Metin Erduran
“AH ANAM”
Kaptan Pilot iniş anonsu yapınca, bu kez annemi düşünmeye başladım. Kimbilir nasıl bir durumdaydı kadıncağız… Sevgili oğlu hastaydı ve ilk uçakla evine dönüyordu. Karalar bağladığından, ağlamaktan gözlerinin şiştiğinden emindim.
Uçak indi, pasaport kontrolü, valiz derken, yolcu karşılama kapısına kadar geldim ağır aksak... Gücümün son noktasını kullanmakta olduğumun farkındaydım ancak bu halimi özellikle anneme pek fazla belli etmemek için hiçbişeyim yokmuş gibi davranmaya çalışıyordum. Çıkış kapısı açıldı. Annem kapının dibinde duruyordu. Beni görür görmez, bütün kuvvetiyle sarıldı ve ağladı hıçkıra hıçkıra... Hastalığımı duyduğu andan itibaren ağlıyormuş zaten… Tahmin ettiğim gibi, ağlamaktan gözleri davul gibiydi...
Girne'ye evimizin yolunu tuttuk. Yol boyunca, annemi, çok tehlikeli bir hastalığımın olmadığına dair ikna etmeye çalışıp durdum. Ancak, ana yüreği işte. Bir türlü yatıştıramıyordum.
Eve vardığımızda, artık tüm gücüm tamamen tükenmişti. Babam omuzuna yaslayarak odama götürdü beni. Odam tam bir yoğun bakım odası gibiydi. Annem bildiği tüm hasta bakım tedbirlerini almış, gerekli gereksiz çeşitli ilaçları masanın üzerinde hazırlamıştı... Yatağıma uzandığım anda iyice sıklaşan nefesim sanki on kilometre koşmuş bir maratoncunun soluk alışverişleri gibiydi...
Çok uzun süre uyumuşum. Babam eve, ancak bir gün sonra doktor getirebilmişti. O zamanlar ülkede çok fazla doktor yoktu...
Annem epeyce uğraştıktan sonra uyandırabildi beni...
"Kalk oğlum, doktor geldi" dedi.
Gelen, Dr. Sait Kenan’dı. İyice muayene ettikten sonra,
"Delikanlıya tahlil yapmamız gerekir" diyerek, gereken tahlilleri bir kâğıda yazdı, tavsiyelerini anlattı. Reçetesini vererek ayrıldı...
TAHLİLCİ’DEN SONRA
Şimdi bana tahlil lazımdı. Ancak Hastahaneye gitmek istemiyordum. Ayrıca, Dr. Kenan yatağımdan kalkmamı yasaklamıştı? Yalnızca tuvalet ihtiyacı için kalkabilirdim. Bu durumda bir tahlilcinin eve gelmesi gerekiyordu.
Girne’de, uzman olan tek bir tahlilci bile yoktu. Babamsa bana en iyisini getirmek istiyordu. Sordu soruşturdu, Lefkoşa’da Vedat Özünlü isminde bir Biyokimya uzmanı buldu. Yalvar yakar adamı Lefkoşa’dan alıp eve getirdi.
Oldukça sevecen, samimi ve esprili bir insandı Vedat bey. Benimle epey ilgilendi, şakalar yaptı ve bu esnada canımı acıtmadan kanımı aldı. Ne de olsa meslektaş sayılırdık. O da uzman olmadan önce Kimyagerdi… Çantasını toparlarken;
" Yahu Metin, gel seni de tahlilci yapalım. Memlekette uzman laboratuvarcı pek yok. Bak koca Girne'de tahlil yapacak bir kişi bulamıyor insanlar" dedi. Ardından da başımı okşayarak;
“ Sakın merak etme. İki hafta dinlen sonra tazı gibi koşmaya başlarsın" diyerek ayrıldı...
