HAYATIN SÜRPRİZLERİ

Neşe Yaşın

Sihirli bir cümle var bulmak istediğim… Hepimize iyi gelecek bir cümle… Öyle bir cümle olsun ki birden ışıtsın ortalığı, kederi dağıtsın, sevinci çoğaltsın, ağrıyı dindirip ruhu kanatlandırsın. Mümkün mü bu? Bilmiyorum.  Kelimelere sığamıyorum son günlerde. Şimdiki kendim dar geliyor bana. Bir durumu aşıp başka bir duruma ulaşmak istiyorum.
İstanbul’da bulutlu gökyüzüne bakarak yazıyorum bu yazıyı… Yazdayız oysa. Haziran’ın sonuna yaklaştık bile. Birkaç gün önce Sofya’da bir şiir festivalindeydim ve şehrin sokaklarındaki şenlik hali içimi kanatlandırıyordu.
14 yaşındaydım. Annem ve dedemle Londra’dan İstanbul’a bir otobüs yolculuğu yapmıştık ve ilk kez o zaman geçmiştim Sofya’dan.  Otobüsün bir yerde durduğunu ve çevremizi eğlenen kızlı erkekli kalabalık bir genç grubunun sardığını anımsıyorum hayal meyal. Uzun bir otobüs yolculuğunun ardından şehre varıp gecenin içine daldığımda işte bu eski anıya gittim birden. 14 yaşındaki mahzun ve şaşkın halimi ve bugün ulaştığım kadını hayretle kavradım. Sokaklar ve gençler, sokaklar ve aşk birbirine ne kadar yakışıyor diye düşündüm. 
Şiir festivalleri, hele iyi şairlerin olduğu bir organizasyonsa hep iyi gelmiştir bana. İzleyicilerden de güzel bir enerji geçer hep. Harika bir parkta ve eski Roma kalıntıları üzerine inşa edilmiş muhteşem bir kültür merkezinde gerçekleşti  Sofya’daki okumalar. Sıcak bakışlı, derinlikli insanlar arasında…
Sofya’dan aldığım enerjiyle dün İstanbul’da hiç de fena hissetmiyordum kendimi. Giyinip süslenmiş,  Documentarist festivalinde bir belgesel izlemek için çıkmıştım evden ki otobüsü yakalamaya çalışırken küçük bir kaza geçirdim. Yerde uzandığımı ve başımda toplanan insanları anımsıyorum. Birisi su getiriyor, birisi mendiliyle yaramı temizliyor. Topallayarak eve döndüm ve günü moral bozukluğu içinde kanepede geçirdim. Ucuz atlatılmış bir kaza bir sevinç nedeni olmalı diye düşündüm sonra. Hayatın bana çaktığı bu işareti anlamlandırmaya çalıştım daha çok da…
Bulunduğun zaman ve mekânda olmamakla ilgili biraz da bu sakarlık hali… Kalbinin ve aklının başka yerde olması müsebbibi… Başıma sıklıkla gelen bir durum…
Bu kelimelere sığamamanın verdiği iç sıkıntısı mutlu bir sona, bir şiire varır kimi kez. Kimi kez de insanı düğüm düğüm edip bırakır. Sanki birileri içindeki göle taş atmıştır da sudaki dalgın halkalar çoğaldıkça çoğalır. Uzaklarda bir ışık belirmiş, bir işaret çakılmıştır. İçin içine, kalbin aklına uymaz. Ya gözü kara ilerlersin bir belirsizliğe ya da boynunu büküp oturursun bir köşede.
Cesareti seçtiğim zamanlar hayat çoğu zaman ödüllendirmiştir beni. Düş kırıklıkları da olmuştur kuşkusuz ama bazen engel olamazsın kendine.
Öyle bir hız var ki dünyada ruhum yetişemiyor bazen buna… Bir yalınlık arıyorum hep… Çocuksu bir hayret, sevinç ve yalınlık anı özlediğim. Ancak sanat avutuyor beni. Bir kitaba dalmak, bir sergi gezmek, bir film, bir konser izlemek… Bütün bunların iyisi önemli tabii ki… Olmamış, olamamış pek çok yaratım kendine yer açmaya çalışıyor dünyada.
Birileri öfkesini ve şiddetini, içindeki gizli ya da açık ırkçılığı, kibrin ve şımarıklığını boşaltıveriyor önüne. Kaba saba bir teşhircilik, maskeli bir ikiyüzlülük hayata olan tutkunu zedeliyor, içindeki iyiliğe, güzelliğe dair inancı yok ediyor. Çok ince bir ayrımın yokluğundan söz ediyorum ben. Bazen irkilten bir yaratım çok farklı bir pencere açabiliyor çünkü… Gerçek zekâ ve içtenlik, felsefi bir derinlik girdiği herhangi bir formda belli edebiliyor kendini. Şarlatanlık kolay gizlenebilir bir durum değil sonuçta.
Hayatta en huzursuz edici anlar insanın kendinden memnun olmama, vicdanen rahatsız olma anları diye düşünüyorum. Benim için böyle en azından. Bazen kendine de adaletsiz olabiliyor ama insan.  Kötülükle yön alan bir dünyada masumiyetini koruyabilmek kolay değil çünkü. Önemli olan içtenlikle yüzleşip tamir edebilmek bazı durumları.
Hayat,  iyi ve kötü sürprizleriyle geliyor sonuçta. Önemli olan iyi sürprizle şımarmamak, kötü sürprizle yıkılmamak diye düşünüyorum.