Her köşe yazarının kaçınılmaz umududur, okunmak ve anlaşılmak.
Birisi “bugün seni okudum” dediği zaman mutlu olursunuz.
Bu duygu harikadır.
Yazmak, elbette hayata iz bırakmaktır.
En azından bunun çabasıdır.
Ama her yazar, en önce okurdan beslenir.
* * *
Okunmak yetmez!
Birileri sizi dikkate alıyorsa, işte o zaman keyfiniz katmerlenir.
* * *
İnsanımız “gönül almayı” sever.
Pembe yalanları da...
Misal... O gün yazınız yoktur.
Birisi size “bugün yine harika yazdın” der.
Gülümsersiniz!
* * *
İki gün önce üniversitelerin burs oyunlarını yazmıştım.
Sınavda “attım, tuttum” diyen öğrenciler dahil herkesin payına bir “burs” düşmüştü.
Eğitim Bakanı’nı okudum dün:
“Ülkemizde yapılan üniversite sınavlarında dışarıda kalan var mı? Yok. Bu doğru bir uygulama değil. Belirli bir seviye belirlememiz gerek.”
Muhtemelen bu röportaj, benim makalemden önce yapılmıştır.
Yine de kendime pay çıkarttım
Ama asıl iş “çözüm” üretilmesidir.
Yoksa...
Yazar yazar...
Bakan söylenir...
* * *
Aylardır yeniden yeniden yazıyorum.
Başbakan okumayabilir.
Vakti yoktur, anlarım.
Özel kalemi belki okuyordur.
Ya da İçişleri Bakanı Ayşegül Baybars okumuyorsa, yanındaki gazeteciler bakıyordur.
Dışişleri Bakanı Özersay görmüyorsa, “medya takip” ajansına ismi takılıyordur.
Şu barikatlardaki “eziyet” diyorum.
Dün yine gördüm.
Kırk derece güneşin altında, onlarca turist, çoğu yaşlı insanlar bekliyor.
Bu insanlar ülkeye döviz getiriyor.
Hani bir TL’nin beş, altı, yedi misli!
Bu devletin eğer beş barikata “gölgelik” yapacak gücü yoksa!
Ya da önceliği... Ya da insanlığı...
Ya da nezaketi... Ya da hassasiyeti...
Yazsanız ne olur... Yazmasanız ne...
Okunsanız ne fark eder...
Okunmasanız ne!