymetli Cenk Bey;
Umarım iyisiniz. Doktoralı Odacılar Dönemi adlı yazınızı okudum. Ve doğal olarak çok üzüldüm. Neden mi? Çünkü doktora yapmanın da bir anlamı kalmamıştır diye… Enflasyonist bir gidişat nedeniyle… Üniversiteler adası vs… vs...
Doktora niçin yapılır sorusunun yanıtı açık ve nettir: Ya akademik hayata atılacaksınız; ya endüstride araştırmacı olacaksınız ya da geleceğinizi uzak diyarlarda arayacaksınız. Bizde böyle bir yaklaşım tam olarak mevcut değil… Olanları da saygı ile selamlıyorum ama genel bu değil. Bu bakımdan hem bilimsel nitelik hem de insan yaşamından çalınan zamanın yanında beklentilerin hüzünle sonuçlanmasına çok üzülüyorum…
Tabii konu sadece Doktora yetkinliğini aşmış durumdadır. Eskilerde intihal konusu vardı; halen de var ama artık sahte yayınlar/paralı yayınlar dönemi ve tabii sahte belgelerle en üst mevki ve önemli kurumlarda olma kirliliğini yaşıyoruz. Bu bakımdan akademi bu çağın derin kirliliğini yaşıyor. Sebebi ise 3. Dünya zihniyeti ile “bilim yapar gibi” görünme sevdası….
Bu arada bir iki gün önce Dr. Hüsnü Feridun bey vefat etti. Gerçek bir Eğitimci. Yıllarca uluslararası arenada çalışmış… Yapmış olduğu Doktoranın değeri kanıtlanmış. Sanıyorum UNESCO’da görevliydi. Kıbrıs’a döndükten sonra da Cumhurbaşkanlığına Eğitim danışmanlığı vermiş. Çok önemli bir de eser bırakmış. Eğitimle Bir Ömür. Nur içinde yatsınlar… İşte Doktora bu…
Son olarak; birçok genç Doktoralarını tamamladıkları ülkelerde kalıyorlar. Beyin göçü diyeceksiniz… Doğru ama sonuç makalenizde...
Selamlar.