Melike Bisikletçiler
melike.bisikletciler@gmail.com
Milliyetçilik kendi varlığını ‘ötekiler’ yaratarak, ‘biz-onlar’ ayrımı üzerinden sürdürmeye çalışır. Kendi varlığının sorgulanmasının önüne geçmek içinse çoğunlukçu ve eril bir düzene ihtiyaç duyar. Böyle bir düzen içerisinde kadınlardan başlayarak, azınlıklar ve LGBTQ bireyler ötekileştirilerek baskı altında tutulmaya ve sindirilmeye çalışılır. Öyle ki, kadınları erkek egemen sistemin yarattığı cinsiyetçilikten faydalanarak ikincil konumda tutmaya, azınlıklarıysa çoğunlukçu sistem içerisinde yok saymaya, asimile etmeye veya ötekileştirmeye çalışır. Ötekileştirilmiş bireylerinse milliyetçiliğin tekçi ve eril yapısını kabullenmeleri zorunlu hâle getirilmek istenir. Kabullenme, sinizm veya asimilasyon adı her ne olursa olsun, milliyetçilik varlığını ötekileştirme üzerinden muhafaza etmeye çalışır. Kıbrıs’ta geçmişte yaşanan çatışmanın nedeni olan milliyetçilik ve bu çatışmaya bağlı olarak ülkenin ikiye bölünmesiyle birlikte, adanın hem kuzeyinde hem de güneyinde milliyetçilik ‘devlet’ eliyle desteklenmiştir. Milliyetçi, eril ve çoğunlukçu zihniyetlerin oluşturduğu yapılarsa, Kıbrıs’ta yıllar boyunca azınlıkların yok sayılmasına ve ötekileştirilmesine neden olmuştur.
Kıbrıs’ın bütününde azınlık olarak tanımlanabilecek gruplar: Ermeniler, Maruniler, Romanlar, Latinler ve göçle gelen azınlık olarak tanımlayabileceğimiz gruplarsa Kürtler ve Alevilerdir. BM raportörü Capotorti’nin azınlık olmanın öznel koşulu olarak tanımladığı gibi, azınlık bilincine (kadın bilinci gibi) sahip olunmadan, grubun asimile olmasının önüne geçilememektedir. Peki hem azınlık hem de kadın bilinciyle konuyu ele almak mümkün mü? Evet. Ataerkil sistem ve milliyetçilik birbirlerini besledikleri için mümkündür. Milliyetçilik ‘ötekiler’ yaratırken aslında azınlıkları da ötekileştirir. Ataerkil sistemde ise kadınlardan da, toplumsal cinsiyet rolleri içerisine sıkışıp kalarak erkek egemen sistemin ötekileri olarak konumlanmaları beklenir.
Azınlık gruplara mensup kadınlar, hem azınlık bir birey hem de kadın olarak her iki açıdan ötekileştirilmeye maruz kalırlar. Örneğin, Roman bir kadın hem etnik kimliği dolayısıyla hem de bir kadın olarak iki kez ötekileştirilmeye açık hâle gelir. Ayrıca ardı arkası kesilmeyen bakışlara veya simgeleştirmeye bağlı olarak nefret söylemine de maruz kalabilir. Gerek özel gerekse kamusal alanda azınlık bir kadın, lakap takma, simge haline getirilme, nesneleştirilme ve kültürel kimliğine yönelik önyargılı yaklaşımlara dayanan nefret söyleminin hedefi olabilir. Nefret söylemi ve/veya ötekileştirilme nedenleriyle psikolojik şiddeti yaşayan bireyler, kamusal alanlarında yani örneğin iş yaşamında sessizleşmeye ve pasifize olmaya başlarlar.
Bir başka açıdan azınlık bireyler, ötekileştirilmemek ve kültürel kimliğini korumak için içe kapalı (ait hissettiği gruba odaklı) bir yaşamı benimseyebilirler. İçe kapalı olarak yaşamını sürdüren azınlık bir kadının ev içerisindeki emeği de görünmez hâle gelebilir ve/veya el emeğiyle yaptığı üretim yine erkek eliyle satışa sunulabilir. Hâl böyle olunca, kadının varoluşunu ortaya koyacağı alanlar da yok edilmiş olur.
Yukarıda çizilmeye çalışılan çerçeveye göre Kıbrıs’ın kuzeyindeki azınlık kadınların durumunu tanımlarken, deneyimlerinin incelenmesinde fayda vardır. İlk olarak ülkemize göç etmiş Alevi Kürt bir kadınla konuşuyorum. “Ben kadınım ve Alevi Kürdüyüm, yıllar önce Kıbrıs’a geldim. Kendimi Kıbrıslı olarak görmekteyim. Bana sorulduğunda kendimi Kıbrıslı, Alevi ve Kürt olarak tanımlıyorum. Gerek azınlığın anlamını bildiğimden gerekse kadın bilincine sahip olduğumdan, bu ülkede yaşayan azınlık kadınların neler hissedebildiğini kolaylıkla anlayabiliyorum. Bir kadın olarak kendimi kimi zaman toplumsal cinsiyet rolleri içerisine sıkışmış buluyorum. Diğer yandansa bir Alevi olarak Kıbrıs’ta Alevilerin yaşadığı sıkıntıları ben de yaşıyorum. Cem Evi’nin henüz tamamlanmaması ve ibadetimizi rahatça yerine getiremememiz, yaşadığımız zorlukların bazıları. Alevilerde kadın-erkek eşitliğini kamusal alanda daha çok görebilirsiniz ama özel alanda özellikle ev işlerinde eşitsizlikler hissediyorum her kadın gibi. Ayrıca benim bir kızım var, kızıma da özellikle ‘oku ki kendi ekonomik özgürlüğün olsun’ diyorum hep. Azınlık kadın olmak şöyle ki, birkaç kimliğe sahip olarak ve toplumsal cinsiyet rollerini de hissederek yaşamak yani kadın olmak zor. Kadınım ve Alevi Kürdüyüm, hepsi benim aslında...”
