Aynı işyerinde yöneticilik yapıyorlardı, benzer görevler, farklı departmanlar. Kadın’ın kapısı her zaman açıktı, çalışanlarına ayıracak vakti hep vardı. Sorun varsa dinler, çözüm üretir, toplantılarını fazla uzatmazdı. Masasının üzerinde bekleyen dosya, ertelenen randevusu hiç yoktu. Adam çok daha uzun saatler işyerinde kalıyor, haftasonu da çalışıyordu. Yine de kendini üretken bulmuyor, vakitsizlikten şikayet ediyordu.
24 saate sığışamıyorum ben diye anlatmaya başladı Adam. Sürekli bir koşuşturma halindeyim ama hiçbir şeye de yetişemiyorum. Çok çalışıyorum, uykumdan, eğlencemden kesiyorum yine olmuyor. İşten geç çıkıyorum, eve iş taşıyorum, olmuyor ki olmuyor. Bal yapmaz arı gibi hissediyorum kendimi. Sen nasıl yetişiyorsun aklım almıyor.
Acil ile önemli arasındaki farkı kaçırıyorsun dedi Kadın. Hep acil olan ama önem teşkil etmeyen işlere takılıyorsun. Önemliler sırasını bekliyor, bekliyor, bekliyor. Acil olana kadar bekliyorlar. Hissettiğin suçluluk duygusunu sonu gelmeyen toplantılar ile bastırmaya çalışıyorsun. Toplantılarda kafan bitiremediğin işlere takılıp kalıyor, konuşanı dinlemiyorsun bile. Kısır döngün dönüp duruyor, çalışanların sana ulaşamıyor. Delegasyon kelimesini hiç duymamış gibi davranıyorsun, herşeyi kontrol etmek istiyorsun. 24 saate sığışamamana şaşmamak lazım. Seçim dostum, seçim yapmak zorundasın. Her şeyi yapamazsın, her yere yetişemezsin, hayat seçimlerden ibaret biliyorsun.
Zaman yönetiminin ilk kuralı hayatında olduğu gibi iş yaşamında da ‘önemli’ ile daha ‘az önemliyi’ ayırmaktır. Üstelik ince bir çizgi filan da yok arada, diye devam etti kadın. Senin için önemli olan işleri iyice bir düşün bakalım. Günlük yaptığın işler ile karşılaştır sonra. Birbirlerini tutmadığına bahse girerim. Tüm gününü önemsiz ayrıntılarla doldurup, esas konuyu teğet geçiyorsun.
Hayatında da aynı hataya düşüyorsun, bu kez işin ile dolduruyorsun yaşamını, kendine, ailene, dostlarına zaman ayıramıyorsun. Mutsuzluğun bundan. Bir Felsefe Profesörü’nün her dönem son dersini ayırdığı deney konulu hikayeyi duymuş muydun?
‘Profesör o gün sınıfa elinde boş bir kavanoz ve spor çantasıyla gelir. Sınıftakilerin şaşkın bakışları altında elindeki kavanozu, çantasından çıkardığı büyükçe taşlar ile doldurmaya başlar. Bitirdiğinde öğrencilerine kavanozun dolu olup olmadığını sorar. Öğrenciler dolu olduğunu söylerler.
Bunun üzerine Profesör çantasından çıkardığı küçük çakıl taşlarını kavanoza boşaltıp, kavanozu hafifçe sallar. Çakıl taşları büyük taşların arasındaki boşluklara yerleşir. Öğrencilerine dönüp yine kavanozun dolu olup olmadığını sorunca öğrenciler bir kez daha kavanozun doluluğunu onaylarlar.
Bu kez bir torba kum alıp, kavanoza boşaltır. Kum geriye kalan bütün boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu tekrarlar. Öğrencilerin hepsi bir ağızdan kavanozun dolu olduğunu söylerler. Artık kavanozda hiç yer kalmadığına emindirler.
Profesör çantasından bir şişe şarap çıkarıp kavanoza boşaltınca öğrenciler gülmeye, Profesör muhteşem dersini anlatmaya başlar:
Bu kavanozun hayatınızı simgelediğini bilmenizi istiyorum. Büyük taşlar hayatınızdaki her şeyi kaybetseniz, elinizde sadece bu taşlar kalsa bile hayatınızın dolu olmasını sağlayacak değerlerdir. Olmazsa olmazlarınız diyelim. Herkes için bu farklıdır. Sizin için önemli şeyleri düşünüp kavanozunuza önce onları yerleştirmelisiniz. Çakıl taşları yaşamanız için gereklilik duyduğunuz diğer önemli şeylerdir. Kum ise geriye kalan her şeydir. Hayatınızdaki küçük ayrıntılar yani.
Kavanozu önce kumla doldurursanız, çakıl taşlarına ve büyük taşlara yer kalmayacaktır. Aynı şey hayatınız için de geçerlidir. Bütün zaman ve enerjinizi küçük şeylere harcarsanız, hayatınızda sizin için önemli olan şeylere zaman bulamazsınız. Hayatı ıskalamanın formülü budur.
Mutluluğunuz için çok önemli şeylere dikkat edin. Çocuklarınızla oynayın, dostlarınıza zaman ayırın. Kitabı, tiyatroyu, sporu unutmayın. Diğerleri için hep zamanınız olacaktır. Önce büyük taşları, gerçekten önemli olanları halledin. Önceliklerinizi belirleyin. Geriye kalanlar sadece kumdur, kavanozu tamamen doldurmak için gereklidir, ama her şey değildir.
Öğrencilerden biri şarabın neyi simgelediğini sorar. Profesör gülümser, O sadece hayatınız ne kadar dolu görünürse görünsün iyi bir şaraba, güzel bir dosta her zaman yer olacağını size göstermek içindi.
23 Ağustos 2015
Lefkoşa