Çocukken PIK kanalında izlerdik Rum futbol takımlarının maçlarını. En azından özetleri. Omonia-Apoel maçlarının tribün coşkusu, Rum Milli Takımı’nın 1983 yılında Dünya Şampiyonu İtalya’yla berabere kaldığı maçı, zaman zaman yaşanan şiddet olaylarını. Belki nüfus, belki maddi imkan, belki siyasi nitelikteki gelenekler ve heyecanlar, ne isterseniz söyleyin, en az 5-10 bin kişilik çoğunluğu taraftar olan futbolsever karşısında oynanan futbolun kalitesi yüksek değildi ama özellikle 90’lı yıllarla birlikte başlayan Şampiyonlar Ligi heyecanı ve hedefi, sonunda Rumları da iyice sardı. Uluslararası etkileşim ve hedef olunca, tabii ki heyecan, arzu, istek, hırs, disiplin ve ardından gelen başarı da oluyor. Üstelik kulüp geleneklerinden kayıp yaşamadan geliyor bu başarılar. Avrupa kupalarında önce bir-iki tur geçebilen Omonia, sonrasında Şampiyonlar Ligi’nde Anorthosis ve ikinci kez katılan Apoel. Kendilerini Lefkoşa’nın Yunan takımı olarak saydıklarından ve bunu bir geleneğe dönüştürdüklerinden dolayı maçlarında bir tek “Kıbrıs Cumhuriyeti” bayrağı bulunmayan ve tribünleri her zaman Yunanistan bayraklarıyla donatan Apoel Kulübü’nün futbol takımı, geçtiğimiz salı gecesi, ülke spor tarihinde bir ilki gerçekleştirme adına büyük bir adım atmayı başardı. Harika bir organizasyon ve maç sonrasında geçen sezonun UEFA Şampiyonu Porto’yu 2-1 yenerken saha içinde takım oyunu, iyi savunma ve hızlı hücum prensiplerini tam olarak uyguladı. Saha dışında ise kulüp adına geçer not aldılar. Fanatik taraftarlarının çokluğuna rağmen stat girişi, saha içi ve tribün organizasyonlarını eksiksiz bir şekilde başardılar. Giriş-çıkışlarda en ufak bir sıkışıklık yaşanmadı. 25 bine yakın taraftar, sorunsuz bir şekilde stada girip, biletlerinde bulunan numaralandırılmış koltuklarına oturarak, rahatça takımlarının maçlarını izlediler. Maç sonrası stat dışında aşırı sevinç gösterisi olmadı. Saha içine tribünlerden giren herhangi bir taraftar görmedik. Güvenlik had safhadaydı. Girişte üst araması yapıldı. Basın ve görevliler, üzerlerinde yelek veya kartlarıyla çalıştılar. Aralarında iyi İngilizce bilenler de vardı. Çoğunlukla da taraftarlara yardımcı olmaya çalıştılar.
Takım ise harika oynadı. Akıllı oynadı. Haddini bilerek oynadı. Tecrübeli yabancıları yanında, yerli oyuncularının da başarılı oyunu, takımın galibiyetinde önemli rol oynadı. Savunma, penaltı pozisyonu dışında neredeyse sıfır hatayla oynadı. İspanyol kaleci Pardo, çok iyiydi. Yerinde müdahaleler yaptı. Pas trafiği ve yardımlaşma çok iyiydi. Savunmada özellikle Jorge, Nuno Morais ve hücumda Manduca sahanın en iyileriydi. Sırp Teknik Direktör Ivan Jovanovic hop oturup, hop kalktı maç boyunca ama kendine mukayyet olmaya da çalışarak yerinde müdahalelerle takımın mücadele gücünü üst düzeyde tuttu. Gerek kale arkası fanatik taraftarlar olan “Ultras”, gerekse sosyetik tarzdaki protokol ve açık tribün taraftarları olsun maç boyunca hiç susmadılar. Sürekli tezahüratlarla takımlarını desteklediler. Maç sonunda sahaya atılan bir renkli sis bombası ve kısa süreli yakılan meşaleler dışında aşırı hareket olmadı.
Apoel kulüp olarak gerek stat gerekse saha organizasyonuyla tam not alırken, taraftarları da taşkınlık yapmayarak takım adına oluşabilecek olumsuz bir duruma neden olmadı.
Bunları detaylı olarak yazarken KKTC futboluyla kıyaslama gibi bir niyetim yok. Zaten Rum futbolunun şu an geldiği noktada, bizimle kıyaslanamayacak kadar fark var. Uçurum derinleştikçe derinleşiyor. Ancak esas düşüncem, gerek kulüp gerek takım gerekse taraftarların Şampiyonlar Ligi gerçeğini ve hedefini öncelikle mental anlamda benimsemiş, kabul etmiş ve uygulamış olmalarıdır. Futbolla ilgilenmiş olan herkes, maçı dikkatlice ve objektif olarak izlemesi halinde bunu rahatlıkla görebilirdi. İşin maddi kazancı da artı olarak kulüp kasasına zaten yazılıyor. Yakın bir zamanda Kıbrıs Rum Milli Takımı’nı bir Avrupa veya Dünya Kupası’nda boy gösterirken görürseniz de sakın şaşırmayın. Ülkemiz adına ise dileğimiz çok, ama ne zaman gerçekleşir, işte o çok moral bozucu bir durum.