Gecenin sessiz ve gri saati…
Yangın mavisine çalan asi bir rüzgar gibi uyanıyor içimizdeki kir.
Bir genç, henüz 25’inde…
Kendini parçalıyor aracın içerisinde.
Bir market çalışanı görüyor, gidiyor.
Kim bilir “Bunlar hep böyle” diyor.
---
İnsanımızda vardır bu haller, “başıma niye bela alayım şimdi…”
Öyle ya, polisi arayacaksın, sonra hastaneyi.
İfadeni isteyecekler.
Sorguya çekecekler.
İyilikten maraz doğacak…
Öyle de oluyor çoğu zaman.
İyisi mi ‘görmezden’ gelmek (!)
---
Peki ölüm!.
25 yaşında bir genç ölürken, görmezden gelebiliyor muyuz sonucu…
Hani başımıza alacağımız ‘bela’ için dahi değmez mi bir genci kurtarmaya!
---
Poliste üst düzey bir dostumuzu aradım, “ne oldu” diye.
Üç genç “içmeye” çıkmışlar gece, aklınıza her ne gelirse…
İkisi hayatta, biri toprakta şimdi…
Her üçünün de kanında ‘uyuşturucu’, alkol, enerji içeceği fazlaca…
Cezaevi’nin arkasındaki toprak yolda ‘sürat’ yapmışlar araçla, tekerlek patlamış, değişmişler.
Sürmüşler, dönmüşler şehre.
Sonra krize girmiş gençlerden biri…
Bırakmışlar aracında, ‘biraz hava alsın, iyi gelir…’
Su almaya gitmişler…
Geri gelmişler, su vermişler…
Yine ayrılmışlar sonra bırakmışlar kendi haline…
- “Niye polisi ya da hastaneyi aramaz ki gençler, kriz geçiren bir arkadaşları var” diyorum.
Oysa diğer iki gencin de pek yerinde değil kafası!
Market çalışanı görüyor manzarayı, iki kez, en son sabah üç gibi...
O da bırakıyor, gidiyor.
Sonra gençlerden biri yine geliyor, sabah altıda…
Ve hastaneye götürüyor, hareketsiz bulduğu bedeni…
---
- “Darp var mı?”
- “Yok, vücudundaki morluklar, ölüm morluğu. Çok az çizikler var dirseğinde.”
- “Kimileri diyor ki, bağlamışlar…”
- “Çok iyi bir Adli Tabip uzmanımız var, öyle olsa kesinlikle anlardı…”
---
En fazla da kimselerin polisi ya da ambulansı aramamasına içerliyorum…
Gençlerimizi yitiyoruz bir yandan, bir yandan vicdanlarımızı…
Kim geri getirecek ki?