Sene 2019'un sonuydu…
Kış ayları Çin'de çıkan virüs haberlerini izlemekle geçmişti…
Bize çok uzaktı, çok da önemsemeyerek takip ettik televizyondan olanları.
Sonra bölgemize doğru yanaştı, Türk medyasında bir panik havası vardı, "İran'da coronavirüs vakaları" diye duyurdu televizyonlar haberi…
Sonrası malum, önce Türkiye ve Kıbrıs'ta da vakalar görüldü.
Bir Mart sabahıydı, "İlk vaka şüphesi" diye duyurduk haberi…
***
Bir kadın apar topar devlet hastanesine kaldırıldı.
Görüntü çok ilginç ve ürkütücüydü, beyaz giysili adamlar, maskeler ve hasta bir sedye ile hastane binasına giriyordu.
Tam da devlet hastanesi yangınının ertesindeki aydı, hastane buna hazır değildi.
Sonrası tam bir keşmekeş ve korku hâli…
Salamis Otel'deki Alman kafile, onları otele kapatılması ve yavaş yavaş topluma yayılan bir virüs.
Sokağa çıkma yasakları, boş sokaklar, evde hapsolmuş hayatlar…
***
Bir şeyden kaçıyor ancak kaçtığımız şeyi de görmüyorduk.
Vakaların artışı ile yükselen korku ve endişe durumu, ölümlerin artışı, acı…
Aksayan eğitim, yarım kalan işler, sekteye uğrayan ekonomi, duran mali piyasa…
Ödenmeyen maaşlar, yarım alınan maaşlar, devletten beklenen destekler, tartışmalar…
Sonrasında aşı gündemi, ilk aşılar…
Derken başlayan ekonomik kriz…
***
Zaten 2018 krizinin etkileri henüz geçmemişken, dövizle alınan borçların katlanarak artması…
Panik halde bankalara “yapılandırma” için koşanlar, artan borç miktarları, artan taksitler…
Derken devam eden pandemi ve pahalılaşma…
2021'in sonuna doğru artık olağanüstü derecede patlak veren pahalılık ve sonrasında yaşananlar…
1000 TL'ye akaryakıt satın alınan günlere geldik şimdi…
En basit haftalık ev alışverişinin bedeli 1500 TL!
Değil bir şey satın almak "ayı nasıl geçireceğiz" diye kara kara düşünen insanlar topluluğuna dönüşen bir toplum.
***
Nereye baksam bir karamsarlık var.
Herkeste ciddi bir endişe, bunalım, sıkıntı hali.
Virüs korkusundan çok pahalılık acıtıyor şimdi.
Acıtmaktan öte daha fakirleşme can yakıyor.
Birçok şeyden vazgeçtik.
En temel ihtiyaçları alamayacağımız günlere ulaştık nihayetinde…
Ve son 2 yılın insanlar üzerinde yarattığı psikolojik yıkımın sonuçları yaşanıyor kapalı kapılar ardında…
Çok umutsuzuz.
Çok yorgun.
Çok fazla karamsar…
Ve çok fazla üzgün.
Endişeli.
Nereye varacak, nerede duracak bu kötü gidişat diye düşünürken her yeni haftada daha kötüsüne uyanmak sanırım en acısını hissettiriyor hepimize.
En fazla bu acı ve can havli ürkütüyor beni.
***
Kendisini kurtarmak için çabalayan insan hatalar da yapacak elbet.
Kolay yoldan para kazanmak isteyenler artacak.
Rüşvet, hırsızlık, pis işlere bulaşanlar da…
Kimileri çalışarak kazanamadığını başka yollarla elde etmeye kalkışacak.
Suç artacak, gizli işler fazlalaşacak, daha da kirlenecek memleket.
Ve bu kirlenme, bu yozlaşmanın etkileri yıllarca sürecek.
BİR GÖZLEM…
Kıbrıslı Rumlar’ın alışverişi
Fark etmişsinizdir.
Aslında piyasanın kimi dallarında ciddi bir hareketlilik var.
Benzin almak istiyorsunuz, sıra sıra arabalar…
Bazı butiklerde de kalabalıklar var...
Lefkoşa'nın kimi tanınmış marketlerinde de yoğunluk var.
Türk Lirası’nın olağanüstü değer kaybı ile kuzeydeki alışverişin onlar için ucuzlamasının bir sonucu olarak Kıbrıslı Rumların kuzeyde alışverişe yönelimi kuzeyin piyasasına yarıyor gözlemlediğim kadarıyla…
Umarım bu ‘iyileşme’ hali fiyatlara da yansır, biraz olsun fiyatlar aşağıya çekilir.
BİR YORUM…
Oğuzhan Hasipoğlu
Oğuzhan Hasipoğlu’na yapılan son yılların en acı siyasi hakaretiydi bence…
Bir haftalığına bakan yapılan ve istifa ettirilen Hasipoğlu’nun yaşadıkları UBP’de ciddi bir sancı yaratmışa benziyor.
Kimileri yine parti içinden “İstese de bakan olamazdı” diye iddialar ortaya atıyor.
Özellikle “Türkiye istemez genni” diyenlerin sesi çok çıkıyor bu günlerde UBP kulislerinde…
Neler neler mi söyleniyor?
Belki tümü de şehir efsanesi, tümü de safsata, bilemiyorum ve inanın ilgilenmiyorum.
Bakan olmak için "Türkiye'nin istediği kişi" olma şartıdır esas sorun siyasetimiz adına…
Eski kuşak bir siyasi yerine kabinede Oğuzhan Hasipoğlu'nun yaşında bir bakanı görmek elbette mutlu ederdi beni açıkçası.
Siyaseten ayrı kulvarlarda olsak da artık Oğuzhan Hasipoğlu ve onun gibi birikimli ve genç vekillerin daha etkin görevlerde bulunması gerektiğini düşünüyorum, siyasi görüşleri ne isterse olsun.
Bu nedenle haksızlık yapıldığını, hele hele de ‘bir haftalık bakanlık’ konusunda çok kötü bir duruma sokulduğunu gözlemliyorum.
Gerçekten ayıp etmiş Başbakan.
Keşke bu müdahaleye davetiye çıkarmasa keşke bu olay hiç yaşanmasaydı…