Ödül Aşık ÜLKER
CTP Milletvekili, Meclis Başkan Yardımcısı Fazilet Özdenefe, Üstel hükümetinin meşru olmadığını ve ülke demokrasisine büyük zararlar verdiğini söyledi.
“Meşru olmayan hükümet karşısında muhalefetimizin içeriği değişecek, çeşitlenecektir” diyen Özdenefe, meclisi boykot ya da sine-i millete dönmenin demokratik mücadelelerde uygulanabilecek araçlar olduğunun ancak bu tip araçların doğru amaca ve sonuç alıcı şekilde, doğru zamanlamada kurgulanırsa topluma fayda sağlayabileceğinin altını çizdi. Özdenefe, “Muhalefet tam da bu koşullarda daha da önemli bir sorumluluk altına girmektedir, hukuka aykırı ve anti demokratik uygulamaları teamül haline getirmiş bir iktidara karşı ortaya koyacağı eleştirileriyle, eylemleriyle, denetleme görevini etkin bir şekilde yerine getirmesiyle ve komitelerde ortaya koyacağı önerileriyle parlamenter demokrasinin en önemli unsurlarından biri olarak mücadelesini yükseltmek durumundadır” diye konuştu.
Fazilet Özdenefe, meydanlarda ve mecliste mücadelenin eş zamanlı olarak yapılabileceğini ifade ederek, bunların birbirinin alternatifi olmadığını, aksine birbirini destekleyen ve mücadeleyi büyüten unsurlar olarak kullanılabileceğini kaydetti.
Özdenefe, “Biz şu anda antidemokratik, gayrimeşru bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu antidemokratik, gayrimeşru zihniyete karşı safları sıklaştırmamız, cepheleri artırmamız ve yoğunlaştırmamız gereken bir dönemdeyiz” dedi.
Soru: UBP-DP-YDP hükümeti yeniden kuruldu. Bu güne gelen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu nasıl bir hükümet?
Özdenefe: Öncelikle şunu açıkça ifade etmek gerekir ki kurulan hükümet meşru değildir ve bu ülkeye fayda sağlamayı bir yana bırakın, hem ortakların kendi parti içi demokrasilerine hem de ülke demokrasisine büyük zararlar vermektedir.
Bugünlere nasıl geldik? Elbette bunu birkaç aylık bir sürede ele almamak lazım. Ülkede, kurulan siyasal ve sosyal yapı sorunlarının yıllar içinde kendini büyüterek devam etmesi, bir çok noktada Kıbrıs meselesindeki çözümsüzlükle alakalı kendi içimize dönmüş olmamız, uluslararası hukukun dışında kalmamızın da yaşananlar üzerinde etkisi büyüktür. Bu topraklarda federal bir çözüm gerçekleşene değin Kıbrıs Türk halkının kendi iradesiyle var olması ve ayakları üzerinde durması için yapmak zorunda oldukları vardır. Son yıllarda yaşadıklarımız bu ülkeyi yöneten o bilindik zihniyetin bunun tam aksine hareket etmesi ve hem ülkeyi hem de sistemi ayağa kaldırmak yerine adeta yere diz çöktürmesinin sonucudur.
Çok geriye gitmeye gerek yok, yakın tarihimize baktığımızda içinde bulunduğumuz vahim noktaya nasıl sürüklendiğimizi bir film şeridi izler gibi görebiliriz. Bu ülkede müdahalelerin artık raporlara geçtiği, neredeyse kimsenin inkar etmediği bir Cumhurbaşkanlığı seçim süreci yaşandı. Ersin Tatar türlü manipülasyon ve müdahalelerle Cumhurbaşkanı seçildi demek yanlış olur adeta cumhurbaşkanı yaptırıldı. Bunun doğal sonucu olarak da, Cumhurbaşkanı o makama geldiği günden beri Kıbrıs Türk halkına liderlik yapmak yerine sadece kendini o makama getirenlere hizmet etmektedir. Çünkü kendisi de halkın kendisini o noktaya taşımadığını biliyor, görüyor. O yüzden de kendisini o noktaya getirenlere hizmet ediyor. Sayın Tatar’ın bu noktada ne vizyonu, ne iradesi, ne de tüm bunlara dair bir gailesi vardır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren, bugün yaşadığımız sürecin aslında bağıra çağıra geldiğini görmüş ve uyarmıştık. Hatta hatırlayınız, genel seçimlerde buna benzer bir müdahale yaşanması durumunda seçimlere dahi katılmayacağımızı kamuoyu ile paylaşmıştık.
