HAYATIN ADALETİ

Neşe Yaşın


Düşünüyorum da bir insanı mutlu etmek ne kolay aslında. Tatlı bir söz, küçük bir armağan, içten gelen sevgi dolu bir bakış yeterli çoğu zaman. Bir insanı mutsuz etmek de çok kolay aynı şekilde. İğneleyici, yargılayıcı sözler, kötü bir bakış ya da yüz çevirme. Bütün bunlar sıklıkla karşımıza çıkabiliyor. Sonuçta aynı insan olduğumuza göre sevenlerimiz ve sevmeyenlerimiz aslında bize kendilerine dair birer mesaj vermektedirler bunu yaparken. 
Çevresine neşe saçar, karşısındakilere değerli olduğunu hissettirir bazı insanlar. Her sabah kahvenizi aldığınız kafedeki genç mesela. Tatlı bir gülüş, içten bir günaydınla içinizi ısıtabilir. Size küçük bir iltifat yapan arkadaşınız gününüzü ışıtır birden. Bir de tam tersini yapanlar vardır. Öyle sinsi ve kötücül bir laf ederler ki dengeniz bozulur, gününüz tatsızlaşır. Bir çeşit şiddet biçimidir bu. Karşınızdaki bunu yaparak iktidara geçmiştir. Bozulan moralinizin onun bakışlarında bir zafer kutlamasına dönüştüğünü gözlemleyebilirsiniz.
Çoğu insan bir başkasından söz ederken kendinden de söz eder. Söyledikleriyle hakkında konuştuğu insan hakkında bir fikir elde ettiğimizi düşünürüz. Bunu sınamamız, doğruluğundan emin olmamız gerekir ama. Bunları söyleyen ise bakışlarıyla, beden diliyle, geçmişte yaptıklarıyla daha somut veriler sunmaktadır bize.
Geçmişi düşününce bazen hayret ediyorum kendime. Bazı insanların yapmak istediği kötülüğü anlamamışım, hiç üstüme alınmamış, farklı yorumlamışım. İyi bir şey söylüyor sanmışım mesela. Ayırdına varmamışım kötü bir imanın.
Bazen de bir insanın yaptığı ırkçı bir yorum örneğin, hiçbir anlam etmemiş benim için. İki olay hatırlıyorum: “Yaşın “soyadının Rusya’da da olduğunu söylemiştim birisine ve “Sende bir “Rusluk” var zaten” gibi bir laf etmişti. Yirmili yaşlarımdaydım. Kendi kafasında “Türklük” hepsinden üstün ya beni yaralamak istiyormuş anlaşılan. Benim için o günlerde bile değerler hiyerarşisinde hiçbir anlamı olmayan bir şey söylemiş.  Bir de malum faşist bir gazete iki toplumlu bir etkinlikte adımı Rum şairler arasında saymıştı. Bunu yaptıkları anı düşünüyorum. Bir gol sevinci yaşamış olabilirler. Biçare ırkçılar.
Başkaları ne kadar değersizse benim o kadar değerim artıyor biçiminde bir algı var sanki. Sürekli kalem kırılıyor birileri hakkında. İnsanlar olumlu ve olumsuz özellikleriyle bir bütün oysa. Her insan bir dünya... Kategorilere ayırıyoruz, karalıyoruz, önyargılarla, peşin hükümlerle davranıyoruz çoğu zaman. İncelikleri göremiyoruz, durup onları anlamaya vakit ayıramıyoruz çünkü.
Bazen talihsiz bir deneyimdir birileriyle yaşadığımız. Bazı ayrıntıları bilsek fikrimiz tamamen değişebilecektir. Bir rüzgâra kapılıp gideriz ama. Kolay yolu seçeriz. Kara kitabımıza yazarız hiç hak etmeyen birinin adını.
Bazen de hakkında olumlu bir fikre sahip olduğumuz bir insanın yaptığı bir kötülüğe inanmak istemeyiz. Buna inansak hayallerimiz yıkılacak, hatıralarımız kirlenecektir çünkü… İşittiğimiz şeyi hiç işitmemiş olmak isteriz ve bir özsavunma girer devreye. Duyduğumuza inanmak istemeyiz ve reddederiz onu.
Öylesine kırılmıştır ki kimi insanlar, dünyaya kederli bir bulutun ardından bakarlar ve netlikle göremezler hiçbir şeyi. Söylediğiniz güzel bir sözü bile yanlış anlamaya meyillidirler bu yüzden. İçlerindeki tercüman her şeyi kötülüğe tercüme etmektedir çünkü.
Kimileri ise bütün kırılmalara rağmen kötülüğe öyle uzaktırlar ki kendilerine söylenen kötü bir sözü bile yanlış işitip iyi bir şey söylendiğini düşünebilirler.
Fransa’da sanırım “merdiven durumu” deniyor buna. Bir diyalog bittikten sonra örneğin, Keşke bunu da söyleseydim, keşke şöyle cevap verseydim diye geriye doğru hayıflanma hali.
Çok olurdu bana bu eskiden. Şimdilerde neden olmuyor, onu düşündüm birden. Belki de aldırmıyorum artık. Nasılsa söylenen doğru anlaşılmıyor çoğu zaman.
En önemlisi insanın kendi içinde halletmiş olması kendine dair olanı. Yanlışları, suçluluk duyguları olmayan insan gerçek biri olmaz zaten. 
Hayat bir gün haklılara, kalbi temiz olanlara, yanlışlar yapsalar da iyi niyet taşıyanlara adil davranır mı bilemiyorum.