Hayatın Dönüm Noktalarına Dair Bir Öykü

Hayatın Dönüm Noktalarına Dair Bir Öykü

 


Metin Erduran

Yıl 1982. Ankara Gazi Üniversitesi son sınıf öğrencisiydim. Kimya  Mühendisi olmama bir yıl kalmıştı. 12 Eylül Askeri Darbesi'nin de ikinci yılıydı... Ülkede belki  artık  kan gövdeyi götürmüyordu ancak demokrasiden de eser kalmamıştı. Tadı tuzu yoktu Ankara'nın.
      Okulun, gece bölümünde okuyordum. Sınıf arkadaşlarımın büyük kısmı, babam, teyzem yaşındaydılar. Zaten üç yılı siyasal çatışmalar içinde geçen üniversite hayatımdan, yaşıma göre arkadaş da bulamadığım için  çok hoşnut değildim.
    Rutin okul günlerinden biriydi. Şubat sınavlarına hazırlanıyorduk. Her zaman  kullandığım 24 numaralı Küçükesat otobüsüne binerek Kızılay’a doğru giderken, kendimi biraz yorgun ve bitkin hissediyordum. Genelde, Kızılay Meydanı’nda ikinci bir otobüsle Cebeci’ye gider, okula kadar da en yakın duraktan yürürdüm. O gün bu yolculuk için bacaklarım sanki beni kaldırmıyor gibiydi. Yolda giderken, birkaç kere eve geri dönmeyi düşündüm. Belki oturunca düzelirim umuduyla, bu düşüncemden vazgeçtim. Sonunda, zor da olsa sınıfa vardım. En arkada bir sıraya oturdum ve kendimi masanın üzerine bıraktım.
      Ders saatleri bir türlü bitmek bilmedi. Hiç iyi değildim. Parmağımı oynatacak halim yoktu. Dersin bittiğini yan tarafımda oturan bir arkadaşım haber verdi. Bacaklarımı zorlayarak kalktım ve evin yolunu tuttum. Eve nasıl gelebildiğimi hatırlamıyorum. Kendimi bir patates çuvalı gibi yatağa bıraktım.
     Uyandığımda, sabahın güneşi ensemi yakıyordu. Birşeyler yapmalıydım. Evde birlikte kaldığım arkadaşlarımdan hiçbiri yoktu. Şimdiki zamanda olsak, cep telefonu ile ambulans çağırır, doğru en yakın Hastahaneye giderdi insan… Ancak o zamanlarda  böyle bir imkân ne gezer...
     Ankara’da uzun yıllardır yaşayan bir teyzem vardı. Küçükesat Caddesi’nde otururdu… Eşi Türkiyeli olduğu için Ziraat Fakültesini bitirdikten sonra evlenip Ankara’da yaşamaya karar vermişlerdi. Eniştem de Ziraat Mühendisi’ydi. Bizleri  seven ve ilgilenen iyi bir insandı eniştem... Bu halimde yardım alabileceğim yegâne kişilerdi. Büyük bir gayret göstererek otobüse bindim ve teyzemlere gittim. Allahtan, henüz işlerine gitmek için evden ayrılmamışlardı. Kapıyı açan enişteme selam vermeye fırsat bulamadan, kucağına doğru düşmeye başladım. Son raddeye gelen halsizliğe bedenim daha fazla direnememişti. Bayılmışım...

“KARA HAMDİ”    

Eniştemin arabasında arka koltukta yatır vaziyette bir yerlere  doğru gittiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Sonra gözlerimi, karanlık, rutubet kokulu bir odada  açtım. Esmer tenli, yaşlı ve sert ifadeli bir adam iri gözleriyle bana bakıyordu. Birden irkilip doğruldum yatağımdan… Adam, kısık ses tonuyla bana birşeyler söylüyordu. Belli ki ses telleri hastaydı ve  sesi fısıldar gibi çıkıyordu. Bu hali, adamın korkunç görüntüsünü daha da ürkütücü yapıyordu. Eniştem yanıma gelerek, doktora geldiğimizi söyledi. Ardından tanıştırdı bizi. Dr.Hamdi'ye gelmiştik. Eniştem her zaman bahsederdi bu doktordan; "Kara Hamdi" diye sözeder, doktorluğunu da öve öve bitiremezdi.
     Doktor, elinde tuttuğu kahverengi küçük bir şişeyi bana uzattı ve içerisine idrar yapmamı istedi. Eski mi eski, alaturka tuvaletinde idrarımı yapıp verdim. Elindeki deney tüpüne bir miktar idrar koydu ve üzerine de koyu kahverengi birkaç damla ayıraç damlattı. Tüpü biraz sallar sallamaz idrarım biranda yemyeşil bir renge dönüştü. Doktor bana dönerek;
"Kıbrıslı,  sarılık olmuşsun" dedi...
   Sanki başımdan kaynar sular döküldü. O ana kadar sarılık diye bir hastalığı duymamıştım. Basit bir soğuk algınlığı geçirmekte olduğumu düşünüyorken, bu da nerden çıkmıştı? Nasıl bir hastalıktı? Öldürücü müydü? Dünya başıma yıkıldı sandım. Hiçbirşey soramadım. Korkudan sözler boğazıma düğümlendi. Derken, Doktor Hamdi  imdadıma yetişti.
"Endişe etme Kıbrıslı, biraz istirahat edersen iyileşirsin. Hemen Kıbrıs’a ailenin yanına git, iki hafta yatak istirahati veriyorum sana… Bu hastalığın ilacı yok, tek çare dinlenip iyi beslenmen, A tipi hepatit geçirdiğini tahmin ediyorum. Bu cinsi de öldürücü değil, merak etme" dedi...