“Tatar önüne konan politikaların sadece uygulayıcısı konumundadır”
Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilme biçimi, seçildikten sonraki söylemleri, hiç bir şekilde Kıbrıs Türk halkının bu coğrafyada özne olabilmesinin önünü açabilecek nitelikte değildir. Böyle bir gailesi de yoktur. Böyle bir derdi de yoktur. Tek derdi kendini orada tutabileceğine inandığı merkezlerin talimatlarını harfiyen yerine getirmektir. Tatar ülkesi ve halkı adına politika üreten değil, önüne konan politikaların sadece uygulayıcısı konumundadır.
Tatar’ın “Türkiye ile uyum” sözünün ne anlama geldiği açıktır, “Birileri talimat verir ben de gereğini yaparım”. Oysa bu tutum Kıbrıs Türk halkı kadar TC-KKTC ilişkilerine de ciddi zararlar vermektedir. Bu anlayış yüzünden Türkiye ilişkilerine baktığımızda bırakın iyi ilişkiden bahsetmeyi, tamamen sağlıksız, çarpık bir ilişki biçiminin ortaya çıktığını rahatlıkla görebiliriz. Bugün yaşadıklarımızda 2020 sürecinde ülkeye hakim kılınan yeni siyaset anlayışının da rolü vardır.
“2021 yılını UBP Kurultayı’na heba ettik”
2021 yılı, dünyanın pandeminin sıkıntılarını geride bırakmak adına birçok alanda ciddi adımlar attığı bir dönemdi, biz 2021 yılını UBP Kurultayı’na heba ettik. Anayasa’yı göz göre göre delip geçtiler, Tatar’dan boşalan koltuk için Haziran’da yapılması gereken ara seçimi yapmadılar, bütün ülkeyi UBP Kurultayı’na endekslediler.
Seçimden sonra, Sucuoğlu’nın ilk kabinesinin onaylanmasının üzerinden bir hafta geçmeden, PM kararlarının tersine bakan değişiklikleri yapıldı, partinin genel sekreteri bakanlıktan istifa etmek zorunda bırakıldı. TL’deki ciddi değer kaybı ve ülkede ekonomik planlama adına seçimden önce hiçbir şey yapılmamasının sonucunda ciddi bir zam sürecine gittiler. Akabinde Ankara’ya gidildi ve hala görmediğimiz protokol imzalandı. Dönüldüğünde Maliye Bakanı ile Başbakan’ın Meclis kürsüsünden birbirlerini yalanladıklarına şahit olduk. Bakanı görevden almaya çalışan Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın bakanı görevden alamaması üzerine, şartlı istifa sunduğuna şahit olduk. Cumhurbaşkanı istifayı kabul etmeyi tercih ederek, ülkeye bir anomali yaşattı. Yaşanan krizin içerisinde Cumhurbaşkanı’nın da, Faiz Sucuoğlu’nun da, UBP’nin ülkeyi yönetme becerisi olmayışının da etkileri vardır.
Zaten UBP nin ertelenen ve yapılamayan kurultayı, ardından gecikmeli yaşanan kurultayından sonra Sucuoğlu’nun seçilmesi ile başlayan süreçte, özellikle şu düşünce herkesçe malumdur. “UBP’ye genel başkan olabilirsin ama başkanlık yapamayacaksın, Başbakan da olabilirsin ama başbakan da kalamayacaksın” Nitekim denilen oldu. Sucuoğlu ne genel başkanlık yapabildi ne de başbakan kalabildi.
