Hem öfkeleniyorsunuz.
Hem de "hele bir dur" diyorsunuz kendinize.
"Haksız mı yani?"
- "Evet, haksız" diye yine kendinize yanıtınız.
Ama sonra içinize sinmiyor yine de…
* * *
Büyükelçi, niye karışıyor ki bizim içişlerimize?
Mesela şimdi başşehrin belediyesine taktı!..
Öncesinde, bir gazetenin manşetlerine…
Öyle de…
"Borç batağına" battıkça batan belediyeye, "takması" gerekenler nerede peki?
Hükümet niye yok ortada mesela?
İçişleri, ne işleri, boş işleri!..
Ya denetim organları…
Ve en nihayetinde şehrin kendi insanları.
Kimse sormuyorsa bu hesabı…
Birisi gelip sorunca böyle bocalıyoruz işte...
"Sana ne" demekle…
"İyi ki birisi de sesini çıkarmış" demek arasında…
Okyanuslar gibi medcezirde…
* * *
Reis-i Cumhur'un hesapları mesela…
Hani "hesap soranı" hesaba çekiyoruz adeta!..
Oysa hep bir ağızdan "şeffaflık" türküleri söylüyoruz günü gelince…
Bile bile omuzlarda taşıyoruz sonra…
Ve ardından mırıldanıyoruz bildik şarkıyı:
"Suyun başında duracaksın, su akarken dolduracaksın…"
* * *
Hem öfkeleniyorsunuz.
Hem de "hele bir dur" diyorsunuz kendinize…
Acaba suç kimde?
Partizanlığa karşı çıkanla, talep edene baktıkça…
"Her dönemin insancıkları"nı tanıdıkça…
Emeğin yüceliğini savunurken "emeksiz kazanma" hevesini gördükçe…
"Dayanışma"yı diline dolarken, birbirinin ardından kazılan kuyulara düştükçe…
Maskeleri döküldükçe ve boyalar aktıkça yüzlerden…
"İki yüzlülükle" oluşan kalabalıkta, simaları çıkarmakta zorlandıkça..
"Kayıt dışılığa" karşı öfke kabartanların, "ucuz işçiliği" yaşattıklarını bildikçe…
Onca sömürü…
Onca kirlilik…
Onca kayıtsızlık…
Onca suskunluk karşısında…
"Hele bir dur" diyorsunuz kendinize…
"Hemen öfkelenme…"
Acaba suç kimde?