Sonrasında ise Roman bir kadına yöneliyorum, “okuma-yazmam yok” deyince “sen anlat, ben sana yazdığımı okurum” diyorum “anlaştık” diyerek ıhlamur çayından bir yudum alıyor ve başlıyor anlatmaya: “Limasol’un Arnavut mahallesindenim. Ailem göçebeydi yani gezerlerdi oradan oraya. Limasolluyuk ama ben Baf’ta evlendim mesela’. ‘Çadırlarda mı yaşıyordunuz’ diye soruyorum, ‘yok hayır, yapılıp bozulan baraka gibi evlerimiz vardı, atlarımız da vardı, onlarla giderdik başka taraflara. Ama 1974’ten sonra özellikle hep ayni yerde kaldık. Benim 4 çocuğum var, hepsi de İngiltere’ye gitti’. ‘Neden’ diyorum, ‘işsizlik’ diyor. ‘Senin hayatın’ diyorum, ‘ben çok istedim ama anne ve babam okula göndermediler beni “kız evladıyım” deyerek ama benim kızım okudu. Eh kızım da okudu ama kocası işlemesine izin vermez’. Peki ‘kadın olmak’ diyorum, ‘çamaşır, bulaşık, ev işleri hep kadınlara kalıyor’ diye cevap veriyor. ‘Ben şimdi kocamın emeklilik maaşıyla geçinirim. Benim ayrı gelirim yok’ diyor ve anlatmaya devam ediyor, ‘benim kocam da Roman’dır ama damadım var mesela o Kıbrıslı Türk. Şimdi artık karışık evlilikler olur, bir sorun da olmaz. Bakma çok değiştik bizda, yerleşik hayata geçinca. Ayrıca bir de şunu söylemek isterim, bazen ‘hırsız’ yada ‘kirli’ derler bize bu tamam birşey değil, rahatsız edici oluyor, hem bak bana üstüm başım kirli mi?’ diye sorarak bluzunu gösteriyor. İşte o an bir halkın ne denli ötekileştirilebildiğini ve bir kadının da etnik kimliği ne olursa olsun ikincil konumda tutulabildiğini anlayabiliyorum.
Ataerki ve onu besleyen cinsiyetçilik hâli hazırda kendisini birçok ideolojiye de enjekte edebilen yapıdayken, dünyadaki hiçbir ülkeyi veya toplumsal grubu da teğet geçmiyor. Bu anlamda, göçmen, siyah, çoğunluk ve azınlık kadınların cinsiyetçiliğe karşı birlikte mücadele etmesi ve kadın dayanışması geliştirmesi büyük bir önem kazanıyor. Azınlık, göçmen veya siyah kadınların da feminist mücadele içerisinde ortaklaşmaları ancak kimliklerinin kabulü ile mümkün hâle gelebilir. Özellikle son yıllardaki Kürt kadın hareketi bunun en güzel örneklerinden biridir. Ayrıca, siyah kadınların ırkçılık karşıtı duruşu üzerinden konuyu ele alan Bell Hooks şöyle diyor: “Beyaz kadınlarla renkli kadınlar, kendi aralarında beyaz üstünlüğünden kurtulamadıkları ve feminist hareket temelden ırkçılık karşıtı olmadığı sürece, arada bir ‘kız kardeşlik’ kurulamayacağını biliyorduk” . Kıbrıs’ta bizler de yalnızca Kıbrıslı Rum veya Türk kadınlar olarak değil, Kıbrıs’ta yaşayan azınlık kadınlarla birlikte, hepimizi çevrelemiş olan ataerkiye karşı çoğulcu bir yaklaşımla birbirimizi anlayabilir ve kadın dayanışması geliştirebiliriz. Kıbrıslı Maruni, Ermeni, Alevi, Roman, Latin ve Kürt kadınlarla birlikte hareket ederek ve/veya ortaklaşarak, birbirimizi kabul ederek kadın hareketini çoğaltabiliriz.
Kadınların ve dezavantajlı olarak görülen tüm grupların ortak sorunu ötekileştirilmektir. Etnik kimlik veya kültürel değerler fark etmeksizin, tüm kadınların ortak sorunu olan cinsiyetçilik, her kesimden ve her kültürden kadının karşısına çıkıyor. Bu noktada kadın olma farkıdalığını birlikte geliştirmemiz ve dayanışma hattını daha derin bir şekilde inşa etmemiz gerekiyor. İlerleyen zamanlarda birlikte mücadele alanları açarken, azınlık kadınların bilfiil deneyimlerini aktardıkları yazıları okumayı da umuyorum.
---------------------------------------------------
Hooks, B. (2012) ‘Feminizm Herkes İçindir (Tutkulu Politika)’. Bgst Yayınları, İstanbul, s. 75
Oran, B. (2004) ‘Türkiyede Azınlıklar,Kavramlar,Teori,Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama’. İletişim Yayınları, İstanbul, s. 26.
i.Hooks, B. (2012) ‘Feminizm Herkes İçindir (Tutkulu Politika)’. Bgst Yayınları, İstanbul, s. 75
ii. Oran, B. (2004) ‘Türkiyede Azınlıklar,Kavramlar,Teori,Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama’. İletişim Yayınları, İstanbul, s. 26