Hatırlayın UBP genel sekreteri parti genel başkanından başka kimseye hükümet kurma görevi verilmez dedi. Verildi. Tatar, UBP yetkili organlarının belirlemediği birine hükümeti kurma görevini vermem dedi. Vermek zorunda kaldı. Üstel’e görev verilmesi konusundaki karar, UBP PM’de 15-20 dakika içerisinde sadece el kaldırarak alındı. Bu üzüntü verici ve manidardır. Partilerin PM’lerinde ne konuştukları parti içi meseledir ama şu anda bu ülkeyi yöneten büyük iktidar partisinden, Cumhuriyet Meclisi’nde 24 vekille temsil edilen iktidar partisinden bahsediyoruz.
“Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri bu anomalileri maalesef yaşıyoruz”
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri bu anomalileri maalesef yaşıyoruz ve geldiğimiz noktada hiçbir şekilde meşru olmayan bir yapıyla karşı karşıyayız. Şu anda kendi başbakanı dururken, kendi parti kararlarının hilafına başka bir milletvekilinin görevlendirildiği ve bunun da Türkiye’nin müdahalesi ve Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu tarafından ifade edildiği şekliyle Türkiye’nin Faiz Sucuoğlu’nu istememesi nedeniyle olduğu gayet açıktır. UBP bir hafta içerisinde %60 oyla kurultaydan çıkardığı başkanına karşı “dik dur eğilme” noktasından “sen otur oturduğun yerde” noktasına geldi. Bu, ülkedeki parlamenter demokrasinin geldiği nokta açısından çok vahim bir durumdur. Şu anda bu ülkede ekonomik kriz vardır, eğitimde, sağlıkta, turizmde bir çok sıkıntı vardır ama bu ülkenin birincil sorunu demokrasi sorunudur.
“Tatar, Erhürman’a haksız bir şekilde saldırdı”
Soru: Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Bürosu’ndan CTP Genel Başkanı Erhürman’ı hedef alan “küçük siyasi beklentiler”den bahseden bir açıklama yapıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özdenefe: O açıklamada Tatar hiç kendi kabahatlerine bakmadan, hakaretamiz tavırlarla, çok düşük bir seviyeyle Sayın Erhürman’a haksız bir şekilde saldırdı. Aynı açıklamada “Yüksek Mahkeme Başkanı Narin Ferdi Şefik’in 30 Nisan tarihinde yaptığı açıklamada altını çizdiği üzere yetkililerin mevzuata uygun karar vererek erken seçime gerek kalmayacak şekilde adım atması, toplumsal çıkar adına son derece büyük önem arz etmekteydi” diye bir ifade kullanıldı. Tatar’ın bu ülkenin cumhurbaşkanı olarak, Yüksek Mahkeme Başkanı’nı referans verecekse, o metnin içeriğini çarpıtma hakkı yoktur. Cumhurbaşkanı Tatar’ın Yüksek Mahkeme’nin uyarılarına karşı keşke gailesi olsaydı. Tatar, Yüksek Seçim Kurulu Geçitköy Barajı’ndaki açılış töreninin seçim yasaklarına girdiğini ve kesinlikle yapılmaması gerektiğini söylediğinde, Türkiye üzerinden yayın yaparak seçim yasaklarını delen biri olarak, o makamı referans verecek en son kişidir. 6 Nisan tarihinde Yüksek Seçim Kurulu Cumhuriyet Meclisi’ne ve Başbakanlık’a yerel seçimlerin tarihinin anayasa ve mevzuat gereği belirlenmesi yönünde bir yazı yazmıştır. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak bu ülkede Yüksek Mahkeme veya Yüksek Seçim Kurulu’nun uyarılarına dair bir gailesi varsaydı, ki olmalıdır, kendini sürekli, Anayasa hilafına, “UBPli” olarak lanse eden biri olarak UBP iktidarını çağırıp konuşurdu ve “bu uyarıları dikkate alınız, Anayasa’yı delmeyiniz” derdi. Bunları yapmayan biri olarak, geçen gün yapılan açıklamadaki ifadeleri hem üzücü, hem şaşkınlık vericidir ve itibar edilebilecek nitelikte değildir.
Soru: Cumhurbaşkanı Tatar’ın eleştiriye açık olmamasını, bu konudaki tavırlarını, polise şikayette bulunmasını ifade özgürlüğü bağlamında nasıl yorumlarsınız?