Adamın söyledikleri ilgimi çekmemiş değildi ama o vaziyette mesleki geleceğimi düşünmeye fazla takatim yoktu. Bu sohbeti can kulağıyla dinleyen bir kişi daha vardı: Annem…
Yaklaşık on gün etrafımda pervane oldu anneciğim. Ağır ve yağlı olmayan ne kadar yiyecek varsa, getirdi götürdü. Hiç çıkmadan günlerce yatağımda yatıp, kitap okudum bolca. Özellikle "Henry Cherry'nin ‘Kelebek’ adlı romanını okurken zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Çok sürükleyici ve macera dolu bir kitaptı...
Yavaş yavaş iyileşmeye başladım. Cildim ve gözlerimdeki sararma kaybolmuştu. Arada kalkıp ev içinde, bahçede dolaşmaya başladım. Portakallar iyice olgunlaşmıştı. Sık sık, çok sevdiğim şeker portakalı ağacımın altına gidip hem biraz vakit geçiriyor hem de dalından kopararak bol bol şeker portakalı yiyordum. C vitaminine ve ağacın pozitif etkisine ihtiyacım vardı.
ANKARA’YA DÖNÜŞ VAKTİ
Artık iyice toparlanmıştım. Ankara’ya dönme vakti gelmişti. Kıbrıs Türk Hava Yolları uçağının biletini kestiğimde, bu kez korkunun değil uçma keyfinin heyecanını yaşıyordum. Ankara’ya döneceğim için de sevinçliydim doğrusu. Yatağa bağlı günlerce bir oda içerisinde hapsolmak biraz sıkmıştı ruhumu...
Sabah uçağıyla, Ankara'ya uçtum. Oldukça rahat, hatta zevkli bir yolculuktu. Eve vardığımda hoş bir sürpriz beni bekliyordu... Ev arkadaşlarım Hasan Orhan'la Turgut Fenercioğlu ve evimizin devamlı konuğu Silifkeli Hikmet (Turgut’un sözlüsü) evi bir güzel toparlamışlar, tertiplemişler ve her tarafı güzel çiçeklerle donatarak bana güzel bir karşılama merasimi hazırlamışlardı. Hikmet Silifke’den her zaman getirdiği koca sandık dolusu birbirinden leziz yiyeceklerle de masayı donatmıştı. Böyle karşılanmak, sevildiğimi ve yalnız olmadığımı hissettirmiş ve çok mutlu etmişti beni. Moralim iyice yerine gelmişti.
Üniversitedeki kalan bir yılımı verimli ve huzurlu çalışıp çabalayarak tamamladım. Hastalığım nedeniyle giremediğim tüm sınavlarımı da vererek mezun olmaya hak kazandım. En son sınavım olan Organik Kimya Hocam sınav kağıdımı okuyup,
“Hade bakalım, hayırlı olsun Mühendis bey" dediği zaman dünyalar benim olmuştu. Bu sevinci en erken bir zamanda annemle paylaşmalıydım. Bir koşuda mahallemizdeki bir ankesörlü telefon kabinine girerek annemi aradım.
"Anneciğim, oğlun artık bir mühendis" dedim.
Annem hiçbirşey söyleyemedi. Çünkü ağlamaktan konuşamıyordu... Bu mutluluğu onunla paylaşmak, yaşamımdaki en güzel anlardan biridir.
HAYATTA DÖNÜM NOKTASI
Kıbrıs’a dönüş hazırlıklarına başladım. Ev eşyalarımı sağa sola dağıttım, birçok arkadaşımla vedalaştım ve mezuniyet belgemi almak icin Üniversite’ye gittim. Ertesi gün, belki çok uzun bir süre geri gelmemek üzere Kıbrıs’a dönecektim.
