“Bana göre dünyanın en güzel icatlarından biri taze kahve kokusudur” der aktör Hugh Jackman…Bu söz onca kahve markasının sloganı olmuştur.
Hele taze çekilmiş, sıcak kahve kokusuyla güne başlamak onca kirliliğe, umutsuzluğa, huzursuzluğa, yılgınlığa ve samimiyetsizliğe rağmen insanın ruhunu uyandırır.
Hayat kokuyla keşfediliyor çoğu zaman…
Kokuyla ve tatla…
***
Sanayi bölgesinde çalışma hayatım yirmi seneyi aştı. Buralar altyapı anlamında “pislik” yuvasıdır.
İnsanların yoksul, asfaltın pütürlü, düzensizliğin düzen olduğu bir pratikle yoğrulursunuz.
Dört bir yanda atıl arabalar durur ve o metal çöplüğünün içinden fareler fırlar sokağa…
Öyle sözle anlatılamaz dağınıklık, yine de denemek gerekirse, sahipsiz hayvanlara sahipsiz insanlar bakar.
Somun ekmek arası ton balıktan akan yağı yalayan bir ton kedinin başında onlarca köpek bekler.
Zorla alınmış toprak, aç gözlülük ve partizanlıkla dağıtılmış ve tek bir köşe başı dahi kalmamıştır peşkeşe girmeyen…
Yeşil alan yoktur, park yerine rastlanmaz, keşfedilen her kuytuluk çöplüğe dönüştürülmüştür.
***
İşte böylesi bir kirliliğin ortasında o küçük kahve atölyelerinin varlığı hayat kaynağıdır.
Toprağa tutunmuş taş duvarları – hele de esinti varsa- nasıl da sarmalar özlü kahve kokusu, anlatamam.
***
“Ölmek için doğmuştur ya insan; O yüzden her yağmur sonrası toprak kokusunu sever” der Tolstoy.
Bilemedim!
Ama her yağmur sonrası toprak kokusunun insanı karşı konulamaz bir güçle ele geçirdiği doğrudur.
Limon ya da mandalina çiçeklerinden yayılan kokuya karşı koyamam bir de…
- Ki sanırım o koku, çocukluğumdur. -
Kekik gibi tıpkı, gül damlası gibi…
Hayatıma yön veren kokuyu mu sordunuz?
Bir aşkın kokusudur, bir de evladın elbette!