Özdenefe: Sayın Tatar, Başbakanlığı döneminde ve Cumhurbaşkanı olduktan sonra diktatör rejimlerde benzerlerini gördüğümüz, tek başına gücün kendini meşrulaştırdığını zanneden ve o inançla hareket eden bir yapıya bürünmüştür. Cumhurbaşkanı Tatar’ın bu konuda pek çok vukuatı var. Bu tavırlar Tatar’ın nasıl bir siyasi profile özendiğini ve bu topraklara ait olmayan bir siyasi yönetim biçiminin temsilcisi olmaya çalıştığını gösteriyor. Bu kesinlikle kabul edilebilir değildir.
“Hükümet meşru olmadığı için sular durulmuyor”
Soru: Olgun Amcaoğlu, mecliste hükümet programı okunurken Ekonomi Bakanlığı bölümünde dışarı çıktı. Sonrasında görevden azlini istedi, bir kaç saat sonra vazgeçti. Bu ne anlama geliyor? UBP içinde sular hala durulmadı…
Özdenefe: Hükümet meşru olmadığı için sular durulmuyor. UBP bu ülkenin en eski, en köklü partilerinden biridir. Böyle bir yapının devam edebilmesi mümkün değildir. Ülke hem UBP kurultayının, hem de erken seçimin sath-ı mailine girdi. Sayın Amcaoğlu görevi iade etmek istedi, sonra vazgeçti. Tüm bunlar suların durulmayacağını gösteriyor. Bu gayrımeşru yapıda topluma bir fayda sağlanamaz.
“UBP siyaseten sağlığını yitirmiştir”
Soru: Bu hükümetin ömrü ne olur?
Özdenefe: Bu hükümetin ömrü yoktur, icraat açısından herhangi bir ömrü olduğunu düşünmüyorum. Tekrar bozulup yenisi kurulur mu veya direkt erken seçime mi gidilir, bunu önümüzdeki süreç belirleyecek. Ancak kişisel tahminlerime göre yaşanan bunca olaya Sucuoğlunun daha fazla dayanması mümkün olamayacaktır. Yakında UBP bir kurultay çağıracak, orada da müdahaleli bir süreç yaşanacak, belki de UBP yeni bir 2012 sürecine daha sürüklenecektir. Elbette bunlar umut ettiklerim değildir. Olmamasını istediğimiz şeylerdir. Zira sağlıklı bir demokratik yapı ancak sağlıklı siyasal partilerle mümkündür. Ve bana göre UBP siyaseten sağlığını yitirmiştir.
90 günlük hedefler...
Soru: Yenidüzen’de hükümetin ilk 90 gününün hedefleri yayınlandı. Bunlar bu sürede yapılabilir mi?
Özdenefe: İlk 90 gündeki hedefler arasında Belediyeler Yasası’nda değişiklik yapılması ve belediye sayılarının azaltılması var. Halihazırda, yerel yönetimler konusunda yapılan vahim bir Anayasa ihlali vardır; Haziran’da yapılması gereken seçimler konusu hükümet kriziyle unutturulmuştur. İdari Komite’nin önüne gelen değişiklikler vardı, daha sonra bunları görüşmesi için ad-hoc komite kurulmuştu. Hükümetin değişmesiyle yasaların hepsi bir yerde kadük oldu, yeniden onaylanmaları gerekir. Sağlıklı ve işleyebilir bir yerel yönetimler reformu yapılabilmesi ve Anayasa ihlal edilmeden seçime gidilebilmesi artık mümkün değil, bu açıdan çok kritik haftaları hükümet krizi neticesinde kaybettik. 1 Temmuz itibarıyla belediyelerde ciddi yetki sıkıntıları yaşayacağız çünkü Yüksek Seçim Kurulu’nun da uyardığı üzere, belediye başkanlarının ve belediye meclis üyelerinin görev süreleri Haziran sonu itibarıyla sona erecek. Elbette yenisi göreve gelene kadar orada olacaklar ama günlük işleri yapmanın ötesinde herhangi başka yetkileri olmayacak. Neyin cari veya günlük iş olup olmadığıyla ilgili sıkıntılar çıkabileceği gibi, kritik bir çok noktada da elleri kolları bağlı olacak. Yerel yönetimlerin, merkezi idarenin çözmesi gereken sorunları mahkemelerin çözmesini bekleyemeyiz. Mahkemelerde de bu yetki karmaşasıyla ilgili davalar patlak verebilir. Belediyelerin bütçeleri geçmiş değil, bütçeler 1 Temmuz’dan önce onaylanmazsa bu bütçeler sonrasında nasıl geçecek? Çok sıkıntılı, kritik bir dönemece giriyoruz. Artık Haziran sonunda seçim imkansız. Bu noktada Yüksek Seçim Kurulu’na açık çağrımız var, mevcut seçimler için artık çok geç belki ama ilerisi için benzer durumlarla karşılaşmamız adına seçim tarihlerinin Anayasa’ya uygun olarak belirlenmesi noktasını artık oturup yetkileri çerçevesinde yeniden ele almaları gerekmektedir. Anayasa yerel yönetimlerin seçimlerinin 4 yılda bir yapılacağı konusunda nettir. Ülkedeki koşullar dikkate alındığında, meclis üzerine düşeni yapmadığı noktada Yüksek Seçim Kurulu Anayasa’ya uygun şekilde yetkilerini kullanarak, en doğru tarihi belirlemelidir.
