Tufan Erhürman
tufaner@yahoo.com
Anayasa değişikliklerine, bu pakette yer alması gerektiğini düşündükleri bazı değişikliklerin yapılmadığı, bu pakete “hayır” denmesi halinde milletvekilleri üzerinde daha iyi bir paketin hazırlanması yönünde baskı oluşacağı, bu memleketteki düzenin değişmesi için bu pakete “hayır” denmesi gerektiği, Anayasa’ya “hayır” diyerek KKTC’ye de “hayır” deneceği gibi düşüncelerden hareketle “hayır” çağrısı yapanlara, katılmamakla birlikte saygı duyuyorum.
Bu görüşlere neden katılmadığımı daha önce defalarca açıkladım. Her şeyden önce bu pakette yer alması istenilen bazı değişikliklerin yapılamamış olmasının sebebinin bu değişikliklerle ilgili olarak Mecliste 34 oya ulaşılamamış olması olduğunu herkes biliyor. Azınlık hakları ve vicdani ret konusundaki maddeler Mecliste oylandı ve 24 “evet” oyu aldı. Oysa değişikliğin referanduma sunulabilmesi için en az 34 oy gerekiyordu. Geçici 10’uncu maddeyle ilgili olarak da UBP ve DP-UG genel başkanları bugün için böyle bir değişikliğe “hayır” dediklerini Meclis kürsüsünden açıkladılar. Bu durumda 34 “evet”e ulaşılamayacağı açıktı.
Bu pakete hayır denilmesi halinde milletvekilleri üzerinde daha iyi bir paketin hazırlanması yönünde baskı oluşacağı yönündeki görüşe de katılmıyorum. Tam aksine, bu pakete hayır denilmesi halinde bundan sonra uzunca bir süre anayasa değişikliğinin gündeme gelmeyeceği, gelirse de, bundan önce defalarca olduğu gibi, Mecliste oylama safhasına dahi ulaşamayacağı endişesi taşıyorum. Eğer vicdani rette, azınlık haklarına ve geçici 10’uncu maddeye “hayır” diyen milletvekillerinin bu paketteki değişiklikleri çok önemsediği ve bugün reddedildikten sonra sırf bu değişiklikleri yapabilmek adına, “hayır” dedikleri değişiklikleri de içeren bir pakete evet diyecekleri düşünülüyorsa, kendi adıma bunun hiç de böyle olmadığı yönündeki kanaatimi paylaşmak istiyorum. Bu noktadan hareketle, bugünkü anayasadaki düzenlemelerden daha iyi olan bu paketi kabul ettikten sonra, geri kalanlarla ilgili olarak milletvekilleri üstünde baskı kurmaya çalışmayı daha doğru buluyorum.
Bunlara ek olarak, bu pakete “hayır” demenin bu memleketteki düzenin değişmesini sağlayacağını düşünmüyorum. Bu pakete hayır denmesi halinde, bugünkü anayasanın aynen yürürlükte kalacağını herhalde herkes biliyor. Düzenin değişmesini istiyorsak, buradan başlayıp, daha fazla değişmesi için baskı yapmaya devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak, bu pakete, KKTC’ye hayır demek adına “hayır” denmesinin, KKTC yasama organından göç yasasının değiştirilmesini istemekle, KKTC yürütme organından bu memleket için daha iyi bir şeyler yapmasını beklemekle ve KKTC yargı organında dava açıp adaletin gerçekleşmesi için uğraşmakla nasıl bağdaştığını anlayamadığımı bir kez daha söylemek istiyorum. Yasama, yürütme ve yargı organlarının hepsinin kaynağı anayasa olduğuna göre, tümü bu organların biraz daha iyi çalışmasına yönelik olan değişiklikleri içeren pakete hayır deyip sonra da bu organlardan daha iyi icraatlar beklemek birbiriyle çelişmiyor mu?
Ama yukarıda da dediğim gibi, bu görüşlere katılmasam da bunlara saygı duyuyorum. Çünkü bunlar siyasi argümanlardır ve benim tercih ettiğim siyasi stratejiden farklı siyasi stratejileri tercih etmekten kaynaklanmaktadır. İçlerinde yalan ya da yanlışlar değil, farklı siyasi tercihler vardır.
Esas sorunum, pakette yer alan maddeleri, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde, kamuoyuna yanlış aktaran paylaşımlarla ilgilidir. Son bir haftada sosyal medyada konuyla ilgili herhangi bir paylaşım yapmayıp yalnızca tartışmaları izlemeye çalıştım. Açıkçası, bu mecrada yapılan ve benim de karınca kararınca katkıda bulunmaya çalıştığım bilgilendirmenin yeterli olduğu, kişilerin yukarıda açıkladığım gerekçelerle “evet” veya “hayır” demesini ise daha fazla tartışmamak, bunlara saygı duymak gerektiği düşüncesine sahiptim. Ama bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde yapılan yanlış “yorum”ları okudukça, bir milletvekili olarak değil, bir yurttaş olarak daha fazla suskun kalmanın “yurttaş sorumluluğu”na ters düşeceği kanaatine ulaştım.