<< Doğru adres ise, Kıbrıs’a yerleştirilmiş Türkiyeli yerleşikler değil, bunu uzun yıllar içinde, sistematik olarak çok yönlü ve aşamalı siyasetleri ile, ülkeye giriş teşvikleri ile adım adım yaratmış olan, Ankara ve en başta Eroğlu- UBP Hükümeti olmak üzere Kıbrıs’taki yerli işbirlikçileridir.>>
Londra’daki Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği Genel Sekreteri Derman Saraçoğlu’ndan “Kıbrıslı Türklerin yok olma kaygısı” ve gacolar tepkisi ile ilgili görüşlerini içeren bir mektup aldım…
Mektubu iki bölümde yayınlayacağım. İşte Saraçoğlu’nun görüşlerini içeren mektubun ilk bölümü:
Bir an şöyle düşünelim. Önümüzde orijinal boyutuyla Picasso’nun Guernica adlı ünlü tablosu olsun.
Eğer önümüzdeki bu büyük tablonun yalnızca küçük küçük bölümlerine , figürlerine yoğunlaşarak, bütünü görüp algılamadan, Guernica tablosunu değerlendirmeye, yorumlamaya kalkışırsak, bir yere varabilmemiz mümkün olmaz. İlle de, ben sadece resmin bir köşesindeki at figürüne bakarak bütün resmi yorumlarım derseniz, yanılmanız kaçınılmazdır. Hatta çok hatalı ve resmin bütünüyle uzaktan yakından ilgisi olmayan yorumlar da ortaya çıkarabiliriz. Örneğin, sadece at figürüne bakarak, Guernica tablosunun , Picasso’nun İspanya İç savaş’ını yansıttığından bir haber, atların yaşamını anlattığı düşüncesine de kapılabiliriz.
Kıbrıs’taki gelişmeler ele alınırken çoğu zaman tam da böylesi bir bakış sorunuyla karşı karşıya kalıyoruz.
Israrla büyük resmi görmekten kaçınarak, yaşananların neden sonuç ilişkilendirmesi de yapılmadan , parça parça ve birbirinden bağımsız yapılan değerlendirmelerle, sorunları tanımlamaya, hatta çözmeye çalışıyoruz.
Ankara’nın Kıbrıs’la, Kıbrıs’ın kuzeyi ile ilgili stratejik hedeflerini göz ardı ederek, Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik nüfus politikasını ve sonuçlarını göremeden , bu coğrafyada KKTC adıyla sürdürülmeye çalışılan rejimin, yapısal niteliği ve bağlantıları ele alınmadan, Tüm bunların Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü ile olan bağını algılamadan , Kıbrıs Türk Toplumu’nun
sorunları sağlıklı bir biçimde tartışılabilir mi? ya da sağlıklı sonuçlara, ulaşabilmek mümkün olur mu? Bunun mümkün olmadığına günlük yaşamımızda tanıklık ediyoruz.
***
Toplum’un karşı karşıya kaldığı sorunlara yataklık eden, temel çelişkimiz Kıbrıs sorunu göz ardı edilerek yapılan tartışmalarda, doğal olarak sığlığa düşülmekte ve tartışmalar ya sonuçsuz kalmakta ya da hedefte şaşırılmaktadır.
Türkiye’den Kıbrıs’a taşınmış Türkiyeli nüfus ile Kıbrıs Türk Toplumu arasında yaşanan sorun da, bu sığlık ve kaçıştan beslenmektedir. Tartışmalarımıza yansıyan bu sığlık ve kaçış siyaset dünyamızın bir ürünüdür.