Belediyeler Reformu olarak adlandırdıkları düzenleme altında ilgili herhangi bir hazırlık yapmadıklarını, çalakalem yazdıklarını gördük. Biz tüm iyi niyetimizle, gerekirse gecemizi gündüzümüzü vererek, bütün paydaşlarla konuşarak gerçek bir reform yapılsın dedik. Belediye sayısını azaltmak, belediyeleri birleştirmek tek başına bir reform değildir. Esas olan 51/95 sayılı Belediyeler Yasası’ndaki değişiklikler ve düzenlemelerdir. Belediyelerin yetki ve sorumlulukları, gelir kaynakları yeniden çağdaş bir şekilde, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da göz önünde bulundurarak düzenlenmelidir. O komitelere de katılan bir milletvekili olarak şunu söylemek isterim ki, bu ana kadar bu konuda yapılmış altı dolu tek çalışma CTP’nin kısa sürede yaptığı çalışmadır, ki onunla alakalı da daha yapılması gerekenler vardır. 90 gün içerisinde bu yapının bunları hayata geçirebileceğini düşünmüyorum.
Soru: İlk 90 günlük hedeflerde Hal Yasası’nın geçirilmesi de var…
Özdenefe: Hal Yasası yıllardır AB uyum yasaları ile ilgili çalışan ad-hoc komitede görüşülmekteydi ancak sonuçlandırılamamıştı. Ben de o komitede bir dönem görev aldım ancak nihai aşamaya gelemeden Ocak erken seçimleri gündeme geldi. Zaten UBP kurultayına odaklanan UBP hükümeti geçtiğimiz yıllarda bu yasaya hiç konsantre olmamıştı. Hal Yasası önemli bir ihtiyacımızdır. Ama bu yasanın şu andaki gayrimeşru hükümetin zihniyetiyle 90 günde geçmesini mümkün görmüyorum.
“Meşru olmayan hükümet karşısında muhalefetimizin içeriği değişecek, çeşitlenecektir”
Soru: Bu noktada ana muhalefet olarak nasıl bir tavır izleyeceksiniz? Sine-i millet söz konusu olur mu? Mücadele şekliniz ne olacak?
