Hayat dediğiniz nedir ki aslında?
Doğarken kimse sormaz size ‘nereli’ olacağınızı...
Ananızı, babanızı seçme hakkınız yoktur.
“Renginiz nasıl olsun?” diye bir soru yoktur, jinekolojik operasyon esnasında...
Anadilinizin ne olacağını siz belirleyemezsiniz.
Kimlik kartınıza yazılacak ‘milli aidiyet’ de sizin seçeneğiniz değildir.
Müslüman mı, Hıristiyan mı, Musevi mi, Hindu mu olacağınız da...
Ama hayat başlamıştır artık akmaya...
**
Arabesk kültürde çok söylenir ya, “ben doğarken yanmışım” diye…
Vardır aslında öyleleri!..
Ama aşkından bedbaht olanlar, daha doğrusu öyle hissedenler değil...
İhmalden, hatadan, bilgisizlikten, çevresel ve doğal nedenlerden dolayı dünyası kararmış gelir dünyaya kimileri...
Hayata ‘normal’ doğanlardan birkaç adım geriden başlar onlar hayata...
Anasını, babasını tanıyamaz bazısı...
Ya da erken vedalaşır, olması gerekenden çok önce...
‘Kırık kalpler diyarı’dır yaşam onlar için artık...
Ama hayat başlamıştır artık akmaya...
**
Savaşın göbeğinde çıkar ana rahminden bazı bebekler...
Göbekleri süngüyle kesilmez belki, ama dayalı-döşeli doğum kliniği değildir onların ilk mekanı...
Oksijen yerine top mermisi dumanı solur onlar birinci...
Mermi vınıltısıdır ilk ninnileri...
Analarının ak sütü helaldir elbette, ama çoğu kez akmaz bir tek damla süt o memelerden...
Atomun bölünmüş haliyle ‘merhaba’ der dünyaya kimileri...
Kararmıştır muhtemelen hayatları, daha başlamadan...
Ama hayat başlamıştır artık akmaya...
**
Lord olarak doğar bazısı dünyaya...
Prens... Prenses ya da...
Saraylarda, hanlarda açar gözünü kimileri...
En lüks mekanlarda...
Atı, yatı, villası vardır belki daha açmadan gözünü...
El bebek, gül bebektir o...
Dünya nimetlerinin en lüksü serilmiştir ayakları altına...
Bir dediği iki olmaz hiç...
Yediği önünde, yemediği arkasında, döküp saçtıkları yerdedir.
‘Zor’ kavramını, ‘sıkı’ kelimesini, ‘yokluk’ ifadesini ya duyar, ya duymaz ömründe...
Ona da sorulmamıştır ama, doğmazdan önce hiçbir soru!..
Ve hayat onun için de başlamıştır akmaya...
**
Meselenin özü şu ki aslında: Nerede ve nasıl doğarsa doğsun insanoğlu dünyaya, hayat akmaya başlar o an...
Dini, dili, rengi, milliyeti, aidiyeti, ırkı, kültürü ne isterse olsun...
İster dünyanın en fakiri, ister en zengini doğsun...
İster handa açsın gözünü, ister tarlada...
Hayat başlamıştır artık ve geriye dönüşü yoktur.
Acılı da olsa başlangıcı, tatlı da olsa ‘yeni bir hayat’ vardır artık dünyada ve de onun dünyası...
Dünyada ne kadar insan varsa, o kadar dünya vardır kısaca...
Akıp gidecektir yaşam, bir film şeridi gibi dur durak dinlemeden...
**
Bir işçinin nasırlı elleridir hayatın gerçeği...
Bir bebeğin dudağından duyulan ilk ‘agu’dur...
Bir grevde, isyanda, direnişte havaya kalkan yumruktur hayat...
Sevgilinin ilk mektubudur, dikilen ağacın verdiği meyvedir.
Hayat savaşta eşi cephede kısılmış bir ananın göğsünü yavrularına siper etmesidir.
Lüks bir restoranda yenilen iyi pişmiş biftek ve yanındaki kırmızı şaraptır hayat...
Bir bardak sudur, lıkır lıkır içilen sımsıcak bir yaz güneşi altında...
Hayat yaşam koşulları bahşetmeyen bir ülkeden kaçışta polise yakalanmaktır.
Hayat bir çocuğun yanağını okşamaktır bazen...
Üretmektir hayat...
Yazmak... Dokumak... İşlemek... Yetiştirmek...
Bir öğretmenin öğrencisine bir tek kelime öğretmek için döktüğü alın teridir.
Hayat saatin yelkovanından duyduğunuz ‘tık tık’ sesleridir.
Ve hayat sevmektir, emekle dokunan...
Karşılıksız... Çıkarsız... İçten... Kalpten...
Akıp gitmekte hayat...
Sizin hayatınız!..