Siyaset dünyasında uzun yıllardır hakim olan bu soruna karşın, farklı bakış açıları ile de olsa, Kıbrıslı Rumlar ile, Kıbrıs Ada’sının ortak sahibi olduklarını çok iyi bilen Kıbrıslı Türkler, siyasal partileri aşarak, günlük yaşamlarında , kendi lehlerine olmayan gelişmeleri, örneğin Ankara’nın aşağılayıcı dayatmalarını son yıllarda daha net algılayabilir bir duyarlılık içine girmişlerdir. Tüm sindirme girişimlerine ve yapılan manipülasyona karşın , güvendiği dağlara kar yağmış olsa da Kıbrıs Türk Toplumu, hala bu duyarlılığını yitirmiş değildir. İnsanımızın sessizliğini bu yönde yorumlamak büyük bir yanılgıdır.
Bu duyarlılıktandır ki, Toplumun çok farklı sosyal katmanları, ortak bir değerlendirmede buluşmuştur. Bu da Kıbrıslı Türklerin, bir toplum olarak, ekonomik, kültürel , sosyal ve siyasal tüm değerleri ile, Ada üzerinde yok edilmekte olduğu, süratle azınlığa düşürüldüğü, iradesinin elinden alındığıdır. Bu algılama, Kıbrıslı Türklerin bilincine çok doğal bir biçimde, sokakta, işyeri ve konut mahallelerinde, köylerde, kentlerde, sayıları katlanarak artmakta olan Türkiyelilerle birlikte ulaşmaktadır. Sorun, Bu realiteye dayalı algı karşısında, bunun gereklerini yerine getirebilmekle ilgili toplumun bir türlü bütünlüklü bir uzlaşıya varamamış olmasıdır. Adeta bu ortak tespite karşın, kendi aralarında sürece teslim olmayı düşünenlerle, direnelim diyenlerin kavgası sürüyor.
Siyaset yapanların tehlikeli gördüğü, gerek Ankara’yı kendileri ile ilgili kızdırmamak, gerekse oy kaygısıyla ellemekten çekindikleri, yıllarca, siyaset üretmeyi erteledikleri bu alanda, vatandaş, tepkisini kendince oluşturduğu yanlış hedefe yöneltmiştir. Bu tepki zaman zaman sokakta sefalet içindeki Türkiyeli çocuklara kadar uzanabiliyor. Onlara karşı olmadık nitelemeler yapılabiliyor. Ancak bu duruma bakarak kimi aydınlarımızın, işgüzarlıkla Kıbrıs Türk Toplumu’nu ırkçılıkla suçlamaya kalkması da kabul edilecek gibi değildir.
***
Bu işgüzarların realiteden kopuk izahları , bir zamanlar ABD’nin arka bahçesine dönüştürülmüş Küba’da , kendilerine dayatılan kaderi reddeden, Amerikan işbirlikçilerini alaşağı eden Küba halkının, Amerikalılara karşı ırkçılık yaptığını iddia etmeye kalkmak kadar absürt kaçmaktadır.
Kıbrıs’ta insanımızın günlük yaşamında biriktirdiği tepkinin bir türlü doğru adrese kanalize edilemeyişinin sorumlusu, sade vatandaşlar değildir. Siyaseten, büyük resmin görülememesi, ya da zümresel çıkarlar nedeniyle, etkili sol siyasal partilerce bile gizlenmeye çalışılması sonucu, bu yanlış adreslenmiş tepkinin büyüdüğü , yerli Toplum’un günlük yaşamında derinleşen çok yönlü çöküntünün de katkısıyla tırmanışa geçtiği görülmektedir. Bu tepkinin bir an önce doğru adrese kanalize edilmesi kaçınılmazdır. Doğru adres ise, Kıbrıs’a yerleştirilmiş Türkiyeli yerleşikler değil, bunu uzun yıllar içinde, sistematik olarak çok yönlü ve aşamalı siyasetleri ile, ülkeye giriş teşvikleri ile adım adım yaratmış olan, Ankara ve en başta Eroğlu- UBP Hükümeti olmak üzere Kıbrıs’taki yerli işbirlikçileridir.
YARIN: Ankara’nın nüfus siyaseti ve “var oluş” mücadelesi