Özdenefe: Biz müdahaleyle, antidemokratik bir şekilde bozulan ve kurulan bu yeni hükümetin meşru olmadığını savunuyoruz. Bu meşru olmayan hükümet karşısındaki muhalefetimizin içeriği de elbette ki değişecek, çeşitlenecektir. Şu anda kurulan hükümet, sandıktan yeni çıktığımızda kurulan hükümetle aynı noktada değildir. Ciddi bir meşruiyet sorunu vardır ve biz de muhalefetimizi bu çerçevede şekillendireceğiz. Bugünlerde istifa edilmesi ya da “sine-i millete dönülmesi”yle ilgili ifadeler kullanılıyor. Toplumda bu konuda kavram karmaşalarının yaşandığını düşünüyorum, bunu da normal karşılıyorum çünkü insanımız artık varoluş mücadelesi veriyor. Ciddi bir ekonomik krizin içerisindeyiz, emek piyasası hızlı bir şekilde kan kaybetmektedir, pahalılık hayatın her alanında artmıştır. TL kullanımından dolayı yaşadığımız ciddi sıkıntılar zaten vardı ancak bunun da ötesinde bir pahalılıkla karşı karşıyayız. İnsanlar bu yaşanan ve “maskaralık”tan başka bir şekilde ifade edilmesi mümkün olmayan bu yapıya tahammül edebilecek noktada değil. Ben “bu yapı tamam değildir madem siz de çekilin” denmesini normal bir tepki olarak karşılıyorum ama bilmemiz gerekir ki, mevcut yapının bir ara seçimle meclisin tamamını ele geçirmesi ve anti demokratik uygulamalarını bir çırpıda hayata geçirmesi işten bile değildir. Meclisi boykot etme ya da halk arasında kullanıldığı tabirle sine-i millete dönme demokratik mücadelelerde elbette uygulanabilecek araçlardır. Ancak bu tip araçlar doğru amaca ve sonuç alıcı şekilde, doğru zamanlamada kurgulanırsa topluma fayda sağlayabilir. Aksi taktirde topluma faydadan çok zararı olabilir. Bugün CTP Cumhuriyet Meclisi’nde olmasaydı, belediyeler reformu adı altında getirdikleri çarpık yapı çoktan hayata geçmiş olacaktı. CTP’nin muhalefeti mecliste olmasaydı, bir çok noktada anayasaya aykırı kararlar alınacaktı. Mücadeleyi araziye indirmek, meydanlara dökülmek ya da çeşitlendirmekle, meclisteki mücadeleyi eş zamanlı olarak yapabiliriz. Biri diğerinin alternatifi olmak zorunda değildir, aksine birbirini destekleyen ve mücadeleyi büyüten unsurlar olarak kullanılabilirler. Biz şu anda antidemokratik, gayrimeşru bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu antidemokratik, gayrimeşru zihniyete karşı safları sıklaştırmamız, cepheleri artırmamız ve yoğunlaştırmamız gereken bir dönemdeyiz. Halkın bu anlamda CTP’den beklentilerinin yüksek olduğunu görüyoruz ve bu beklentiden de yapılan öneriler ve eleştirilerden de kesinlikle rahatsızlık duymuyoruz. Pazartesi gün parti meclisimizi toplayacak ve önümüzdeki süreçteki muhalefet şeklimizi değerlendireceğiz. Böylesine kritik bir süreçte toplumsal fayda ve zarar analizini çok doğru yapmamız ve ortak akılla hareket etmemiz gerekmektedir. 3-5 ay sonra siyasi konjonktür değişirse, o günün koşullarındaki eylemliliğin ne olması gerektiğini de elbette yeniden değerlendiririz. Sol siyaset halkın ihtiyaçlarına göre gelişmeli, şekillenmeli ve ilerici duruşunu kaybetmemelidir. O yüzden tüm bu süreç ortak akılla enine boyuna değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmeleri yaparken henüz 4 ay önce yapılan seçimlerle seçilen ve halkın iradesini temsil eden muhalefet vekillerinin meşruiyetini hükümet veya iktidar vekilleri ile aynılaştırmamaya özen göstermeliyiz. Muhalefet tam da bu koşullarda daha da önemli bir sorumluluk altına girmektedir, hukuka aykırı ve anti demokratik uygulamaları teamül haline getirmiş bir iktidara karşı ortaya koyacağı eleştirileriyle, eylemleriyle, denetleme görevini etkin bir şekilde yerine getirmesiyle ve komitelerde ortaya koyacağı önerileriyle parlamenter demokrasinin en önemli unsurlarından biri olarak mücadelesini yükseltmek durumundadır.
Toplumsal fayda ve zararı aklı selim şekilde, iyi tartmak zorundayız. Beterin beteri var, her seferinde “daha kötüsü olmaz” diyoruz ama oluyor. Şu andaki zihniyetin, kendi başbakanına, kendi parti başkanına bunları yapan zihniyetin, önümüzdeki aylarda bu topluma neler yapmaya tevessül edeceğini hayal bile etmek istemem.