UÇAK KORKUSU

  Bu konuşma yüreğime su serpti. Adamın çirkin suratı, bana biranda daha sevimli gelmeye başladı. Madem ki  istirahatla iyileşecektim, o zaman fazla bir sorun yoktu… Yalnızca sınavlarımı kaçıracaktım. Belki bu yüzden bir dönem kaybım olacaktı, ancak sağlığımdan  daha önemli değildi elbet...
   Yalnız, bir sorun daha vardı; Uçak korkusu... Uçağa binemediğim için, o güne kadar deniz yoluyla Taşucu’na gider, oradan da Ankara'ya otobüsle seyahat ederdim. Kıbrıs'a dönüşte de aynı güzergâhı kullanırdım. Gideceğim yere varıncaya kadar yolda perişan olurdum bu yüzden...
   Doktor'a  bu durumdan bahsedince:
"Yirmi kusur saatlik yolculuk yaparsan yolda ölürsün Kıbrıslı" diyerek çıkıştı bana...
  Artık mecburen Kıbrıs’a uçakla dönecektim.
   Ertesi gün eniştem Ankara Esenboğa Havalimanına kadar götürdü beni sağolsun. Vedalaştık. Halsiz  ve güçsüz halimle bilet pasaport işlemlerini yaptırıp uçağa binme vaktini beklemeye başladım... Şimdi artık hastalığımı değil, şu uçak yolculuğunu nasıl yapacağımı düşünüyordum kara kara... Bu endişeli bekleyişim sürerken "Metinn!!"diye seslendi bir arkadaşım... Başımı çevirdiğimde, çocukluk arkadaşım Damla başucumda duruyordu... Kalktım yavaş yavaş, tam ona sarılacaktım ki bir çığlık attı;
“Aman Tanrım. Sen sarılık mı oldun Metin?”
Çok şaşırdım... Arkadaşımdan müsaade alarak, hemen bir tuvalete gittim ve aynaya  baktım. Gözlerimin beyazı, safran sarısı gibi olmuştu. Yüzümün ve özellikle gözlerimin sapsarı olduğunun farkında değildim... Demek  ki böyle oluyormuş dedim kendi kendime... Ama doğrusu, şimdi bunu düşünecek durumda değildim. Bütün konsantrasyonum uçaktaydı...
    Konuştuk  biraz arkadaşımla… Hastalığımdan, okul hayatımdan v.s derken zamanın nasıl geçtiğini farketmemişim. Damla ile sohbetimiz biraz rahatlatmıştı beni... Derken, uçağa binme anonsu yapıldı. Büyük an gelip çatmıştı. Bütün fiziki ve manevi gücümü kullanarak uçağa bindim. Bildiğim bütün duaları okumaya başladım. Çok geçmeden havalandık. Uçak henüz havalanır havalanmaz birden  müthiş bir rahatlama sardı yüreğimi... Bir uçağın içine bir de penceresinden dışarıya baktım, korkulacak hiçbirşey yoktu, hatta tatlı bir duyguydu havada uçmak... Ne kadar boş bir korkuya kapılmışım diye düşündüm. Böyle keyifli bir yolculuktan nasıl oldu da yıllarca korkmuşum diye hayıflandım kendi kendime.
Fobileri  yenmenin tek yolu onun üzerine doğru gitmektir diyen arkadaşım geldi gözümün önüne... Şimdi kendimi çok şanslı sayıyordum. Şu an hastaydım  belki ama bir korkumu yenmemi de yine bu hastalığa borçluydum... Hayatın tuhaf yüzleşmelerinden birini yaşıyordum.

-Devamı haftaya-

Dergiler Haberleri