Koridor banklarında oturmuş, Öğrenci İşlerinde sıramın gelmesini bekliyordum. Arka koltukta aynı sınıfta okuduğum bir arkadaşım, birileriyle sohbet ediyordu. İstemeden kulak misafiri oluyordum. Birara konu (TUS'a)Tıpta Uzmanlık Sınavına geldi. Arkadaşım, sınava girdiğinden, ancak başaramadığından sözetmekteydi. Biyokimya İhtisası yapmak istiyordu... Ardından;
"Keşke ben de Yabancı Uyruklu bir Türk olsam. Türk soylu yabancıları TUS sınavına girmeden İhtisasa alabiliyorlar" dedi... Bu konuşma oldukça ilgimi çekti. Birden Tahlilci Vedat beyin söylediklerini hatırladım. O da benzer bir uygulama ile İhtisas yapmıştı... "Acaba bir düşünsem mi" diye aklımdan geçirirken, odaya girme sıram geldi. Büyük bir keyifle okul cıkış belgemi aldım ve ertesi gün, güle oynaya memleketime geri döndüm...
Artık bir Mühendis olmanın gururunu yaşıyordum. Hemen askerlik görevimi yaparak iyi bir işe başlamak için sabırsızlanıyordum... Anneme, Sanayi Holdingdeki bir fabrikada Kimya Mühendisi Günay teyzemle birlikte çalışmaktan, ya da babamın sağlayacağı torpille, bir okulda kimya öğretmenliği yapacağımdan söz ediyordum. Bu esnada, çıkış belgemi beklerken, kulak misafiri olduğum konudan da bahsettim. Annem meğer, daha Tahlilci Vedat bey konudan bahsederken aklına koymuş İhtisas yapmamı... Bana ciddi bir edayla dönüp;
“Ben, senin ihtisas yapmanı isterim oğlum. Senin için en iyisi bu bence" dedi. Böyle birşey ise benim hiç aklımda yoktu. Ankara’dan temelli olarak memlekete dönmüş, oradaki zor yılları tamamen geride bırakmıştım. Tekrar geri dönmek imkânsızdı benim için... Anneme bir baktım, yüzünde yalvarır gibi bir ifade vardı. Okumaya ne kadar düşkün olduğunu biliyordum. Yıllar önce çok istediği halde dedem onu okutmamış ve bu isteği içinde büyük bir ukde olarak kalmıştı. Annemin ısrarlarına daha fazla dayanamadım. Çok geçmeden Ankara’ya dönüş hazırlıklarına başladık. Üç yıl daha sürecek yeni bir Ankara macerası beni bekliyordu...
ANNEME BORÇ
Kısa süre sonra, Ankara Hastahanesinde İhtisasıma başladım... Çok güzel anılar, deneyimler, zorluklar ve çalışmalarla asistanlık eğitimimi tamamlayarak Biyokimya uzmanı ünvanı ile ülkeme geri döndüm.
Şu an halen yaklaşık çeyrek yüzyıldır sürdürmekte olduğum mesleğimi, ne gariptir ki geçirdiğim bir hastalığa borçluyum. O hastalığı geçirmemiş olsam ve okul çıkışını beklerken o konuşmaya kulak misafiri olmasam ve hatta Tahlilci Vedat beyi eve çağırmasak, belki de şimdi çok farklı yerlerde, çok farklı bir iş yapıyor olacaktım.
İnsan hayatı, çoğu zaman rastlantılarla şekillenir. Ne kadar planlasak ve programlasak da, karşılaştığımız bazı olaylar ve gelişmelerle kendimizi hiç tahmin etmediğimiz yerlerde ve durumlarda bulabiliyoruz. Sanırım, hayatı ilginç kılan unsurlardan birisi de budur. Kendi mesleğimin oluşmasında da yaşadığım enteresan dönüm noktaları, bana çok sevdiğim bir işi yapmamı sağladı. Şimdi, yalnızca bir iş değil, aynı zamanda bir zevk olarak gördüğüm mesleğimi, ilginç rastlantı ve olaylara, bazı kişilere ve tabii ki biricik anneme borçluyum.